if(window.location.href == 'https://kisiselyazilarimkaan.blogspot.com' || window.location.href == 'https://kisiselyazilarim.blogspot.com' ) { window.location="https://kisiselyazilarimkaan.blogspot.com"; } Kişisel Yazılarım : Ekim 2016

16 Ekim 2016 Pazar

Namaz Kıymetli Bir Nimet


   Allah'ın tüm insanlara, iman etmekten sonra verdiği en önemli görevdir namaz. Namaz, insanı Allah'a yaklaştıran bir vesiledir. Namazla insan Allah'a karşı ne kadar aciz olduğunu ve O'na ne kadar muhtaç olduğunu anlayabilir. Her şeyi kusursuz bir düzenle yaratan Cenab-ı Allah, bizden sadece namazı istiyor. Önemsemediğimiz namaz, aslında çok şeyi ifade ediyor. Namaz kılan bir insan, kendini daima huzurlu hisseder. Namaz ölmüş kalpleri, tekrar diriltir. Namaz kılan insan her beş vakit, nefsini törpüler. Namaza Allah'ın hiç ihtiyacı yok. Allah, namazı bizim için emrediyor. Namazın insana verdiği maddi ve manevi faydalar saymakla bitmiyor. Namaz, bir emir olmasının yanı sıra bir nimettir. Namazla insan, kendini bulur. Bir Rabbinin olduğunu hatırlar. Sahipsiz olmadığını anlar. Onu koruyan, onu bağışlayan, onu duyan, onu gören bir Rabbinin olduğunu bilir. 
   Namaz kılan bir insan, sıkıntılara karşı sabretmeyi öğrenir. Çünkü bilir ki, sıkıntıyı veren Allah, çaresini de verecektir inşaAllah! 
   Bir düşünelim. Yüce Allah, bizim için o kadar güzel nimetler yaratmış. El, ayak, yüz, kol ve tüm azaları, en güzel şekilde yaratmış. Biz bu kıldığımız namazlarla, asla Allah'a karşı borcumuzu ödeyemeyiz. Ancak Allah'ın bizden istediği sadece, beş vakit namaza sıkıca sarılmamız ve O'nu tesbih ederek, O'na yönelmemizdir. Allah insanı, aciz bir surette yaratmıştır. Bunun nedeni, insanın Allah'a teslim olmasını kolaylaştırmaktır. Namaz da bu teslim oluşun işaretidir. Namaz, Allah'a teslimiyetin ve yönelmenin vesilesidir. Namaz, insanın sırat köprüsünde geçmesini sağlayan bir ibadettir. Namaz kabirde arkadaş, ahirette yoldaş ve şefaatçidir. Namaz kılan bir insan, güçlü bir manevi kalkana alınır. Namaz insanı kötülüklerden, kötü arkadaşlardan, büyük ve küçük günahlardan korur. 
   Kısacası önemsizmiş gibi görünen namaz, hayatımızın en önemli parçasıdır. Namaz, her Müslümanın beş vakit yararlanması gereken bir nimettir. Yoksa(Allah muhafaza), günahların içinde boğulup gidecektir. Müslüman, namazla bilinir. İslam dini Müslümanı namaz kılan olarak tanımlar. Namaz kılmayan bir Müslüman, bu iddiasından nasıl emin olabilir? Hem kendisini yaratan, onu her zaman gören ve işiten, ona şah damarından daha yakın olan Rabbini nasıl fark etmeyebilir? 
  İşte namaz, ihlasın özüdür. İhlas, insanın Allah'ı görürmüşçesine ibadet etmesidir. Allah'ın her an onu görüp gözettiğini, onu işittiğini bilerek O'na yönelmesidir. İşte namaz da ihlaslı olduğu zaman, kişi namazdan tat almaya başlar. İhlaslı kılınan bir namaz, insanın hem dünyada hem de ahirette saadetine vesile olacaktır inşaAllah. 
   
   Yüce Allah, hepimizi namazını hakkıyla kılan ve namazı seven, Rabbini seven ve O'na hakkıyla yönelen kullarından eylesin. (Âmin!..) 

15 Ekim 2016 Cumartesi

İnternet'in Gelişimi ve İnternet Hakkında Beyin Fırtınası

İnternet, 1960-1970 yıllarında ortaya çıktı. Türkiye'ye gelmesi de 1992'yi buldu. İnternet günümüzde hemen hemen herkesin evinde bulunan bir araç haline geldi. Önceleri İnternet, nadiren bulunan bir araçtı ve kullanılması çok pahalıydı. Türkiye'de ilk olarak faks modemler kullanılmaya başlandı. Faks modemler, İnternet'e bağlanmayı zorlaştırmakla beraber, çok zor bağlanıyordu. Ama zamanla ADSL modemler çıktı ve İnternet çok daha hızlandı. İnternet zamanla o kadar önemli bir hale geldi ki, İnternet olmadan bankalar, piyasalar çalışamaz oldu. Her şey, İnternet ortamında takip edilmeye başlandı. Artık devlet işlerimizi bile İnternet üzerinden halledebiliyoruz. 

  İnternet, önceden nadir kimseler tarafından kullanılan bir araçtı. Şimdi ise neredeyse her evde İnternet var. Artık sadece bilgisayarlar ile değil, çıkan son teknoloji telefonlarla ve tablet bilgisayarlarla İnternet'e ulaşmak çok daha kolay. Önceden İnternet'e bağlanmak zor olduğu gibi, çok pahalıydı. Şimdi ise kişiler "Sınırsız İnternet" özelliği ile ayda sadece 60,00 TL ile 70,00 TL gibi ücret ödüyorlar. Bazen restoranlarda, kafelerde, hatta şehir meydanlarında ücretsiz olarak İnternet'e bağlanmak mümkün. Hatta İstanbul Büyük Şehir Belediyesi, ücretsiz İnternet kullanımı için bilgisayar laboratuvarları açtı. 
  İnternet kafelerde ise sadece 1,50 TL veya 2,00 TL ödeyerek, bir saat İnternet kullanmak mümkün. İnternet sayesinde artık neredeyse, bulunmayan hiçbir bilgi kalmadı. Bir kişi bir konu hakkında bilgi edinmek istediğinde, tek tıkla o bilgiye ulaşabiliyor. Artık İnternet'ten ücretsiz oyun da indirilebiliyor.  Bu oyunlar önceden demo halinde iken, şimdi tam versiyon olarak ve ücretsiz indirme ve kullanma imkanına sahip olabilirsiniz. 
  

  İnternet hayatı kolaylaştırdığı gibi, bir nevi insanları köleleştirdi. Artık insanlar yüz yüze konuşmak yerine, İnternet'ten konuşmayı tercih eder hale geldi. Mahalle arkadaşlığı, artık yerini, sosyal medya arkadaşlığına bıraktı. İnternet, bağımlılık yapmaya başladı. Öyle ki insanlar İnternet'siz yapamamaya başladı. Kimi cep telefonundan, kimi leptop bilgisayarlarından, kimi de tablet bilgisayarlardan sürekli İnternet'te olmaya başladı. Bu da insanlar arasındaki ilişkiyi zayıflattı ve insanları bir nevi kendine hapsetti. 
  İnternet'in yaygınlaştığından beri, insanlar tek tuşla istedikleri ve aradıkları her şeye ulaşıyorlar. Artık insanların düşünmesine gerek kalmadı. Mesela insan bir matematik işlemini kendi yapmak yerine, tek tuşla İnternet'te cevabını bulabiliyor. Kısacası İnternet, insanların üretkenliğine büyük bir engel oluşturmuş durumda. 
  İnternet faydalı olduğu kadar zararlı, hatta tehlikeli bir araç. Kişi İnternet'i bilinçsiz olarak kullandığında, örneğin kumar, bahis sitelerinde kendini ciddi zararlara sokabiliyor veya porno sitelerine girerek, ahlaki bakımdan zarar görebiliyor. İnternet'te sohbet ortamlarında kimse kimseyi tanımıyor ve kimse kimsenin ne olduğu, ne yaptığı hakkında bilgi sahibi değil. Bu ortamlardan insanların başına büyük belalar açılabiliyor. Hatta insanlar ölüm tehlikesi ile bile karşılaşabiliyor. 
  İnternet bağımlılığı, psikiyatri ve psikoloji biliminin de araştırma konusu olmuş durumda. İnternet bağımlılığı psikiyatri kliniklerinde servis olmuş durumda. 
  İnsanlar İnternet'i bilinçli kullandığında çok faydalı bir araçtır. İnternet, sonu olmayan bir bilgi kaynağıdır. İnsan merak ettiği bir konuyu veya ödevi olan bir bilgiyi, İnternet aracılığı ile çok rahatlıkla elde edebilmektedir. 
   Sonuç olarak İnternet insanlara bilinçli şekilde kullanıldığı zaman, büyük faydalar sağlıyor. Ancak bilinçsiz kullanımda bağımlılık gibi zararlara yol açabiliyor. İnternet'i bilinçli kullanmaya davet ediyorum! 

14 Ekim 2016 Cuma

Orta Doğudaki Karışıklığın Nedeni

Orta Doğu, dünyanın en hassas bölgelerinden biridir. Orta doğu birçok medeniyetin doğduğu topraklardır. Bu-rada birçok medeniyet yaşamıştır. Orta Doğu Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, İran, Irak, Suriye ülkelerinin yer aldığı bir coğrafyadır. 

Orta Doğu, Mezopotamya olarak da anılmaktadır. Orta Doğu, yeraltı kaynakları bakımından zengin bir bölgedir. Petrol, doğalgaz yataklarının en fazla olduğu bölgelerden biridir. Bu bölgede bulunan ülkelerin çoğu Müslüman ülkelerdir. Bu bölgede petrolün ve diğer yeraltı zenginliklerinin fazla olması, burayı önemli bir nokta haline getirmiştir. Başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere pek çok ülkenin hedefinde buradaki petrollere ulaşmak vardır. Petrol bakımından zengin olan Orta Doğu ülkeleri Irak, Suriye, Suudi Arabistan ve İran gibi ülkelerdir. Buradaki petrol, dünyanın neredeyse hiçbir yerinde bu kadar bol bulunmaz. 

Petrolün ve yeraltı kaynak yataklarının en yoğun olduğu bölge orta doğudur. Dış güçler burada bulunan yeraltı kaynaklarının zenginliğini ele geçirmek üzere, bu bölgedeki ülkelerde iç karışıklık çıkarmaya çalışmaktadırlar. Terör örgütleri başta olmak üzere pek çok koz, sadece buradaki petrole ve yeraltı kaynaklarına ulaşmaktır. 



Türkiye, orta doğudaki ülkelerin lideri konumundadır. Şu anda bu bölgede tek hak sahibi Türkiye'dir. 

Türkiye'de yeraltı ve yer üstü kaynakları bakımından zengin bir ülkedir. Şu anda halen çıkarılmamış birçok ham petrol mevcuttur ve zengin petrol yatakları da bulunmaktadır. Ayrıca Türkiye, dünyanın hiçbir yerinde bulunmayan bor madenlerine de sahiptir. Ancak Lozan Antlaşması sebebiyle, şu anda Petrol ve bor kullanılamamaktadır. 

Başka ülkelere baktığımızda;


Mesela 2000 ile 2002 arasında yaşanan Amerika-Irak savaşı yaşanmıştı. Irak'ta da zengin petrol yatakları bulunmaktaydı. Amerika, bu savaş sonucunda Irak'ı işgal ederek buradaki petrolü sömürmeye başladır. Bu başkan Bush döneminde yaşanan bir olaydı. Daha sonra Saddam Hüseyin'i idam ederek, önlerindeki tek engeli de kaldırmış oldular. Bu sayede Amerika, bu ülkede dilediği gibi petrolü kullanabilecekti. Halen daha bu ülkenin petrolleri Amerika'nın elindedir. Obama başkan olduktan sonra, işgale son verileceğini söylese de şu anda halen bu petrolleri kullanmaya devam etmektedir.


Suudi Arabistan, dünyadaki petrol rezervlerinin %70'ine sahip bir ülkedir. Buradaki bölge halkı, bu petrol sayesinde zenginleşmiştir. Ayrıca Mekke ve Medine, Müslümanların kutsal mekanı olduğundan, buralara ziyarete gelen insanlar sayesinde ciddi gelirler elde edilmektedir. Suudi Arabistan, kişi başına düşen milli gelirin en yüksek olduğu ülkelerden biridir. 


Suriye, iç savaş sebebiyle dağılmanın eşiğine gelmiş bir ülkedir. Dış güçlerin de etkisiyle iç karışıklığın halen yaşandığı bir ülkedir. Suriye'de petrol bakımından zengin bir ülkedir. Bunu bilen dış güçler, ülkede çıkan iç karışıklıklardan faydalanarak, buradaki petrolü ele geçirme fikrindedirler. Suriye'de çıkan iç savaş sebebiyle birçok masum insan hayatını kaybetmiştir. Şu anda halen Esed zulmünün hüküm sürdüğü Suriye'de masum insanlar ölmeye devam etmektedir. İç karışıklık sebebiyle dağılmanın eşiğine gelen Suriye, şu anda birçok terör örgütünün barınağı haline gelmiştir. Ülkede birçok terör örgütü barınmakta ve bu terör örgütleri Türkiye'de de eylemler gerçekleştirmekte ve birçok masum insanın hayatını kaybetmesine neden olmaktadırlar. PKK, PYD, IŞİD, LYD gibi terör örgütlerinin yoğun olarak barındığı bir ülkedir. Şu anda Türkiye bu karışıklığa son vermek amacıyla, Suriye bölgesine askeri harekat başlatmış durumda. Hava Kalkanı adı verilen bu operasyonun amacı, bölgeyi teröristlerden temizleyerek, tekrar Suriye halkının yaşayabileceği yerler haline getirmektir. Şu an ülkemizde Suriye'deki savaştan kaçıp ülkemize sığınan üç milyonun üzerinde Suriye'li barınmaktadır. Dış güçlerin güya barıştan yana olmaları, terörü asla desteklemediklerini söylemeleri, koca bir yalandan başka bir şey değildir. Dış güçlerin destek olduğu bir şey var sa, o da bir an önce o petrole ulaşmak!  

Şu anda Türk Silahlı Kuvvetleri'inin bölgedeki operasyonları sürmektedir. Maalesef bu operasyon kapsamında birçok askerimiz şehit olmuş durumda. 

Mısır, efsanelerin ülkesidir. Eski Mısır'ın tarihi eserlerine ev sahipliği yapmaktadır. Süveyş Kanalı sayesinde ciddi bir gelir elde etmektedir. Süveyş Kanalı, tarihte Osmanlı sadrazamı olan Sokullu Mehmed Paşa'nın planını çizdiği, ancak uygulayamadığı bir kanaldır. Daha sonra İngilizlerin Mısır'ı işgal etmesiyle Süveyş Kanalı yapılmıştır. Süveyş Kanalı, Akdeniz ile Kızıldeniz'i birbirine bağlayan bir kanaldır. Gemiler buradan geçmek istediğinde, Mısır'a yüklü bir miktarda vergi ödemekte ve Mısır bu vergilerden ciddi gelirler elde etmektedir. Ayrıca Mısır Piramitleri, Eski Mısır'a ait kalıntılar, ülkeye turist akınına sebep veriyor. Bu sayede Mısır, yüksek miktarda turizm geliri elde ediyor. Şu anda Mısır, kişi başı milli geliri en yüksek ülkeler arasında yer alıyor. Ancak Mısır'da da iç karışıklıklar yaşanmaktadır. Son yaşanan darbe olayında milyonlarca masum vatandaş, hayatını kaybetti. Darbeye karşı direnenler, ya idam ediliyor ya da hemen öldürülüyordu. En son darbeye karşı direnen 521 kişi asılarak idam edildi. Bu iç karışıklığın sebebi de yine Amerika'dır. Amerika, dünyaya Müslüman halkı terörist olarak tanıtmaktadır. Filmlerinde, belgesellerinde orta doğu bölgesinde yaşayan Müslümanlar, terörist olarak anılıyor. İç karışıklık nedeniyle ülkenin başındaki kişiler indirilmiş ve yerlerine Amerika'nın istediği biri gelmiştir. Mısır'ın konumu, Süveyş Kanalı'na sahip olması, burayı önemli bir stratejik konum yapmaktadır. Amerika'da burayı sömürge haline getirmeyi planlamaktadır. 

Peki, Amerika'nın bu orta doğu ülkelerinde iç karışıklık çıkarmasındaki neden nedir? Amerika bu ülkelerden ne istiyor? Müslümanlarla ne alıp veremediği olabilir? 

Orta doğunun petrol ve diğer yeraltı kaynakları bakımından zengin olduğundan bahsetmiştik. Amerika'nın amacı, bu zenginliklere el atmaktır. Amerika'nın kendi petrolü, yeterli gelmediğinden petrolü zengin olan ülkelerin petrolünden faydalanmak istiyor. Bunu sağlamak için savaşmak yerine, ülkelerin içerisinde iç karışıklık çıkarmaya çalışıyor. Terör örgütleri de bu iç karışıklığı çıkarmak için, piyon görevi görüyor. Amerika iç karışıklık için terörü koz olarak kullanıyor ve bu teröristleri Müslüman ülkelerde barındırarak, Müslümanların terörist bir milletmiş imajını yaymaya çalışıyor. Amerika, bu bölgeleri savaşmaya gerek kalmadan sömürmek istiyor. Bu ülkelerin içinde Türkiye'de var! Amerika bu bölgeleri sömürge altına alarak, tüm kaynaklarını ele geçirmek istiyor. İşte orta doğudaki karışıklığın temel sebebi de budur. 

Biz Müslümanlar, akıllı ve uyanık olmalıyız. Bu kirli oyunlara fırsat vermemeliyiz. Amerika'nın bu oynadığı oyunu akıllı olarak ve uyanık kalarak bozabiliriz. Amerika'ya terörist bir millet olmadığımızı ve ondan korkmadığımızı gösterirsek, o da kolay kolay bu oyunları oynayamaz. Amerika'nın oyununu onun oyunuyla yenmeliyiz. Ama maalesef biz Müslümanlar gevşeklik gösteriyoruz. Uyanık davranmıyoruz. Amerika'nın oyunlarına kolay kanıyoruz. Bu oyunlara gelmememiz lazım. 

Allah'tan dileğim bir an öce aklımız başımıza gelir ve bu oyunlara göz dağı vermeyiz. 



3. Dünya Savaşı Yaşansa, Neler Olur?

3. Dünya Savaşı Yaşansa, Neler Olur?


 Bu yazdıklarım çok uç tahminlerdir. İnsanoğlu 1. ve 2. dünya savaşlarında çok ağır kayıplar verdi. Çoğu çocuk olmak üzere birçok masum insan hayatını kaybetti. O zamanlar dünya bu kadar kalabalık değildi. Şimdi ise neredeyse iğne atsan yere düşmeyecek halde. Öyle ki, devamlı olarak kaynaklar azalmaktadır. Bazı ülkeler, kaynak arayışına girmişlerdir. Örneğin Amerika, yeteri kadar petrolü olmasına rağmen daha fazlasını elde edebilmek için, petrol bakımından zengin ülkelerle savaşarak, o ülkelerin petrolünü sömürme gayret içerisindedir. Sadece Amerika değil, tüm Avrupa ülkeleri bu arayışın içerisindeler. Sömürgecilik döneminde yer üstü ve yer altı kaynakları bakımından zengin ülkeler, senelerce Avrupa ülkelerinin sömürgesi altında yaşadılar. Kendi dillerini, dinlerini ve kültürlerini de bu insanlara aşıladılar.
  Şu anda halen ülkeler arasında karışıklık yaşanmaktadır. Özellikle orta doğu bölgesi, başta İsrail ve Amerika olmak üzere, tüm ülkelerin ortak noktası olmuştur. Şu anda orta doğu ülkelerinin bir çoğunda iç karışıklık yaşanmaktadır. En son Suriye'de çıkan iç savaş sonucu, milyonlara varan masum insan hayatını kaybetti. Esed zulmünün baş gösterdiği Suriye'de halen masum insanlar ölmeye devam etmektedir. Bu zulmün dış güçlere hizmet ettiği çok açık. Dış güçlerin ise tek bir amacı var, oradaki yer üstü ve yer altı kaynaklarını ele geçirmek. 

    Muhtemelen 3. Dünya Savaşı'nın çıkma sebebi de bu olacak. Kaynaklar hızla tükeniyor! Eğer böyle giderse, petrol 10 sene içerisinde tükenecek. İşte kaynakların azalmasından doğan çıkar kavgası, üçüncü dünya savaşının fitilini ateşleyecektir. Bunun başlıca sebebi de orta doğuda bulunan yer altı kaynaklarıdır. Başta Amerika olmak üzere, pek çok ülke bu petrole sahip olmak isteyecektir. Birleşmiş Milletler'de yer alan ülkelerin hepsi, kendi çıkarlarını düşünerek bir iç karışıklığa sebep olabilir. Bu da 3. Dünya Savaşı için bir başka neden olabilir. Savaşlar ya kaynak kıtlığı, ya da ülkeler arasındaki anlaşmazlıktan çıkar. Bu kez çıkan savaş, bir çıkar kavgasından ibarettir. Herkesin gözü şu anda orta doğunun yeraltı zenginliklerinde. Buraya ulaşana kadar da durmayacaklar. Örneğin Amerika da petrol istiyor, Fransa'da. Bu sebeple kim savaşı kazanırsa, petrolü de o alacaktır. Kısacası bu da 3. Dünya Savaşı'nın başlamasına başka bir sebep sayılabilir.

3. Dünya Savaşı Çıktığında Neler Olacak?


  Peki, sebepleri sıraladık. Ya 3. Dünya Savaşı çıktığında neler olacak? Şimdi bunlara bakalım: 

  Amerika, İsrail, Japonya ve Çin, nükleer silahlara sahip olan ülkelerdir. Bu nükleer silahlar bir bölgeye atıldığı zaman, tek seferde 20.000 kişinin ölmesine sebep olabilecek silahlardır. Bu bombalar patladığı zaman ses çıkarmayan, ancak patladığı zaman etrafa müthiş bir sıcaklık yayan silahlardır. Bu silahlara sahip olan ülkeler, savaşmak için bunları kullandığı zaman, dünyanın büyük bir alanı tıpkı Çernobil gibi, ölümcül dozda radyasyona maruz kalacaktır. Bir nükleer silah atıldığı bölgeye, çok ciddi zararlar verebilmektedir. Bu bombanın etkisi asırlarca sürebilmektedir. Örneğin 2. Dünya Savaşı'ında Hiroşima'ya atılan atom bombasının etkisi halen sürmektedir. Bu bölgede halen ölümcül derecede radyasyon mevcuttur. 
  Ortada bir tek dilim pasta olduğunu düşünelim. Ve hepimiz bu pastadan yemek isteriz öyle değil mi? İşte 3. Dünya Savaşı çıktığında olacak şey de bu. Kim kazanırsa, pastayı da o yiyecek. Bu sefer de devamlı kullanılan nükleer silahlar, zamanla dünyayı yaşanmaz bir yer haline getirecektir. Çünkü bu nükleer silahlar yüzünden dünyanın her yeri, ölümcül derecede radyasyona maruz kalacaktır. Radyasyon bir bölgeden her yere yayılabilen bir enerjidir. Bir bölgede nükleer bir patlama meydana geldiğinde, radyasyonun geniş bir coğrafyaya yayılabilme özelliği vardır. 
  Üçüncü dünya savaşında kazanan olmayacağı gibi, artık dünyada yaşamak da imkansız hale gelecektir. Bu sefer ki radyasyon seviyesi, Çernobil'den 70.000 kat fazla olacaktır. Kısacası artık dünyada yaşamak imkansızlaşacaktır. 

12 Ekim 2016 Çarşamba

Psikolojik Rahatsızlıklar ve Nedenleri



    Psikolojik rahatsızlıklar, günümüzde çoğu insanın maruz kaldığı rahatsızlıkların başında geliyor. Bazen insanlar bu hastalıklar sebebi ile intihara kalkışabiliyor ve bunların çoğu maalesef ölümle sonuçlanabiliyor. Ha-yat şartlarının zorlaşması, geçim sıkıntısının artması, aile içi huzursuzluk gibi nedenler psikolojik hastalıklara yakalanmamıza neden olabiliyor. Çevremize baktığımızda her 5 insandan 1'i bu hastalıklarla mücadele ediyor. Hastanelerin psikiyatri kliniklerinde sıra bekleyen bir sürü insanla karşılaşabiliyoruz. Kimisi ruhsal bunalımdan, kimisi uyuşturucu ve alkol bağımlılığından psikiyatri kliniklerine başvuruyor. Hatta bazen durumu ağır olanlar, kapalı servislere yatırılıyor. 
   Psikolojik rahatsızlıklar bazen ailelerde boşanmalara, aile içi huzursuzluğa yol açabiliyor. Psikolojik rahatsızlıkların temel sebebinde şunlar yatmaktadır: 
  • Suçluluk duygusu,
  • Yaşama bağlayıcı bir şeyin olmaması,
  • Güvensizlik,
  • Sevgisizlik,
  • İlgisizlik gibi nedenler, psikolojik rahatsızlıkların başında gelmektedir. Bazen de biyolojik olarak beynin farklı bölümlerinde meydana gelen değişiklikler de, psikolojik rahatsızlıkları tetiklemektedir.(Şizofreni, depresyon gibi.) 
Günümüzde en yaygın yaşanan psikolojik tanılar şunlardır: 
  1. Depresyon: Depresyon, insanlardaki yaşanan ruhi bunalımlarla sürekli yaşanan karamsarlık, yaşama isteğinin azalması vb. gibi belirtilerle konulan teşhisin adıdır. İntihar etmek ve intihar girişimleri vakalarının en fazla olduğu psikolojik rahatsızlıktır. Günümüzde insanlarımızın 5/1'i bu rahatsızlıkla mücadele etmektedir.
  2. Şizofreni: Şizofreni, olmayan şeyleri var gibi görmektir. Buna erken bunama da denilmektedir. Maalesef çoğu insan böyle insanları "deli" sıfatıyla damgalamaktadır. Halbuki bu hastalık beyinde meydana gelen bazı değişikliklerden kaynaklanmaktadır. Uyuşturucu, alkol bağımlılığı bu hastalığın riskini de artırmaktadır. Bu insanlar sürekli hayal görürler. Olmayan şeyleri varmış gibi görürler. Bazıları buna uyanık iken rüya görmek diyor.
  3. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktive Bozukluğu: Bende dahil olmak üzere, pek çok insanda bu rahatsızlık vardır. Bu hastalığı olan insanlarda unutkanlık, isteksizlik, aşırı hareketlilik veya hareketsizlik, öğrenme güçlüğü, başlanan bir işin sonunu getirememek gibi sorunlar baş göstermektedir. Bu hastalığa sahip olan insanlarda zeka geriliği olduğu söylense de, durum bunun tam aksidir. Dikkat eksikliği, beyinde bir bölümde omega 3 eksikliğinden kaynaklanıyor. Ben de zeka testimi ölçtürdüm ve %110 gibi bir oran çıktı. Bu hastalığa erken tanı konulması halinde, ileride iyileşebilmektedir. Ancak tanının gecikmesi halinde bu hastalık çok daha ilerleyebilmekte ve kişinin hayatını olumsuz olarak etkilemektedir.
  Psikolojik rahatsızlıklardan dolayı hastanelere yatma oranı, her geçen gün artış göstermektedir. Bu hastaneye yatışların en büyük sebeplerinden biri de, intihar etmek veya intihara teşebbüstür. Psikiyatri kliniğine gittiğinizde, "Ben intihar ettim veya teşebbüsünde bulundum." diye doktora söylerseniz, sizi hemen hastaneye yatırırlar. Bu psikiyatri servisleri genelde küçük bir koridor ve 3-4 odadan oluşur. Psikiyatri servisinde dışarı çıkamazsınız. Kapalı bölge dışında bir yere gidemezsiniz. Gidebileceğiniz yerler sadece sigara içme odası, koridor ve ortak yaşam alanlarından ibarettir. Buraya kapalı cezaevi desek de yalan olmaz. Kısacası bir psikolojik hastayı, buraya yatırırsanız iyileştirmek yerine daha kötü psikolojisini bozabilirsiniz. 
  Yukarıda saydığımız psikolojik rahatsızlıklar nedeniyle, bu hastalığı olan insanlar toplum tarafından dışlanabilmekte, alay konusu edilebilmekte ve damganalabilmektedir. Bu gibi durumlar insanlarda iyileşme isteği uyandırmak yerine, daha fazla yaşama isteğinin azalmasına ve daha fazla intihara teşebbüs etmesine sebep olmaktadır. Halbuki bu hastalıklar toplumun en az %70'inin yaşadığı rahatsızlıklardır. Bu nedenle bu hastalıklardan kurtulmak istiyorsak, kişileri damgalamak, alaya almak yerine onlara tedavi olabilmeleri için yardımcı olabiliriz. Unutmayalım ki, biz de bu hastalıklara yakalanabiliriz. 
  
    Psikolojik Hastalıkların En Temel Nedeni
  Hepimizin maruz kaldığı bu psikolojik rahatsızlıkların temel nedeni, hiç şüphesiz manevi olarak huzursuz olmamızdır. Bir türlü bu sıkıntılardan kurtulamıyorsak, bir türlü içimizdeki sıkıntıları atamıyorsak, bunun nedeni kalbimizin manen hasta olmasıdır. Manevi hastalıkları da psikiyatri veya psikologlara giderek gidermek, imkansıza yakındır. 
 
Psikolojik Hastalıkların Çaresi



 Bizim bu dünyaya gelme nedenimiz, Allah'a kul olmak ve O'na ibadet etmektir. Bunu çoğumuz yapmadığımız için, manen bu hastalıklara maruz kalıyoruz. Halbuki Allah-u Zülcelal bir ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: 
  "Kalpler, ancak Allah'ı anmakla huzur bulur." (Rad; 28)
  Bizim manen hasta olmamız, Allah'ı anmayı unutmaktan kaynaklanmaktadır. Halbuki insan kendini yaratan Allah-u Zülcelal'i hatırlayıp, O'na yönelse, bu manevi hastalıkların hepsinden kurtulacaktır inşaAllah. Yüce Allah, insanı en mükemmel şekilde yaratmış ve onu en şerefli varlık kılmıştır. Biz Allah'a kul olmak ile mükellef canlılarız. Biz Allah'a gereği gibi yönelip, O'na teslim olmalıyız. 
 
 Psikiyatri ve psikologlara giderek, her gün tonlarca para harcanıyor. Düşünsenize, manevi hastalıklardan kurtulmak için psikolog veya psikiyatriye gidiyorsunuz ve seans başı en az 300 TL ödüyorsunuz. Halbuki bu manevi hastalıklardan kurtulmak için para ödemek yerine, Allah'a yönelerek para ödemeden bu hastalıklardan kurtulmak hem bedava, hem de çok daha etkili. Biz Allah'ı andığımız zaman, Allah'da bizi anacaktır. Nitekim Allah-u Zülcelal, bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor: 
"Öyle ise yalnız beni anın ki, bende sizi anayım." (Bakara; 152)
  Şimdi bu anlattıklarımdan dolayı, bana 'yobaz' diyenler olacaktır. İnanın ben de Allah'a yönelmeden önce, bu yola 'yobazlık' diyordum. Bende bundan 2 sene evvel, psikolojik rahatsızlıklar geçirdim. Yaşamak istemiyordum. Canım hiçbir şey yapmak istemiyordu. Sürekli evde kendimi dinliyordum. Bazen iç sıkıntım o kadar fazla oluyordu ki, ancak alkol alırsam rahatlayabileceğimi zannediyordum. 
  Dedem vefat ettiğinde aklım başıma geldi. Ölümün hak olduğunu ve kendime gelmem gerektiğini anladım. Dedemin vefatı, suratıma tokat gibi çarpmıştı adeta. Sonra abdest alıp,  namaz kılmaya başladım.. Baktım ki, bu sıkıntılarım yavaş yavaş azalmaya başladı. "Demek ki, çarem ve ilacım bu imiş. Allah'a yönelmekmiş. Keşke daha önce bunu fark etseydim, keşke daha önce Allah'a yönelseydim." diye düşünmeye başladım. Şu anda sıkıntılarım halen var ama, sıkıntılara karşı sabretmeyi ve dayanmayı öğrendim. Hakikaten insan Allah'a tevekkül edince, sıkıntılar daha kolay geliyor insana. 
 

  Ben asla bu hastalıklara maruz kalan insanları kınamıyorum. Ben de bu hastalıkların evresinden geçtim. Gitmediğim doktor, dolaşmadığım hastane kalmadı. Ben sadece çareyi, ibadet etmekte buldum ve bunu sizinle de paylaşmak istedim. Amacım belki birkaç insana faydalı olabilmek düşüncesinden ibarettir. Lütfen bu yazımı kınama değil de, bir dost tavsiyesi olarak algılayınız. Hem bu yazdığım makaledeki rahatsızlıklar, bunlara karşı bilinçlenmemize de vesile olacaktır.



11 Ekim 2016 Salı

Çernobil Nükleer Kazası



Çernobil Nükleer Kazası 
Çernobil, Ukrayna'nın bir şehridir. 1986 yılında nükleer santralin patlaması sonucu, yoğun radyasyona maruz kalan pek çok insan hayatını kaybetti. Kurtulanların bir çoğu da kansere yakalanarak öldü.  Bugün halen daha radyasyon tehlikesi devam etmektedir. Bilim adamları buraya 900 seneden önce yerleşmenin imkansız olacağını tahmin etmektedirler. 

Çernobil'de yaşanan nükleer kaza sonucu birçok canlı mutasyona uğradı. 
Bu gördüğünüz fotoğrafta Çernobil'de yaşanan nükleer kaza sonucu mutasyona uğrayan insanlardan bazılarıdır. Ayrıca itfaiyeciler yangına müdahale etmeseydi, ikinci bir patlama ihtimali çok yüksekti. İkinci patlama, Avrupa'nın tamamını yok edebilecek bir güçte olurdu. Nükleer kazanın yaşanmasından hemen sonra, insanlar Çernobil'den tahliye edildi. Şu an Çernobil hayalet şehir görünümündedir. Çernobil'e gitmek halen çok tehlikeli. Çernobil'e 18 yaşından küçüklerin gitmesi yasak. Ukrayna ziyaret amaçlı Çernobil'e turlar düzenlemektedir. 



  Burası, Çernobil'in ünlü lunaparkı. Bu parkta çocuklar oynama hayali kurarlarken, bu kaza yaşanıyor ve asla burada oynayamıyorlar. Kısacası Çernobil resmen yok olmuş durumda. Bazı görgü tanıkları da, burada zombiler gördüklerini iddia etmektedirler. Şu anda halen şehrin birçok tarafında öldürücü derecede radyasyon mevcut. Radyasyon %10 ile %30 arasında ise normal, %30'dan fazla ise ölümcül olarak kabul edilir. Bu kaza yaşandığında bu oran en az 10.000 katıydı. Bu dozda bir radyasyon, sizi birkaç dakika içerisinde öldürmeye yeter de artar bile. Yani kurtulsanız bile, ileride kanserden ölürsünüz. Burada radyasyona karşı çok sıkı önlemler alınmış durumda. Mesela orayı ziyaret ettiğinizde; 
  • Açık alanda yemek yiyemezsiniz. Yediğiniz yemeklere radyasyon bulaşıp sizi hasta edebilir.
  • Hiçbir şeye dokunamazsınız.
  • Yere hiçbir eşyanızı koyamazsınız.
  • Hayvanlara dokunamazsınız.
 


9 Ekim 2016 Pazar

Uzayda Yalnız mıyız?

Uzayda keşfedilmeyi bekleyen sayısız galaksi ve gezegen mevcut. Bilimadamları uzayda yaptıkları sayısız incelemelere rağmen, halen yaşanabilir bir ge-zegenin varlığına rastlayamadılar. İçinde bulunduğu-muz samanyolu galaksisinde bile keşfedilmeyi bekleyen pekçok yıldız sistemi mevcut. Nasa'nın bilim adamları halen uzayda yaşam bulunabilecek bir gezegenin varlığını araştırıyor. Görgü tanıkları UFO denilen cisimlerin dünyaya uğradığını ve hatta işaretler bıraktıklarını iddia etmektedirler. Bu araştırmalar bayağı bir sürecek gibi görünüyor. Daha güneş sistemindeki gezegenlerin ve uyduların özelliklerini yeni yeni keşfetmeye başladık. Şimdi bu güneş sistemimizdeki gezegenlerin özelliklerine bir bakalım:

Merkür: Merkür, güneş sistemine en yakın gezegendir. Merkür'de gün 58 dünya gününe eşittir. Çünkü güneşin etrafında dönen en yavaş gezegendir. Merkür'ün bu özelliği gezegenin diğer yanını kızartırken, diğer yanını ise donduruyor. Kısacası, burada asla yaşayamayız. 








Venüs
Venüs gezegeni dünya ile benzerliğinden "Dünya'nın ikizi" olarak adlandırılır. Her ne kadar büyüklük olarak dünyaya benzese de, dev bir fırın tabiri çok doğru olur. Venüs'ün yüzey sıcaklığı kurşunu eritecek kadar yüksek. Ayrıca yoğun karbondioksit içeren bulutlarla öldürücü asit yağmurlarına maruz kalıyor. Daha önce defalarca insansız hava aracıyla görüntülenmeye çalışsa da, hiçbiri yüzeyine ulaşamadan eriyip yok oldu. Düşünün ki, kurşunu eriten bir sıcaklık, bizim yaşamamıza imkan verecek gibi değil. Kısacası Venüs gezegeni de yaşayabileceğimiz bir gezegen olamaz.



Mars
Mars, hakkında en çok araştırma yapılan gezegenlerden biridir. Çünkü 8 gezegen içerisinde yaşamaya en uygun gezegendir. Yüzey sıcaklığının normal olması sebebiyle, astronotların bu gezegende araştırma yapmalarına izin vermektedir. Mars'da yaşamın varlığı, yıllardır astronotların araştırma konusu olmuştur. Hatta ileri teknolojiyi kullanarak, burada suni oksijen sağlayabilmeyi amaçlamaktadırlar. Hatta ileride birkaç insanın Mars'a giderek, Dünya'ya hiç dönmemek üzere orada yaşamasını sağlamayı düşünmektedirler. Ama suni oksijen ne kadar ihtiyacı karşılar, bilinmez. Ama şu anda Mars gezegeninin atmosferi, yaşama elverişli olmadığından, şu anda burada yaşamak mümkün değil. Ayrıca Mars yüzeyinde su da bulunmuyor.


Jüpiter
Jüpiter, güneş sisteminin en büyük gezegenidir. Üzerinde hiçbir kara parçası bulunmadığından, dev gaz devleri arasında yer alır. Gezegende meydana gelen korkunç fırtınalar, yaşamı imkansız hale getirmektedir. Ayrıca Jüpiter'in kuvvetli bir manyetik alanı var. Bu da öldürücü gazları atmosfere çekerek, gezegeni yaşam için tehlikeli hale getiriyor. Kısacası Jüpiter gezegeni de yaşam için elverişli değil.



Satürn
Satürn, güneş sisteminin ikinci en büyük gezegenidir. Kaya ve buz parçalarından oluşan halkalarla tanınmaktadır. İçeriğinde kara parçası bulunmadığından, gaz devleri arasında yer almaktadır. Yoğunluğu suyun yoğunluğundan bile düşüktür. Kısacası bu gezegen de, yaşama izin vermiyor.

Uranüs 
Uranüs güneşe en uzak ikinci gezegendir. Uranüs'ün atmosferi, yoğun karbondioksit nedeniyle mavi renktedir. Uranüs'ün bileşiminde %83 Hidrojen, %15 Helyum, %2 Metan(CH49 ve Amonyum buzu; su buzu; amonyum hidrosülfit; Metan buzu. Kısacası bu gezegende oksijen bulunmamaktadır. Bu da yaşam için elverişli değildir. Ayrıca Uranüs gezegeni, dondurucu soğuğuyla da canlı yaşamına izin vermemektedir. 

Neptün
Neptün, güneş sisteminin en uzak gezegenidir. Neptün, güneş sisteminde yer çekimi en fazla olan 2. gaz devidir. 24.764 km.'lik yarı çapı, dünyanın dört katı büyüklüğündedir.  Neptün'ün iç yapısı Uranüs'e benzemektedir. Atmosferi toplam kütlesinin %5-%10 kadarını ve dıştan merkeze doğru olan mesafesinin de yaklaşık %10-%20'lik kısmını oluşturur. Atmosfer basıncı 10GPa'yı bulmaktadır. Metan, amonyak ve su oranları atmosferin alt katmanlarında daha yüksektir.[7] (Kaynak: Vikipedi)

Dondurucu soğuğu nedeniyle, canlı yaşamına izin vermemektedir.

Plüton
Plüton'un gezegen olup olmadığı, halen tartışma konusudur. Plüton'un gezegen olduğuna kanıt, uydularının bulunmasıdır. Ancak yüz ölçümü bakımından çok küçük olduğundan, "Cüce Gezegen" olarak adlandırılmaktadır. Plüton güneşe en uzak gezegen olmasından, dondurucu bir soğuk hüküm sürmektedir. Zaman zaman, ince atmosferi bile buz kütlesine dönüşmektedir. Burada da yaşamamız, imkansıza yakındır.






Görüldüğü üzere güneş sistemimizdeki dokuz gezegenin sekizi, insan yaşamına müsehade etmemektedir. Kimisi atmosferinden, kimisi yüzey sıcaklığından, kimisi de yer çekiminden ve dönme hızından yaşamı imkansız hale getirmektedir.



Ancak Dünya gezegeni, tam yaşama uygun bir gezegendir. Yer çekimi, güneşe olan uzaklığı, atmosfer yapısı, yüzey sıcaklığı bu gezegeni yaşanabilir bir gezegen yapmıştır. Dünya gezegeninde yaşam, dışarıdan müdahale olmadığı takdirde, sürüp gider. Bilim adamları, yaşamak için dünyamsı gezegenler araştırmaktadırlar. Ama dünya dışında yaşanılabilecek bir gezegenin varlığına, henüz rastlanamadı. Halen dünyamsı gezegen araştırmaları sürmektedir. Belki ileride sürekli gelişen teknoloji sayesinde, dünyamsı bir gezegen bulup orada yaşamaya başlayabiliriz. Ama bu çok zaman alacağa benziyor. Dünya sonsuza kadar yaşamayacak. Elinde sonunda, dünya yaşanabilir atmosferini tüketecek. Böylece öldürücü gazlar yeryüzüne dolarak, toplu ölümlere sebep verecektir. Şu anda dünyanın yer çekimi kuvvetinin zayıfladığı belirtildi. Belki de bu durum, çok yıllar sonra dünyanın yok olmasına sebep olabilir. Bunun için bilim adamları, halen dünyamsı gezegenler aramaya devam etmektedirler.

Yazılarımın devamı için, bloğumu takip etmeyi unutmayın. 
Bu arada, destek için sitemde yer alan "Google Reklamları"na tıklamayı da unutmayınız. 

İlgi ve alakanız için teşekkür ederim.
Kaan Akalın

15 Temmuz Darbe Girişimi Hakkında

     Hepimizin yaşadığı o kara geceye bir bakalım. 
 Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın çağrısıyla, milyonlar sokaklara döküldü. Bu darbe girişiminde birçok vatandaşımız şehit ve gazi oldu. Şimdi darbenin ne demek olduğuna ve nasıl olduğuna bir bakalım. 

Darbe Nedir?
  Darbe, ülke yönetimini saf dışı bırakmak suretiyle askerler tarafından ülke yönetimine el konulmasıdır. Bu şekilde ülke en az 10 yıl geriye gitmektedir. Darbede amaçlanan olay, yönetimi devirerek, yerine başka bir hükümet getirmektir.

Daha Önce Yapılan Darbe Girişimleri

  Daha önce de 1980'lerde yaşanan Kenan Evren darbesi, bunun en güzel örneğidir. O gün yaşanan darbe teşebbüsünden önce, her yerde sağ-sol çatışması baş gösteriyordu. Sokaklarda terör estiriliyor, bunun zararını da yine en çok masum insanlar görüyor. Yaşanan 1980 darbesiyle, darbeye karşı direnen milyonlarca masum insan öldürülmüştü. Ama bu darbenin amacı terör değil, bu sağ-sol çatışmasına son vermekti. Yani Kenan Evre-nin bu darbeyi yapmaktaki amacı, ülkeyi bölmek veya işgaline sebep olmak değildi. Ama a-macı her ne olursa olsun, yapılan darbeler devlete ve millete büyük zararlar vermektedir. 

  Ancak 15 Temmuz'da yapılan darbe teşebbüsü, tamamen ülkeyi bölme amaçlıydı. Hatta iş-gal kuvvetleri planlarını çoktan yapmıştı. Fetö denilen örgütün gerçekleştirdiği bu terör sal-dırısında bir sürü masum vatandaş hayatını kaybetti. Bu terör olaylarının arkasında Amerika Birleşik Devletleri'nin olduğu belirtildi. Bu fetö mensuplarının tüm devlet dairelerinde bulun-duğu ve hatta cumhurbaşkanının baş korumasının da fetöcü olduğu ortaya çıktı. Bu kez yapılmaya çalışan darbe girişiminin hiçbir iyi niyet taşımadığı ortadadır. Kısacası bu yapılan darbe girişimi, aslında işgal girişimidir. Girişimin ne kadar ağır bilançoya mal olduğunu bili-yoruz.

  Bu Darbe Girişimi Bir Tiyatro muydu?
 Şimdi 15 Temmuz'da yaşanan bir darbe girişiminin tiyatro olması demek, cumhurbaşkanın kendi halkını öldürmüş olması demek değil mi? Madem bu bir tiyatro, neden Recep Tayyip Erdoğan'ı öldürmeye kalktılar? Bu darbe girişimi bir oyun ise, o zaman Recep Tayyip Erdoğan'ın fetö ile işbirliği yaptığı anlamına geliyor. Recep Tayyip Erdoğan bu darbeyi yapacak kadar zalim olsaydı, 12 sene boyunca iktidarda kalamazdı ve cumhurbaşkanı ola-mazdı. Kısacası bu darbe girişiminin asla tiyatro olmadığı ortadadır. Zaten bir sürü insanın da ölmesi, bu darbe girişiminin tiyatro olmadığını kanıtlar niteliktedir. 

  Halkımız 15 Temmuz'da sokağa çıkmasaydı ve o darbe girişimi başarılı olsaydı, şunlar olabilirdi:
  • Sokağa çıkma yasağı uygulanırdı. Kafayı dışarı çıkaran ya tutuklanır, ya da öldürülürdü. 
  • Ölü sayısı çok daha fazla olurdu. Her direniş gösteren, öldürülürdü. 
  • İnternet, telefon ve televizyon bağlantıları kesilirdi. İnsanların haberleşebilmesi engellenirdi. 
  • Dış güçler işgal planlarına başlarlardı. Başta Amerika, Rusya, İngiltere toprakları paylaşmaya başlarlardı. 
  • Ülke en az 50 yıl geriye giderdi. 
  • İnsanların banka hesaplarındaki paralarına el konulurdu. 
  • Türkiye'de iç savaş çıkar ve genel bir kaos egemen olurdu. Kısacası Suriye'den farkımız kalmazdı. 


 Bu saydıklarımın darbe girişiminden çok işgal girişimine girdiği çok açıktır. Kısacası bu darbe/işgal girişimi başarılı olsaydı, Türkiye Cumhuriyeti'nin varlığından söz edilemezdi. Bu darbe girişiminin başarısız olması bize pekçok şey kazandırdı:
  1. Birlik/beraberlik tekrar güçlendi.
  2. İnsanlar siyasi görüşlerini bir tarafa bırakarak, sadece vatan için mücadele ettiler.
  3. Vatan sevgimizin ne kadar güçlü olduğunu kanıtladık.
  4. Teknoloji değil, iman kazandı. Türk milletinin imanı en büyük silahıdır. Bu da darbe girişiminin engellenmesinde etkili oldu. 
  5. Kimin dost/düşman olduğu ve bu terör olaylarının arkasında kimin olduğunu öğrenmiş olduk. 

İlgi ve alakanız için teşekkür ederim. 
Siz de yorumlarınızla görüş ve düşüncelerinizi belirtebilirsiniz. 
Lütfen destek için Google Reklamları'na tıklamayı unutmayalım. :)

Kaan Akalın


8 Ekim 2016 Cumartesi

Kadınlar mı Daha Çok Konuşur, Erkekler mi?

Kadınlar kuşkusuz ki, konuşmaya başladığı zaman, en az 30 dakika ve hiç susmadan konuşma potansiyeline sahiptir. Konuşmaya başladıkları zaman, kronometre tutun. Ve susmasını bekleyin. Kuşkusuz, kronometre bozulacaktır. Kadınlar bir araya geldiği zaman, en fazla sesi çıkan varlıklardır. Üstelik seslerinin ayarı da yoktur, bağırarak konuştuklarında konuşma ortamında baskı kuran genelde kadınlardır. Bağırarak ve sürekli konuşmaları, insanda sinir, stres ve asabiyetin artmasına sebep oluyor. Kadınlar konuştuğu zaman, erkekler kulaklık taksa faydalı olacaktır. Çünkü kadın hiçbir zaman susmaz. Konuştukça daha çok konuşur. Konuşmasının sınırı yoktur. Ayrıca bu çok konuşmalarının asla yaşı yoktur. Mesela benim anneannem 70 yaşında olmasına rağmen, hiç yorulmadan konuşuyor. Bazen anneannem bu yaşta böyleyse, genç iken dedeme neler çektirdiğini hiç bilemiyorum. Erkekler genellikle sus pus olurlar. Kadınların karşısında kalkanları yoktur. İş stresi yetmiyormuş gibi, bir de kadın stresi de üstümüze ekleniyor. Ben yazmayı ne kadar seviyorsam, kuşkusuz kadınlar da konuşmayı o kadar seviyor. Her zaman konuşmayı adet haline getirmiş bu canlılar, bazen insanı canından bezdirebilir. Annem, anneannem ve teyzem bir araya geldiklerinde yüksek sesten bazen başım ağrıyor. Ama bu sürekli olan bir şey olduğu için, insan alışıyor zamanla. Kadınların konuştuğu kelime günde örneğin 150.000 kelime iken, erkekler sadece 85.000 kelime ile sınırlı kalıyor. Ve nedense şiddet uygulayan hep erkekler oluyor. Erkekler halbuki hiç susmayan bir çenenin gazabına maruz kalıyor. Sürekli konuşan ve bağıran canlı olan kadın, erkeğe şiddet uygulamıyor, adeta işkence ediyor. Bunun böyle olduğu bilim adamları tarafından da ispatlanmıştır. 

Ben sürekli konuşan biri değilim. Yerine göre, ortamına göre ve insana göre konuşurum. Boş ve çok konuşmaktan nefret ederim. Araştırmaktan, öğrenmekten hoşlanırım. Ama kadınlar konuşmaktan su bile içmeye vakit bulamıyor. :)

Rüyalar Hakkında

Rüyalar Hakkında

Rüyalar, her gece gördüğümüz ve bilinçaltımızdan kaynaklanan bir takım olaylar dizisine deniyor. Kimilerine göre rüyalarımızda ruh bedenden ayrılıyor, yani yarı ölüm deniyor. Kimilerine göre ise rüyalar zihnimizin bilinçaltından ürettiği bir takım oyunlardır. Bilim adamlarına göre herkes, her gün rüya görüyor ve bu gördüğü rüyaların sadece %1'ini hatırlayabiliyor. Ancak ne bilim adamları, ne filozoflar, ne de psikologlar rüyanın tam anlamı ile ne olduğunu çözebilmiş durumda değil. Rüyalar insanlığın başlangıcından itibaren, araştırma konusu olmuştur. Günümüzde her türlü teknolojik imkana rağmen, rüyanın ne olduğu, nelerden beslendiği tam olarak açıklanamamıştır. Bu rüya denilen olayların nasıl ve neden kaynaklandığı merak konusu olmuştur.  

Rüyalar Gelecekten Haber Verebilir mi? 
Rüyalar kimi zaman, görüldüğü şekilde aynen gerçekleştiği biliniyor. Atıyorum rüyasında araba kazası geçiren bir kişi, ertesi gün veya daha sonraki zamanlarda aynı kazayı gerçekten geçirebiliyor. Rüyalarımız gerçekten de kimi zaman ders verici nitelik taşırken, kimi zaman da gelecekten haber veren bir olaylar dizisi olabiliyor. Rüyalar gerek anlamıyla, gerekse olaylarla gelecekten haber verebiliyor.  

Rüyalarımız bize gelecekten haber verebilmekle beraber, aynı zamanda başımıza kötü bir şey gele-cek ise bizi uyarıyor. 


Gördüğümüz Rüyaların %95'ini Unutuyoruz
Bilimadamlarının son zamanlarda yaptığı araştırmalara göre, hepimizin rüya gördüğünü ancak sadece %5 gibi bir kısmı hatırlayabiliyoruz. Üstelik bu %5'lik kısım ise sadece, 1-2 saniyelik rüyalardır. Kişiler uyanmaya yakın gördüğü rüyaları daha iyi hatırlıyor. 

Rüyalar Ne Kadar Zaman Alır?
Gördüğümüz rüyaların bütün uyku zamanımız aldığını düşünsek de, bilimadamlarının söylediklerine göre, gördüğümüz rüyanın maksimum süresi sadece 5 saniyedir. Bu 5 saniye "Ram Uykusu" denilen bir uyku döneminde görülen rüyalar, sanki bize bütün uyku sürecinde gördüğümüz rüya gibi geliyor.

Kısacası görülen rüyaların tam olarak ne olduğu henüz tespit edilebilmiş değil. Rüyalar insanlık tarihinin başlangıcından itibaren halen tam olarak çözülemedi. Bizim bilmemiz gereken şey ise hepimizin rüya gördüğü, bu rüyaların sadece %5'ni hatırlayabildiğimiz ve sadece 5 saniye sürdüğüdür. Ama rüya halen cevap verilmesi gereken, önemli bir sorun! 

Yazılarımın devamı için, beni takip etmeyi unutmayın.
İlgi ve alakanız için teşekkür ederim. 
Kaan Akalın