if(window.location.href == 'https://kisiselyazilarimkaan.blogspot.com' || window.location.href == 'https://kisiselyazilarim.blogspot.com' ) { window.location="https://kisiselyazilarimkaan.blogspot.com"; } Kişisel Yazılarım : Mart 2018

12 Mart 2018 Pazartesi

Büyük İstanbul Depremi Hakkında

Büyük İstanbul Depremi Hakkında

Beklenen İstanbul depremi hakkında yazacağım bu yazı, yediden yetmişe herkesi ilgilendiriyor. Bu nedenle bu yazacağım yazıyı herkesin bilgilenmesi için, mümkün olduğunca paylaşmaya gayret edelim.

Herkesin bildiği üzere, 17 Ağustos 1999'da yaşanan Marmara Depremi, yüz binlerce insanın ölmesine ve yaralanmasına yol açmıştı. Aradan 19 yıl geçmesine rağmen, 17 Ağustos depremi halen daha tazeliğini korumakta. 17 Ağustos daha hafızalarda tazeliğini korurken uzmanlar, Büyük İstanbul Depre-mi hakkında uyarılarda bulunmaya başladılar. Senelerdir yapılan uyarılar ve bir türlü gerçekleşmeyen bu deprem, artık kabak tadı vermeye başladı. Ama, bilimadamları bu depremin önümüzdeki 20 yıl içerisinde her an olabileceğinin uyarılarını yapmaktalar. Bilimadamlarına göre, 17 Ağustos 1999'da yaşanan depremle, segment İstanbul'a kaymış ve mutlaka bunun büyük bir deprem meydana getireceğinin uyarılarını yapıyorlar.

Türkiye Deprem Haritası
Şu bir gerçektir ki, ülkemizde Kuzeydoğu Anadolu ve Batı Anadolu fay hatları yer almakta ve halen faal halindedir. İstanbul üzerinden geçen fay hattı, son enerjisini 17 Ağustos 1999'da boşaltmıştı. Ama ne var ki, aradan 18-19 sene geçmiş ve fay birikmeye devam etmekte. Depremin olması halinde minimum 7.1 şiddetinde olacağını ve 1999 depreminden daha dehşetli olduğunu belirten uzmanlar, depremin merkez üssünün İstanbul olacağını söylemekteler. Söz konusu konu İstanbul olunca ki, 20 milyon nüfuslu bir mega kentten söz ediyoruz, yaşanacak felaketin boyutlarını düşünmek bile insanı tedirgin etmeye yetiyor. Bugünlerde haberleri izlediyseniz, Büyük İstanbul Depremi'nin artık yaklaştığını ve her an olabileceğini söylemekteler. 

İstanbul, çarpık kentleşmenin yoğun olduğu bir şehir. Bu nedenle Büyük İstanbul Depremi meydana geldiğinde, ölümler ister istemez en az 200.000 kişiyi bulacaktır. Çünkü çarpık kentleşme, depremden kaçmayı da zorlaştırıyor. Her tarafın binalarla çevrelendiği bir yerde, depremden nasıl kaçabilirsiniz ki? Kesin olarak bildiğim tek şey, Büyük İstanbul Depremi mutlaka meydana gelecektir. Allah korusun şiddeti en az 7.1 şiddetinde olacaktır. İstanbul'da bu depremin olması ve yıkımın fazla olması durumunda, tüm Türkiye bundan etkilenecektir. Çünkü İstanbul ülkemizin ekonomi, sanayi ve eğitim bakımından en önemli şehri. Allah korusun İstanbul'da yaşanacak bu deprem, İstanbul'u yok olmanın eşiğine getirebilir. Çünkü 17 Ağustos depreminden 18-19 yıl geçmesine rağmen, halen daha deprem için alınmış önlemler söz konusu değil.
İstanbul'da çarpık kentleşmenin fazla olmasının yanında, depreme dayanıksız binaların fazla olması, felaketin boyutlarını daha da artıracaktır. Çünkü, insanları depremler değil, binalar öldürüyor. Aradan geçen 18 yıla rağmen, maalesef depremden ders alabilmiş değiliz. Halen daha daha ucuza mal edip, daha pahalıya satmak için depreme dayanıksız binalar yapılmaya devam ediyor. Gecekonduların da yoğun olduğu İstanbul, deprem için hiç de güvenli bir yer değil. Deprem bu ülkenin kaçamayacağı bir gerçek çünkü deprem kuşağının üstünde yaşıyoruz. Depremin olacağı kesin ama depremle yaşamayı ne kadar öğrendik? Orası kesin değil! 

Büyük İstanbul Depremi meydana geldiğinde, İstanbul'u bekleyen asıl tehlike boğaz köprülerinin yıkılması olacaktır. İşte bu köprüler yıkılırsa, İstanbul'da hayat tamamen duracaktır. Yani asıl tehlike deprem anında değil, depremden sonra olacaktır.

Bu yazımı beğendiyseniz +1 tuşuna basmayı ve daha fazla yazımdan anında haberdar olmak için, blogumu takip etmeyi unutmayın. Bana destek olmak için Google reklamlarına da tıklarsanız çok sevinirim.

Kaan Akalın

Kanserin Nedeni Sigara Olmayabilir!


Kanserin Nedeni Sigara ve Tütün Ürünleri Olmayabilir!

Sigara, dünyada en sık kullanılan tütün ürünlerinden biri. Ülkemizde de her üç insandan biri sigara kullanmakta. Sigaranın vücuda zarar verdiği, inkâr edilemez bir gerçek. Lakin kanserin nedeni sadece sigara olmayabilir. Zira sigara ve tütün ürünlerinin kullanımı çok eski zamanlara dayanmaktadır. Eski zamanlarda tütün ürünleri nedeniyle kanser olan insanlara rastlanılamamıştır. Bugün ise sigara ve diğer tütün ürünlerinin başta akciğer kanseri olmak üzere birçok tehlikeli kanser türünün kapısını açmakta. Acaba öyle mi? Bu yazımızda kanserlerin artmasındaki nedenleri ve bu artıştan tütün ürünlerinin ne denli sorumlu olduğunu göreceğiz. 

Kanser Nedir?

Kanser, vücudun bir bölgesinde, mutasyona uğrayan hücrelerin çoğalması sonucu o bölgenin zarar görmesi olarak tanımlanıyor. Kanseri ölümcül yapan ise, bu mutasyona uğrayan hücrelerin önemli organlarda yer alması olabilir; mide, bağırsak, akciğer, vb. Bu organlar, yaşayabilmemiz için oldukça önemli. Kanser denen hastalık aslında, mutasyona uğrayan hücrelerin o organı öldürmeye başlaması anlamına geliyor. Yaşayabilmemiz için son derece önemli olan organ öldüğü zaman bu, bizim de ölmemiz demek oluyor. 

Kanser, eğer mutasyona uğrayan hücrelerden meydana gelen bir hastalık ise, sigaranın ve diğer tütün ürünlerinin içinde de mutasyona neden olan maddeler bulunması gerekir. Ancak, bu maddelere sigara ve diğer tütün ürünlerinde rastlanılamamıştır.

GDO'lu Ürünler ve Kansere Etkisi

GDO'lu ürünler genetiği ile oynanmış, doğallığı kalmamış sebze, meyve ve diğer tarım ürünlerine verilen isim. Diğer bir ismi ise suni yani organik olmayan tarımsal üretim. Toprağın küresel ısınma yüzünden verimsizleşmesi, hava kirliliği gibi faktörler, verimli tarımı da imkânsız hale getiriyor. Bu durum da, insanları bu şekilde tarım yapmaya zorluyor. Bu tarıma verilen diğer bir isim de "seracılık".

Kanserin, mutasyona uğrayan hücrelerden dolayı organların zarar görmesi sonucu oluşan bir hastalık olduğundan bahsetmiştik. GDO'lu ürünler de genetiğiyle oynanmış ve mutasyona uğraşmış ürünlerdir. Biz GDO'lu bu ürünleri tükettiğimizde, mutasyona uğramış hücreleri de vücudumuza alıyoruz. Sonuç olarak GDO'lu ürünler, günümüzdeki kanser vakalarının artmasında etkili bir faktör.

1982'de yaşanan Çernobil nükleer kazası

Radyasyon ve Kansere Etkisi

1982'de Çernobil'de yaşanan nükleer felaketi çoğunuz duymuşsunuzdur. Çernobilde yaşanan nükleer patlama sonucu binlerce insan anında veya daha sonra kansere bağlı nedenlerle hayatını kaybetmişti. Bu kaza, bizim en büyük düşmanımız olan radyasyonun ne kadar tehlikeli olabileceğini gösteriyor. Çok fazla radyasyona maruz kalındığında mutasyonlar meydana gelebiliyor. Radyasyonun neden olduğu mutasyon, aynı zamanda ciddi kanser türlerine de davetiye çıkarıyor. Radyasyonun neden olduğu kanser sayısı, sigaraya nazaran oldukça fazla. Radyasyon kokusu, rengi ve tadı olmayan; el ile tutulamayan, göz ile görülemeyen bir madde. 

Radyasyonun günümüzdeki kanser vakalarının artmasındaki en büyük sorumlu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü devamlı yüksek miktarlarda radyasyona mağruz kalıyoruz. En çok radyasyon yayan şeylerden bahsetmek gerekirse kısaca şöyle sıralayabiliriz:  
1. Cep telefonu,
2. Televizyon,
3. Radyo
Bu üç cihaz, oldukça yüksek miktarda radyasyon yayıyor. Yani her an maruz kalınan bu radyasyon, hücrelerin zamanla mutasyona uğramasına ve bu da ciddi kanser türlerine yol açıyor. Burada sigaranın zararlarını inkâr etmiyorum ama kanser türlerinin artmasında sadece sigara sorumlu tutulamaz. Fark ettiyseniz kanser türlerindeki artış, teknolojinin gelişmesiyle başladı. Teknoloji her geliştikçe de, kanser vakaları artıyor. Bunun sebebi, teknoloji ile birlikte maruz kalınan yüksek radyasyon oranı.

Bu yazıyı beğendiyseniz +1 tuşuna basmayı ve daha fazla yazımdan anında haberdar olmak için blogumu takip etmeyi unutmayın. Bana destek olmak için, Google Reklamları'na tıklarsanız, çok sevinirim.

Yeni yazımda görüşmek üzere, hoşçakalın.
Kaan Akalın

x

11 Mart 2018 Pazar

İzmir'in Saklı Cenneti Dikili/Bademli Köyü

İzmir'in Saklı Cenneti Dikili/Bademli Köyü

Bu yazımda size, yıllar önce yaptığım İzmir'in Dikili ilçesine bağlı Bademli Köyü'nden ve güzelliklerinden bahsetmek istiyorum. Bu gördüğünüz fotoğraf Bademli'nin sahiline ait.

Bademli'ye 13 sene evvel gitmiştim. 13 seneden bu yana hep tekrar gitmek istediğim yerlerden biri olmuştur. Bademli, masmavi denizi ve bembeyaz kumlarıyla insanı kendisine hayran bırakıyor. Şehir yaşamından bunaldıysa-nız ve tatile gidecek bir yer arıyorsanız, size Bademli'yi tavsiye ediyorum. Türkiye gibi cennet bir vatanın böyle cennet gibi bir yere sahip olması, elbette düşünülemezdi zaten. Bademli, her yıl binlerce turisti kendisine çekiyor. Bademli'yi ziyaret etmemden 13 sene geçmesine rağmen, halen daha gitmeye özlem duyduğum bir yerdir. Yazdığım günlüklerde hep buradan bahsetmiş, burası hakkında çeşitli efsaneler hayal etmiştim. Bademli hakkında yaptığım araştırmalar sonrasında, burası hakkındaki tüm hayal ettiğim efsanelerin aslında gerçek olduğunu öğrendim. Bademli sahiline oldukça yakın olan üç ada bulunuyor. Bu adaların ikisi bize ait, diğeri Yunanistan'a. En yakın adada bir otel bulunuyor. Bu otel oldukça lüks ve pahalı. Böylesine güzel bir yerde konaklamanın ucuz olması elbette düşünülemez.

Bademli'deki Atlantis

Bademli'yi ziyaret ettiğinizde bu kaya dikkatinizi çekecektir. Bademli, doğal güzellikleri kadar tarihiyle de dikkat çeken bir yer. İşte Bademli'de yer alan bu kaya, aslında Dikili'ye esas adını veren yer. Bu kaya, eski zamanlardan kalma bir kiliseye ait. Bu kilisenin altında, sulara gömülmüş bir şehir yer almakta. Zamanında burada yaşayan şehir, meydana gelen şiddetli bir deprem sonucu yok olmuş. Çeşitli ülkelerden gelen insanlar, burada define avcılığı yapmakta. Ancak bu bölgeye dalmak şöyle dursun, yanından geçmek bile yasak. O zamana ait evler, at arabaları ve daha birçok şeyi görmek mümkün. Lâkin hükümet, doğallığın bozulmaması için, bu bölgeye gidilmesini yasaklamış durumda. Düşünsenize, eğer buraya dalmak yasak olmasa, o zamanki insanların nasıl yaşadığına dair önemli bilgiler edinecektir. Gerçek Atlantis mi arıyorsunuz? İşte, aradığınız yer. Belki de, gerçek Atlantis'in kalıntılarına ait bir şehirdir, kim bilir? 

Bademli Sahili'ne En Yakın Adada Yer Alan Kale


Bu kale, Bademli Sahili'ne son derece yakın bir adada yer alan tarihi bir kale. Bu kale, belki de Osmanlı zamanında buranın savunulması için kullanılıyordu. Türkiye'ye ait bu adada yer alan kale, Bademli'yi ziyaret ettiğinizde ziyaret etmenizi tavsiye ettiğim önemli bir yer.  





Bir adaya, sadece yüzerek gidebileceğinizi hayal edin. Bademli'de bunu yapabilirsiniz. Çünkü Bademli sahiline en yakın ada, sadece 20 metre uzaklıkta! Bu adalarda yeni şeyler keşfettiğinizi, tarihi ve doğal güzelliklere rastladığınızı düşünün. 
İşte Bademli'de tüm bunları yapabilirsiniz. Hem bembeyaz kumların ve masmavi bir denizin tadını çıkarabilir, hem de ilginç keşifler yapabilirsiniz. 
Şimdi imkânım olsa, burayı ziyaret etmeyi çok isterdim. Burayı ziyaret edip, tekrar aynı duyguları yaşamak isterdim. Bu sefer, eğer burayı ziyaret edersem, yapamadığım şeyleri yapmadan dönmek istemiyorum. Yapmak istediğim en çok şey, hiç şüphesiz o batan şehri keşfetmek...

Bu yazımı beğendiyseniz +1 tuşuna basmayı ve yazılarımdan anında haberdar olmak için blogumu takip etmeyi unutmayın.

Yeni yazımda görüşmek üzere...
Hoşçakalın!

Kaan Akalın

10 Mart 2018 Cumartesi

Boşanmalar ve Bazı Çözüm Önerileri

Boşanmalar ve Bazı Çözüm Önerileri

Bu yazıyı, anne ve babası 11 sene önce boşanmış olan biri olarak yazıyorum. Eşler bazen boşanmanın eşiğine geliyor ve maalesef çocuklar ya annelerini ya da babalarını kaybetmek zorunda kalıyorlar. Düşünün; siz birinden hoşlanıyorsunuz ve karşınızdaki o kişiyle hayatınızı birleştirme kararı alıyorsunuz. Ve bu birlikteliğin sonunda, hayatınızın en değerli varlığı olan çocuklar dünyaya ge-liyor. Ancak siz, aranızdaki bazı problemlerden dolayı boşanıyorsunuz. Ancak bir çocuk için belki de, dünyadaki en zor şeylerden biri, hiç şüphesiz anne ve babasından ayrılmak zorunda kalması... Düşünsenize sizi hayatınız boyunca besleyen, büyüten ve sizin için her türlü fedakârlığa katlanan anne ve babanız. Bir anda, ikisinin arasındaki problem yüzünden ya annenizi, ya babanızı ya da her ikisini de kaybediyorsunuz. Boşanmalardan en fazla zararı gören, çocuklar oluyor maalesef.

Bu grafik, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)'nun yaptığı boşanma oranlarını gösteren bir tablo. 2001'den 2016'ya ka-dar boşanmalarda ciddi bir artış görünüyor. Bu boşanmaların büyük çoğunluğunu, geçim sıkıntısı ve aile içi şiddetli geçimsizlik oluş-turuyor. Aslında hiç hoş olmayan boşanma oranları, gün geçtikçe artıyor. Yuva kolay kuruluyor mu ki, yıkılması kolay olsun? Nedir peki, insanları buna zorlayan? Türkiye'deki genel boşanma nedenlerini şöyle açıklayabiliriz:

1. Geçim Sıkıntısı
Daha önceki yazımda, geçim sıkıntısının temel nedeninin kapitalizm olduğundan bahsetmiştim. İşte kapitalizmin neden olduğu geçim sıkıntısı, boşanmalara da davetiye çıkarıyor. İnsan yapısı gereği, yaşam, beslenme ve çoğalma dışında birçok şeye ihtiyaç duyar. Bunlar seyehat etme, istediğini alabilme ve özgür olabilme... Geçim sıkıntısı, bu ihtiyaçlara engel olan en önemli faktör. Geçim sıkıntısının boşanmaya neden olabilmesi ise: Asgari ücret, bugün 1.600-1.700 TL civarında. Kirada oturuyorsa bir kişi, 1.700 TL'nin en az 800 TL'sini kiraya veriyor. Faturalar da 400 TL tutsa, geriye 500 TL kalıyor. Çocuklu bir aile, bu 500 TL ile nasıl geçinebilir? Bu geçim sıkıntısı, ister istemez aile içi geçimsizliğe sebep olarak, boşanmayla sonuçlanabilir.

2. Aile İçi Geçimsizlik
Aile içi geçimsizlik de, boşanmaların artmasındaki en önemli faktör. Eşlerden her biri, birinin üzerine çıkmaya çalışır. Hep kendini haklı kabul ettirmeye çalışır ve büyük tartışmalara ve kavgalara dönüşür. Bugün aile içi şiddetin artmasındaki en önemli faktör budur. Aile arasında yaşanan problemler, eşlerin bu tutumları yüzünden o kadar büyüyor ki bu, fiziksel şiddete bile yol açabiliyor. Sonuçta aileler yine soluğu, adliyelerde alıyor. Maalesef bu aile içi şiddette en büyük zararı, yine çocuklar görü-yor.

3. Aldatmalar
Eşinden mutsuz olan birey, mutluluğu bir başkasında aramaya başlıyor. Eşiyle yaşayamadıklarını, başkasıyla yaşamaya başlıyor. Eğer aldatılan birey iseniz; siz de aldatan kadar suçlusunuz! Çünkü, eşinizi mutlu edemiyor-sunuz. Ufak tefek şeylerden tar-tışma çıkarıyor, birbirinizi alttan almayı beceremiyorsunuz. Aldatan suçlu olabilir, ama aldatılan da o denli suçludur! Bu aldatmalar, artık yeni eş arayışına, başka bir kişi ile evlenmek istemeyle devam ederek, eşler yine soluğu mahkemede alıyor. 

4. Gelin-Kaynana Problemleri
Eşleri boşanmaya zorlayan bir başka neden, gelin-kaynana problemleri. Bazen bu damat-kaynana problemi olarak da karşımıza çıkmaktadır. Genellikle kaynana problemi, eşlerin annelerinin çocuklarını kıskanmalarından dolayı ortaya çıkıyor. Kaynana bireyin her işine karışır, her işine mana bulur, her işin kendisinin istediği gibi yapılmasını ister. Birey de buna eninde sonunda itiraz eder. Sonuç olarak eşler anneleri ve eşleri arasında kalır. Bu olumsuz tutum eşler arasındaki şiddetli geçimsizliğe kadar varıp, boşanmalara neden olabilmektedir.

Boşanmalara Bazı Çözüm Önerileri

  1. Her şeyden önce, çocuklarınızı düşünün. Çünkü boşanmalardan en çok etkilenen çocuklar olmaktadır. Çünkü siz boşandığınızda çocuğunuzu ya annesiz ya da babasız bırakıyorsunuz. Çocuklarınızın hatrına boşanmaktan vazgeçin!
  2. Aile içi geçimsizliği ortadan kaldırmak için; birbirinizi alttan almayı deneyin. Haklı olduğunuz durumlarda bile karşınızdakini haklı görün ve birbirinize güzel sözler söyleyin. Haklı olsanız bile karşınızdakine hakaret etmeniz, sizi haksız duruma düşürür.
  3. Geçime kanaat göstermeye çalışın. Hatta kadın da çalışmalıdır. Böylece geçim konusunda birbirinize destek olmuş olursunuz. Boşanmak, geçim sıkıntısı için bir çözüm yolu değil!
  4. Aldatan suçlu olduğu kadar, aldatılan da suçludur! Aldatılan eşini nasıl mutlu edebileceğini araştırmalı. O, sizi sizde aradıklarını bulamadığı için aldatıyor. Siz de o aradığı şeyi bulup, ona sunmalısınız.
  5. Kaynana gelin/damadını kendi evladı gibi; gelin ve damat da, kaynanasını annesi gibi görmeli. Kaynana gelin/damadın her işine karışmamalıdır. Sonuçta her ikisi de yaşını başını almış, aklı başında insanlardır. Gelin/damat da, kaynanasına daima hürmetle yaklaşmalı, saygıda kusur etmemelidir.
Bu yazdıklarım, boşanma, nedenleri ve çözüm önerileri hakkında. Benim de annem babam boşandı ve neler yaşadığımı bir tek ben biliyorum. Belki bu yazımı bir kişi okur da, boşanmaktan vazgeçer diye umuyorum.

Bu yazımı beğendiyseniz +1 tuşuna basmayı ve daha fazla yazımdan haberdar olmak için blogumu takip etmeyi unutmayın. Bana destek olmak için Google Reklamları'na tıklarsanız çok sevinirim.

Yeni yazımda görüşmek üzere, hoşçakalın!...
Kaan Akalın

9 Mart 2018 Cuma

Kendine Gel Ey Müslüman!

Bugün mazlum beldelerinde zulmün en acımasız şekilleri uygulanıyor. Her türlü işkencenin eziyetin uy-gulandığı bu zamanda, bizler rahat yaşayabiliyoruz. Kafamızda bombalar patlamıyor ve en önemlisi, kadınlarımız başka milletten askerlerin çocuklarını ta-şımıyor. Bugün Suriye'de, kadınlar Amerikan askerlerinin çocuklarını taşıyorlar. Bundan daha büyük zulüm, ne olabilir? Herkes elini vicdanına koysun ve düşünsün! Ya biz, onların yerinde olsaydık? Ya bizim de kafamızda bombalar patlasaydı, ya bizim çocuklarımız ölseydi, ne olurdu halimiz? Dünya hali bu,  bugün dev, yarın cüce olursun. Bugün zengin, yarın fakir olursun. Ne olacağı belirsiz... 
Bugün Filitsin, Suriye, Arakan ve daha birçok İslam ülkesinde, Zulmün en aşağılık şekilleri yaşanıyor.
Sen, bugün istediğini yiyip içebiliyorsun. Onların yediği, o da bir kuru ekmek, bir tas çorba, o da belki... Sen rahat yaşıyorsun, istediğin şeyleri alabiliyorsun. Sıcacık evinde, rahat yatağında uyuyorsun. Onların yatağı ise toprak! Yaşamları, her gün ölüm korkusuyla geçiyor. Çocuklar anne ve babalarını kaybediyor. Anne ve baba evladını kaybediyor. Şimdi biraz elini vicdanına koy ve düşün Müslüman! Ya sen onların yerinde olsaydın? Ya sen her an öldürülme korkusuyla, anne ve babanı veya evladını kaybetme korkusuyla yaşasan? Bir düşün... Bugün sen, Suriye'de Esed denen katilin zulmünden kaçan o zavallı insanları yadırgıyorsun. Ne işleri var bizim ülkemizde? Gidip savaşsınlar! Diyorsun. Ama biliyor musun onların neler yaşadığını? 

Hiç savaş gördün mü sen? Senin çocuğunu öldürdüler mi hiç? Hiç karına kızına tecavüz etmeye kalktılar mı ya da senin karına kızına kendi çocuklarını zorla taşıttırdılar mı? İşte o istemediğin, nefret ettiğin Suriyeli kardeşlerimizin yaşadığı da o. Sen onları yadırgıyorsun, çünkü sen ne savaş gördün, ne de eziyet! Sen rahat yaşıyorsun, özgürce yaşıyorsun. Ama onlar, devamlı öldürülme tehlikesi yaşıyor biliyor musun? Onlar özgür değillerç rahat değiller. 

Ya YPG, ya PKK onlara yapmadıkları eziyeti bırakmadı. Şimdi sen Suriyelileri istemeyerek, o terör örgütlerine benzemiş olmuyor musun? 

Hani sen misafirperverdin? Hani sen düşmüşe el uzatırdın? Nerede kaldı bunlar? Sadece kimliğinde Müslüman yazmasın artık! Müslüman olduğunun bilincinde ol artık. "Müslümanların dertleriyle dertlenmeyen bizden değildir!" buyuruyor Peygamber Efendimiz (s.a.v). Sen Muhammed (s.a.v) Efendimiz'in ümmetinden değil misin? 

Gelin, düşmüş kardeşlerimize el açalım. Gücümüz yetmese bile en azından onlar için dua edelim. Yasîn okuyalım, Fetih okuyalım. Maddi olarak bir şeyler yapamıyorsak, manevi olarak onların yanında olalım.

Selam ve Dua İle
Bu yazımı beğendiyseniz +1 tuşuna basmayı ve yazılarımdan anında haberdar olmak için blogumu takip etmeyi unutmayın. Bana destek olmak için Google Reklamları'na da tıklarsanız çok sevinirim.

Yeni yazımda görüşmek üzere, hoşçakalın!
Kaan Akalın

8 Mart 2018 Perşembe

O Gün Gelmeden Önce...

O gün gelince anne baba evladından, evlat anne babasından kaçacak! O gün yalvarmanın, pişmanlı-ğın fayda vermeyeceği o gün! Herkesin yaptıklarıyla başbaşa o-lacağı, her yaptığının karşılığını göreceği o gün! O gün, artık insana mal, servet, güç fayda vermez. Orada sadece kişinin imanına ve ameline bakılır. Allah (c.c) buyuruyor: "Kim ne kadar hayır yapmışsa onu görecektir. Kim zerre kadar şer yapmışsa onu da görecektir." (Zilzal; 7-8) Şu gaflete daldığımız ve unuttuğumuz ahiret var ya, işte o gün mutlaka gelecek. Benim bu yazıyı yazmam ne kadar hak ise, ahiretin geleceği de o kadar hak! Bugün okunan selalar, kılınan cenazeler ve ölüm ne kadar hak ise, dünyada yaptıklarımızın hesabını vereceğimiz o gün onkadar hak! 
Bu yazdıklarım, kimsenin ho-şuna gitmeyecek. Birçoğu da saçmaladığımı düşünecek. Ama o gün geldiğinde, bu anlattıklarım ne kadar saçma, ne kadar gerçek anlaşılacak! Ben bir din adamı, bir müftü ve vaiz değilim. Yalnızca, Allah'a kul olmaya çalışan, insanları uyarmakla görevli biriyim. Evliya değilim, veli değilim. Ben de günahkâr biriyim. Bu yazdıklarım nefsimi hesaba çekmeye ve insanları uyarmaya yönelik! Zira o gün gelince yapılan uyarıların, ikazların hiçbir anlamı ve yararı olmayacak! Bunlar sadece bu dünyada işe yarar... 

O Gün Gelmeden Önce...

O gün gelince zikrin, hatırlamanın faydası olmayacak. Zikir, bu dünyada yapmamız gereken bir şeydi! Zira dünya amel yeri, ahiret hesap yeriydi! O gün, ağlamanın, sızlanman-ın fayda vermeyeceği gün. Hâlbuki insan o gün için yaşadığını ve dünyada yapıp ettiklerini birbir göreceği o güne geleceğini bilmeli, hatırlamalıydı! İnsan aldatıcı dünyaya kandı, sürekli var olacağını sandı. Okunan selalardan ve yaşanan ölümlerden hiç ders almadı! O ölümün kendisine hiç gelmeyeceğini sandı! Artık sonunda ölüm ona geldi ve yapıp ettikleriyle başbaşadır artık! O gün bin kere "Ne olur, beni tekrar dünyaya döndürün! Hatalarımı telafi edeyim!" diye bin defa yalvarır ama faydasız. Ona o şans verilmişti oysa. O, ona verilen ömrün bir emanet olduğunu ve bir gün ondan geri alınacağını unutmuştu. Yaşamın amacını ve nasıl yaşaması gerektiğini ona gösteren Kur'an ve Sünnet'i umursamamıştı! Artık o umursamadıkları, onu kuşatıvermiştir. Allah'ın rahmetini ve merhametini değil, gazabını kazanmıştı. Zira Allah, ona bunların olacağını 1400 sene evvel haber vermiş-ti! Ama o ne yapılan uyarıları dinledi, ne de ikazları... Ona verilen bu emanet ömrü günahlarla, maleyani şeylerle doldurdu. Hırs ve öfkenin peşinden gitti, birçok insanın canını yaktı, defteri kul haklarıyla doldu! 

Artık kıyamet kopmuş, herkes Allah'ın huzurundadır. Herkese yapıp ettikleri bir bir sorulur. O gün hiçkimse hesaptan kurtulamaz! O insan, bu günle karşılaşacağını unutmuştu. O, bu günle karşılaşmadan önce Peygamber Efendimiz (s.a.v) ve Kur'an tarafından uyarılmıştı. Ama o, kulak asmadı ki! O, bunların başına geleceğini hiç aklına getirmemişti! O kaçtığı gerçekle başbaşadır artık... Nasıl verecek o yaptıklarının hesabını şimdi! İşlediği onca günah, yaktığı onca can! Nasıl bakacak bu hal ile o Rahman'a?! Hâlbuki o, onu yaratan Allah'a iman etseydi, günahlardan kaçsaydı, Allah'ın gazap ettiği yerleri değil de, Allah'ın razı olduğu mescidlerde, ilim meclislerinde olsaydı, daha iyi değil miydi? Onu ateşe atan Allah değil aslında, insanın kendisi! Dünyadaki ateşe yarım saniye dayanamayan bir insan, şimdi kendisini o 1000 kat daha şiddetli cehennem ateşine atmaktadır. Ne büyük bir akılsızlık ve gaflettir bu!  

Sen şu anda yaşıyorsun ve halen daha vaktin var! Akıllı bir insan, kendini bile bile ateşe atar mı?! İşlediğin bütün günahlara rağmen, seni affetmek için bekleyen bir Rabbin var! Sadece yapman gereken, samimi olarak ve gerçekten işlediğin günahlardan pişmanlık duyarak; "Ya Rabbi! Bütün yapmış olduğum günahlardan, ben pişmanım!" demek. Bu mu zor? Bak ömrün geçiyor, vaktin daralıyor. Hiç mi ibret almıyorsun yaşanan ölümlerden? Bugün başkası için okunan sela, yarın senin için okunacak! O gün gelmeden önce, evladın anne babadan; anne ve babanın evladından kaçacağı o gün gelmeden önce bir şeyler yap! Ne yapman gereken, sana 1400 yıl evvel söylendi! Artık aklını başına al! 

Bu yazdığım yazı hoşunuza gitmeyebilir! Çünkü, gerçek olan şeyleri yazdım. Nefsin hoşlanmayacağı şeyleri yazdım. Nefsin hoşlanmayacağı şeyleri yapmayarak, başımızın ağrımaması için yazdım. Ben sizden farklı bir şey değilim. Hatta hepinizden daha günahkâr biriyim. Ben bu yazıyı, biraz nefsimi hesaba çekmek için yazdım.

Bu yazımı beğendiyseniz +1 tuşuna basmayı ve blogumu takip etmeyi unutmayın. Bana destek olmak için Google reklamlarına da tıklarsanız, çok memnun olurum.

Yeni yazımda görüşmek üzere! Hoşçakalın...
Kaan Akalın

Boğaz Ağrısına Ne İyi Gelir?

Boğaz Ağrısına Ne İyi Gelir?

Boğaz ağrısı, özellikle kış aylarında hepimizin başına gelen, can sıkıcı bir durum. Boğaz ağrısına genelde virüsler neden oluyor. Boğaz ağrısı tedavi edilmediği takdirde enfeksiyonlara da neden olabiliyor. Bu yazımızda da sizler için boğaz ağrısı ve boğaz ağrısına iyi gelebilecek çözüm yollarını araştırdık ve sizler için yazdık. 
Boğaz ağrısı, birçok üst solunum yolu hastalığının habercisi olarak da bilinir. Genelde boğazımız ağrıdığında; "Acaba hasta mı olacağım?" dediğimiz sıkça oluyordur. Boğaz ağrısına, virüsler neden oluyor. Bu durum, günlük yaşantımızı olumsuz olarak etkiliyor. Antibiyotik kullanımı, boğaz ağrısına çözüm olamayabilir. Çünkü boğaz ağrısının temel nedeni virüslerdir. Antibiyotik tedavisi, sadece bakteriyel hastalıklarda kullanılmaktadır. Boğaz ağrısı için antibiyotik kullanmak, sağlığımızı daha kötü tehlikeye atmaktadır. 

Boğaz Ağrısı Nasıl Tedavi Ediliyor?

Boğaz ağrısı tedavisinde genellikle boğaz pastilleri kullanılmaktadır. Bunun yanında, grip ve soğuk algınlığı hastalıklarının semtopmik  tedavisinde kullanılan ilaçlar da kullanılabilmektedir. Yine de kafamıza göre ilaç kullanmak doğru değildir. Boğaz ağrısı için hekimimize başvurmalı, doğru teşhis ve tedaviyi harfiyen uygulamalıyız. 

Boğaz Ağrısına İyi Gelebilecek Bazı Doğal Yöntemler: 

  • Mümkün olduğunca boğazınızı sıcak tutmaya çalışın. Boğazınızı bir tülbent veya bez ile bağlayıp, boğazınızın sıcak kalmasına yardımcı olabilirsiniz. 
  • Vitamin alımına önem gösterin. Boğaz ağrısı, bağışıklık sistemimizin zayıfladığının bir göstergesi ve bir üst solunum yolu hastalığının habercisidir. Vitamin alımına özen göstermek bağışıklık sistemimizi güçlendirir ve boğazımızın yumuşamasına yardımcı olabilir. 
  • Sıcak içecek tüketimine özen gösterin. Özellikle süt, boğaz ağrısına oldukça iyi gelen bir yöntemdir. Her gece yatmadan ve sabah kahvaltılarında sıcak süt tercih edin. Böylece kesin ve kalıcı olarak boğaz ağrısından kurtulabilirsiniz.
  • Naneli şeker kullanımı da, boğaz ağrısına iyi gelen bir başka çözüm yoludur. Naneli şeker, boğazımızın yumuşamasına ve ağrının da azalmasına yardımcı olabilmektedir. 
 Bu yazımızda elimizden geldiğince boğaz ağrısına iyi gelebilecek bazı çözüm yollarını sizlerle paylaşmak istedik. Dediğimiz gibi, virüs kaynaklı hastalıkların tedavisi olarak sadece belirtilerin tedavisi olarak bazı ilaç ve doğal çözüm yolları kullanılmaktadır. Antibiyotik kullanımı viral hastalıkları iyileştirmekten ziyade daha da kötüye götürebilmektedir. Antibiyotik kullanmadan önce mutlaka hekiminize danışmanız önemle tavsiye edilir.

Bu yazımı beğendiyseniz +1 tuşuna basmayı ve daha fazla yazımızdan haberdar olmak için blogumu takip  etmeyi unutmayın. 

Yeni yazımda görüşmek üzere!... Hoşçakalın
Kaan Akalın

 

6 Mart 2018 Salı

Keşfedilen En İlginç Gezegenler

Teknoloji geliştikçe, bilimsel ça-lışmalar da gelişiyor. Bilimsel çalışmalar geliştikçe de evrende birçok ilginç gökcismi de keşfedilmeye devam ediyor. İşte bilimin henüz yeni keşfettiği, birbirinden ilginç gezegenler! 

Bu tür yazıların daha fazla gel-mesi için blogumu takip etmeyi ve yazılarımı sosyal medya he-saplarında paylaşmayı unutmayın. 
1- Kepler 10c:
Bu yukarıda gördüğünüz resim, yeni keşfedilen Kepler 10c geze-genine ait. Kepler 10c dünyadan 2-3 kat daha büyük ve 570 ışıkyılı uzaklıkta. Bu cisme baktığımızda, dünyaya biraz benzediğini düşünüyoruz değil mi? İşte insanoğlunun yıllardır aramaya çalıştığı şey bu: "Yeni bir ev bulmak!" 

Bir önceki yazımda da bahsetmiştim; bir gezegen ne kadar büyükse, yerçekimi kuvveti de o kadar etkili oluyor. 


Güneş Sistemi'nin en büyük gezegeni olan Jüpiter'i ele alalım. Jüpiter'in yerçekimi kuvveti o kadar güçlü ki, gezegenin yanından geçmeye kalkmanız bile sizi içine çekmesine yetiyor. İşte Kepler 10c ve diğer büyük gezegenler de bu şekilde. Yerçekimi çok fazla olan bir gezegende, zaten yaşam olması çok yüksek değil. 
Yerçekiminin çok fazla olması, zehirli gazların atmosfere çekilmesine ve yaşanılabilir bir atmosferin ihtimalini ortadan kaldırabilir. Sıradaki gezegene geçelim...

2. Kepler 10b: 
Her tarafınızın alev alev yandığını hayal edin. İşte Kepler 10b'de göreceğiniz şey tam olarak bu... Kepler 10b NASA tarafından 2011'de keşfedildi. Kepler 10b, Güneş Sistemi dışında keşfedilen en küçük gezegen olarak anılıyor

3. KOI-214c:
KOI-214c, bilimin şimdiye kadarki keşfettiği en hafif gezegen. Dünya'dan 60 kat büyük bir çapa sahip olmasına rağmen, gaz yapısı ağır bir atmosferden oluşuyor ve bu yüzden oldukça hafif.

4. Gliese 581-e:
Dünya dışında başka bir yaşamın olabileceğini düşündüren Gliese 581-e yaşam olasılığı yüksek olduğu düşünülen en ufak gezegen. Gliese 581-e, 2011 yılında ünvanını Kepler 10-b'ye kaptırdı. Gliese 581-e, Gliese 581 yıldız sisteminde yer alıyor.

 5. WASP-12b
Hani size yukarıda her yanı yanan ateşten ve karanlıktan oluşan bir gezegenden bahsetmiştim ya; WASP-12b yanından hiçbir şey kalıyor. Güneş Sistemi'nin en sıcak gezegeni olarak bilinen Venüs bile bu gezegenin yanında soğuk kalıyor. Yoğun asit yağmurlarıyla yıkanan WASP-12b, yaşamı imkansız kalıyor...


Şimdilik, keşfedilen gezegenler bunlar. İnsanoğlu, her yıl evrende birbirinden ilginç gezegen ve yıldız sistemleri keşfediyor. Şu anda Samanyolu Galaksisi'nde bile keşfedilmeyi bekleyen milyonlarca gezegen ve yıldız sistemi mevcut. Bu da Allah'ın evreni nasıl bir kudretle yarattığını kanıtlıyor. Bütün gezegen ve yıldızlar kendileri için belirlenmiş bir yörüngede dönüyor. 

Bu da Allah (c.c)'ın varlığını kanıtlamaya yetiyor.

Bu yazımı beğendiyseniz +1 tuşuna basmayı ve yazılarımdan anında haberdar olmak için blogumu takip etmeyi unutmayın. Bu arada bana destek olmak için, Google Reklamları'na tıklarsanız çok sevinirim.

Yeni yazımda görüşmek üzere hoşçakalın...
Kaan Akalın

5 Mart 2018 Pazartesi

Televizyonun Zararı

Daha önceki yazımda teknolojinin insanları nasıl yalnızlaştırdığından bahsetmiştim. Bu yazımda da, televizyonun bize ne denli zarar verdiğinden bahsetmeye çalışacağım. 

Büyüklerim daha iyi bilirler: Televizyon icat edilmeden önce, insanlar hep bir arada yaşardı. Yemekler hep birlikte yenir, sohbetler edilirdi. Televizyon, 20. yüzyılda icat edildi. Şu anda 21. Yüzyıldayız ve herkesin evinde televizyon var. Televizyon insanları o kadar etkiliyor ki; insanlar, artık başkasıyla konuşmaya ihtiyaç duymuyor. İhtiyacımız olan her şey, televizyonda var; belgesel, dizi, çizgifilm vs. 

Önceden hatırlıyor musunuz? Her gün, sokakta oynayan çocuklar görüyorduk. Artık televizyonda yer alan ve 24 saat süren çizgifilmler yüzünden, maalesef sokakta oynayan çocuklara rastlamak oldukça güç! Hepsi, televizyonun o büyüleyici dünyasına hapsolmuş durumdalar. Çocukların vakitlerinin çoğunu televizyon karşısında geçirmesi, sorumluluklarını yerine getirmeme, becerilerini geliştirememe gibi önemli sorunlara yol açıyor. Ayrıca, televizyon çocukların okul başarısını olumsuz olarak etkiliyor. Tehlike sadece çocuklar için geçerli değil tabii ki. Yetişkinler de televizyonun etkisiyle çocuklarıyla ilgilenmiyorlar. Futbol, diziler, filmler derken televizyon hepimizi aptallaştırıyor! Araştırma ve geliştirme isteğimizi yok ediyor. 

Televizyon yüzünden, insanlar fazla fiziksel aktivite yapmıyor. Sürekli yatarak, oturarak televizyonun karşısında geçirilen vakit sonucu, obezite sorununun artmasına da neden oluyor. Ayrıca, uzun zaman televizyon başında geçirilen zaman, göz sağlığımızı da olumsuz olarak etkiliyor. Günde en az 3-4 saatimizi televizyonda geçiriyoruz. Televizyonda dizilerin insanlara nasıl zarar verdiğinden, önceki yazımda da bahsetmiştim.

3-4 saat televizyon karşısında geçiren bir insan, ister istemez bu dizilerin etkisinde kalıyor ve o dizide işlenen konu kendisine aşılanmış oluyor. Bu da toplumun ahlakını olumsuz olarak etkiliyor. İşte bu da televizyonun bir zararını daha ortaya koyuyor.

Televizyon, aslında bilinçli kullanıldığında faydalı olabilir. Ben, sadece televizyonda belgesel ve haber izlerim, o da 1-2 saati bulmaz. Ben televizyonu sadece bilinçlenmek için kullanırım. Ama bunu aşırı kullandığımızda, bu saydığım sorunlarla karşılaşabiliyoruz. Televizyonun zararlarından korunmak için birkaç öneriyi şöyle sıralamak istiyorum;

  • Televizyon kullanımına sınırlama getirelim (günde en fazla 1 saat gibi).
  • Televizyonda sadece bizi bilinçlendirecek programlar izlemeye gayret edelim.
  • Televizyona kapılıp, sevdiklerimizi ihmal etmeyelim.
  • Televizyondan çok araştırmaya ve okumaya özen gösterelim.
Bu yazıyı beğendiyseniz +1 tuşuna basmayı ve blogumu takip etmeyi unutmayın. Bana destek olmak için de Google Reklamları'na da tıklarsanız, çok memnun olurum.

Yeni yazımda görüşmek üzere...
Kaan Akalın


Avrupa Birliği Üyeliği

Senelerdir tartışılan Avrupa Birliği Üyeliği, artık yalan hikayesine dönmeye başladı. Tam 15 sene süren AB üyeliği süreci, bir türlü nihayete varamadı. AB aslında bizi istemiyor, tüm bu olanlar, bunu kanıtlıyor. Şu anda AB, terör örgütü üyelerinin serbestçe dolaşabildiği, Türkiye karşıtı her türlü eylemin yapıldığı ülkelerden mevcut. Söz konusu, Avrupa Birliği'ne üye ülkelerin %95 Hristiyanlık dinine mensup. Müslüman bir ülkeyi neden Avrupa Birliği'ne sokmak istesinler ki? Avrupa Birliği her ne kadar Türkiye'yi AB'ye almak zorunda kalacaktır. Çünkü şu anda AB ülkelerinin çoğu ekonomik krizin eşiğine gelmiştir. Tamam AB teknoloji bakımından güçlü olabilir ama bu teknolojik güç, karın doyurmaz! AB'nin bizi üye yapmak istememesinin diğer bir nedeni ise; Türkiye 80 milyon bir nüfusa sahiptir. Bunun yanında Türkiye, Avrupa'nın en genç nüfusuna da sahip. Eğer Türkiye AB'ye girerse, AB'de tek söz sahibi ülke konumuna gelebilir. Dediğim gibi, AB bizi ne kadar istemese de eninde sonunda AB üyeliğine almak zorunda kalacaktır. AB'yi Türkiye'yi üye yapmaya zorlayacak başlıca faktörleri şu şekilde sıralayabiliriz:
  • Türkiye, 80 milyon nüfusa sahiptir. Bu 80 milyon nüfusun %70'ini gençler oluşturmaktadır. Avrupa'da ise genç nüfus bir hayli azdır. Avrupa Birliği, bu faktörü göz önüne alarak bizi AB'ye almak zorunda kalacaktır.
  • Türkiye, her an gelişiyor. Avrupa'nın en büyük havaalanı, 3. Boğaz Köprüsü derken, Türkiye askeri, siyasi ve ekonomik alanda önemli ölçüde gelişme kaydetmiştir. AB'de bu gelişmekte olan bu ülkeyi AB'ye almak zorunda kalacaktır.
AB şu anda kan kaybetmektedir. Bu kan kaybı devam ettiği müddetçe, varlığını sürdüremeyecektir. AB'nin Türkiye'ye saldırmak istemesinin temel nedeni ise, Türkiye'nin devamlı gelişmesi, AB ülkeleriyle yarışır duruma gelmesidir. Şu anda AB üyesi olsak bile, bu bize bir avantaj sağlamayacaktır. Çünkü AB zaten bitmek üzere. Art arda patlak veren ekonomik krizler, AB'yi yıkılmanın eşiğine getirmektedir. AB mutlaka bizi almak zorunda kalacak, çünkü Türkiye gibi gelişmiş ülkeyi almazsa dağılıp gidecek. Öyle gözüküyor ki, Türkiye 2023'de artık bir süper güç olacak. Yani, Türkiye süper güç olan tek İslam devleti olacak. Boğazlardan geçmek isteyen gemiler, bize para ödemek zorunda kalacak. Ayrıca artık kendi petrolümüzü çıkarabileceğiz. Bunun yanında dünyada sadece Türkiye'de bulunan bor madenlerini çıkarabilecek hale geleceğiz. Başta AB olmak üzere tüm düşmanlar bunu biliyor ve bunu yaptırmamak için uğraşıyorlar. AB zaten bizim dostumuz değil ki, bizi AB'ye alsın. Ama almak zorunda kalacak. Artık Türkiye AB'ye değil, AB Türkiye'ye muhtaç olacak. 2023'de bence Türkiye altın çağa atlayacak. Bunun için terör örgütleriyle buna engel olmak istiyorlar ama yapamıyorlar. Türkiye, her türlü engellemeye rağmen süper güç olma yoluna devam ediyor.

Bu yazımı beğendiyseniz +1 tuşuna basmayı ve yazılarımdan haberdar olmak için blogu takip etmeyi unutmayın. Bana destek olmak için Google Reklamları'na tıklarsanız, çok sevinirim.

Yeni yazımda görüşmek üzere, hoşçakalın!
Kaan Akalın 

Yazma Merakım Nasıl Başladı?

Ben Kişisel Yazılarım blogunu üç senedir kullanıyorum. Yaptığım araştırmaları, görüşlerimi biraz edindiğim bilgiler ve biraz da hayal gücümü kullanarak yazı yazmaya çalışıyorum. Araştırma merakım çocukluktan beri var. Sürekli yeni şeyler öğrenmeyi, öğrendiklerimi başkalarıyla da paylaşmayı seven biriyim. Daha önce yazılarımı ya günlüğüme ya da bilgisayara yazıyordum. Amma ve lakin, bu yazdıklarımın insanlar tarafından görülmesini, insanların da bu yazdıklarımı okuyarak bilinçlenmesini istiyordum. Daha sonra aklıma bir blog sitesi oluşturmak geldi. 
Açtığım blog sitesinde yaptığım araştırmaları, edindiğim bilgileri, görüşlerimi makale halinde yazmaya başladım. Emin olun, yazmaya başlayınca ilham da otomatik olarak geliyor. Bu yazılarıma araştırma raporu desem yanlış olmaz. Hani, yazdıklarıma biraz hayal gücü katıyorum ama kesinlikle doğrudan başka bir şeyi yansıtmaz. Sürekli yaz-mak, hoşuma gidiyor. Yazma yeteneğim de sonradan gelişti. Yazmayı okumaktan daha çok seviyorum. Daha önce firmaların internet sitesi için SEO uyumlu makaleler yazıp firmayı Google'da 2-3 ayda üst sıralara çıkartmıştım. Yani yazmak, bana zevk verdiği kadar para da kazandıran bir hobi olmuştu. Ama tabi, her zaman bu kadar işler yolunda gitmiyor. Bazen bu yazdıklarımı 15-20 kişi bile zor okuyor.  Ama ben Kişisel Yazılarım blogunu insanların okuması için değil, hobimi yaşamak için açtım. Her yazıdan aynı sonucu beklemek, elbette doğru değil. 
Yazı yazmayı seviyorum. Zaten önemli olan da bu. Sevdiğim şeyi yapıyorum. Google ayrıca yazdığım yazılardan para kazanma fırsatı da sunuyor. Bu yazdıklarımı ne kadar kişi okursa, Google bana o kadar ödeme yapıyor. Ben bunu sadece para için yapmıyorum ama, bu da beni yazmak için teşvik eden bir durum. Ben ölene dek yazmaya devam edeceğim. Boş kaldığım her vakitte yeni şeyler araştırmayı ve araştırdıklarımı burada yazmayı sürdüreceğim. 

Sizler de, yazılarımı beğeniyorsanız ve bu hobimi destekliyorsanız, blogumu takip ederek ve yazıları sosyal medyada paylaşarak bana destek olabilirsiniz. Ben bir öğrenciyim ve bana destek olmak için de Google Reklamları'na tıklarsanız çok sevinirim.

Yeni yazımda görüşmek üzere, hoşçakalın!
Kaan Akalın

Hepimiz Birer Köleyiz, Kapitalizmin Kölesi!

Hepimiz Birer Köleyiz, Kapitalizmin Kölesi! 

Kapitalizm, üstlerin daha fazla kazanması için astların köleleştirildiği bir sistem. Bir düşünün; hayatınız boyunca geçiminizi kazanmak için çalışıyorsunuz. Haftada 60 saat, ayda ise 240 saat. Peki, siz bu kadar çalışmanızın karşılığında aldığınız parayı hak ettiğinizi mi düşünüyorsunuz? Düşünün, bugün asgari ücret 1.700 TL. Siz bu parayı kazanmak için bu parayı hak ettiğinizden daha fazla çalışıyorsunuz. Belki de sizin hak ettiğiniz ücret, 1.700 TL'den çok daha fazlası.... İşte, hepimizi köleleştiren, daha az para için daha fazla çalışmaya zorlayan bu sistem, Kapitalizm! 

   Hayatınızı kazanmak için çalışıyorsunuz ve kazandığınız ücret 1.700 TL! Kirada oturduğunuzu var sayarsak, kazandığınız paranın %70'i kiraya gidiyor. 200 TL'de faturalar tutsa, sizin geçiminizi sağlamanız için daha fazla çalışmanız gerekiyor. Kapitalizm çok alan ama az veren bir sistem. Siz aslında bu kadar çalışarak sadece üstlerin kazanmasına yardımcı oluyorsunuz. Yani, sizi 1.700 TL'ye kandırıyorlar! Sizi bir yere hapsediyorlar. İş başlangıcından çıkışa kadar bu işte çalışmak zorundasınız. Çalışmadığınız takdirde kapının önüne koyuyorlar. 

Sürekli çalışmanızı, hak ettiğiniz paradan daha fazla performans göstermenizi bekliyorlar. Bugün bir dört yıllık bir üniversite mezununun aldığı maaş bile, en fazla 3.000 TL! Ben de dahil olmak üzere, herkes hak ettiğini ister. Ne kadar çalışıyorsak, onun karşılığını isteriz öyle değil mi? Ama bu sistem size alın terinizin karşılığını tam vermiyor. Üstleriniz ne vermek isterse, siz de onu mecburen almak zorunda kalıyorsunuz. 

Kapitalizm, modern dünyanın en kapsamlı kölelik sistemi desek yanlış olmaz. Kapitalizm sistemine ayak uyduramayan insanlar, soluğu psikiyatristlerde alıyor ve hayatları boyunca belki de o ilaçları kullanmak zorunda bırakılıyorlar. Kapitalizm; haksızın daha çok kazandığı, haklının ise kazanmak için köleleştirildiği, herkesin bunu yapmak zorunda kaldığı, yapmadığı takdirde aç kalma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı bir sistem. 

       
Hiç "Büyük balık, küçük balığı yutar!" diye bir söz işittiniz mi? Bu söz, aslında kapitalizmin bizi ne hale getirdiğinin bir göstergesi... Fark ettiyseniz, artık küçük esnaflar büyük firmaların lokması haline gelmiştir. Küçük esnaf, büyük firmalar yüzünden fazla iş yapamaz hale gelir ve mecburen kapanmak zorunda kalır. Bu hal, sonunda küçük esnafın o büyük firmanın emri altına girmeye zorlar. (Bayilik sistemi gibi) Yazımın başında da dedim ya; Kapitalizm büyüklerin daha çok kazanması için, küçüklerin köleleştirildiği bir sistem! 

 Herkes, bu sistemin birer kölesi! İster istemez, herkes hayatını kazanmak için bu sistemin birer parçası olmak zorunda! Daracık evlere sokuşturulan, hak ettiğinden daha az para kazanan, sürekli büyük balık tarafından yutulan bizler, bu sistemin birer kölesiyiz! İster kabullen, ister inkâr et! Çark böyle işlemeye devam ediyor. Üstler, kazanmak için alttakilerden besleniyor. Parazit gibi, üstler altların üstünden geçiniyor! Peki, ne zamana kadar böyle sürecek? Bu köleliğin sonu ne zaman gelecek, belli değil. Ama şundan eminim ki; biz bu sistem içerisinde bulunduğumuz sürece, köle kaldığımız sürece hayat bizi sadece harcamaktan başka bir şey yapmayacaktır. 40 sene köpek gibi çalışıyorsun ve emekli oluyorsun. Emekli maaşı en fazla 1.500 TL. 1.500 TL için emekli oluyorsak, gerçekten özgür bireyler değiliz! 40 sene çalışıp, sonunda 1.500 TL emekli maaşı almak zorunda kalmak, özgürlük için düşünülemez. 

Bu yazımı, Kapitalizmin bizi ne hale getirdiğini, nasıl köleleştirdiğini dilim döndükçe anlatmaya çalıştım. Bu sistemde aslında hepimizin birer köle olduğunu, üstlerin kazanması için astların köpek gibi çalıştığını anlatmaya çalıştım. Etrafınıza ve yaşantınıza bir bakın, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız! 

Bu yazımı beğendiyseniz +1 tuşuna basmayı ve daha fazla yazımdan haberdar olmak için blogumu takip etmeyi unutmayın. Bana destek olmak için de Google Reklamları'na tıklarsanız, çok sevinirim. 

Yeni yazımda görüşmek üzere, hoşçakalın! 
Kaan Akalın