if(window.location.href == 'https://kisiselyazilarimkaan.blogspot.com' || window.location.href == 'https://kisiselyazilarim.blogspot.com' ) { window.location="https://kisiselyazilarimkaan.blogspot.com"; } Kişisel Yazılarım

5 Mart 2023 Pazar

Olası İstanbul Depreminde Ne Yapmalıyız?

Öncelikle yazıma, tekrar 6 Şubat'ta Kahramanmaraş'ta meydana gelen ve 10 ili etkileyen; 45 bin kişinin vefat etmesine neden olan 7,7 ve 7,6 şiddetindeki depremlerden dolayı, tüm Kahramanmaraş, Hatay, Gaziantep, Diyarbakır, Şanlıurfa ve diğer şehirlerde depremden etkilenen tüm vatandaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimle başlamak istiyorum. Hayatını kaybedenlere Allah'tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum.

Olası İstanbul Depreminde Ne Yapmalıyız?

Bilim insanları senelerce yaşanacak İstanbul depremi hakkında bizleri uyarıyor ve tedbirler almaya davet ediyor. Bu İstanbul depremi her 200 senede bir meydana geliyor ve ciddi yıkıma sebep oluyor. Söz konusu tartışılan durum; depremin olup olmayacağı değil, ne zaman olacağı! Bilim insanları bu depremin en geç 30 sene içerisinde mutlaka meydana geleceğini söylüyorlar. Ancak tam olarak zamanını bilmek, şu anki teknolojiyle mümkün değil. 

İsterseniz İstanbul'da daha önce yaşanan depremleri ve tarihlerini birlikte inceleyelim: 
İstanbul'da geçmişte yaşanan depremlerin yılları sırasıyla şöyledir: 447, 542, 1296, 1509 ve 1719 yıllarında ciddi depremlerle sarsılmıştır. Dikkat ettiyseniz bu deprem her 200 senede bir kendini tekrar etmiş. Son yıl 1719 yılında yaşanan depremden günümüze tam 300 sene geçmiş. Yani artık yaşanacak deprem, uzatmaları oynuyor diyebiliriz. Peki neden uzmanlar bu deprem ve şiddeti hakkında uyarılarda bulunuyor? 

Anadolu, genç bir oluşuma sahip ve üç aktif fay hattı bulunuyor. Anadolu oluşumunu geç tamamladığı için, fay hatları hâlâ aktif ve şiddetli depremler üretmeye devam ediyor. 
Bu haritaya bakarsanız, ülkemizin bir deprem ülkesi olduğunu anlayabilirsiniz. Ülkemizde hâlâ birçok aktif fay hattı bulunuyor ve saatli bir bomba gibi kırılma saatini bekliyor! İşte 6 Şubat'ta yaşadığımız Maraş depreminde birçok insanın hayatını kaybetmesi gibi... Ülkemizin bir deprem ülkesi olduğu gerçeğini aklımızdan çıkarmamamız gerek. 

İstanbul'a gelecek olursak... Bu harita, İstanbul'da neden büyük bir deprem beklendiğini anlamamıza yardımcı olacaktır. 
Bu fay hattı, İstanbul'un tam da altından geçiyor! 
Bu fay, tam 300 senedir kırılmadı ve her geçen gün enerji biriktirmeye devam ediyor. Her enerji birikmesi, olası bir depremin şiddetini de arttırmaktadır. Bu nedenle uzmanlar  İstanbul'da olası bir deprem yaşanması hâlinde, bunun şiddetinin en az 7.5 olacağını ve iki fayın da kırılması hâlinde iki kez deprem olacağını belirtiyorlar. Kuşkusuz İstanbul, Türkiye'nin en kalabalık şehridir ve çarpık kentleşmenin çok fazla olduğu bir kenttir. Böyle bir depremin yaşanması, İstanbul için ciddi bir felaket olacaktır! Çünkü hâlen daha insanlar depreme dayanıksız ve çürük binalarda oturmaya devam ediyor. Evler çok iç içe ve olası bir depremde hiçbir yere kaçamayız! İstanbul çok önemli, çünkü eğer İstanbul yıkılırsa tüm Türkiye yıkılır. 

Olası Bir İstanbul Depreminde Ne Yapmalıyız?

  • Öncelikle ülkemizin bir deprem ülkesi olduğu aklımızdan çıkmamalıdır. Bu gerçekle yüzleşmek ve bu depremi daha az hasarla atlatabilmek için çalışma yapmalıyız.
  • Depreme dayanıksız olarak inşa edilen binalara kesinlikle iskan verilmemeli. Buna göz yuman yetkililer en ağır şekilde cezalandırılmalı.
  • Gerek bireyler gerekse çocuklar deprem konusunda eğitilmeli. Bu eğitimler sıklaştırılmalı ve herkesin katılabileceği ve ücretsiz kurslar verilmeli. Bu sayede deprem konusunda bilinçli hareket ederek, daha az can ve mal kaybıyla depremi atlatabiliriz.






Bu yazıyı beğendiyseniz, Kişisel Yazılarım blogumu takip ederek, yeni gönderilerden anında haberdar olabilirsiniz. Ayrıca Kişisel Yazılarım'daki gönderileri sosyal ağlarınızda paylaşarak, daha fazla insanın okumasına yardımcı olabilirsiniz. Kişisel Yazılarım bloguma gösterdiğiniz ilgiden dolayı teşekkür eder, Kişisel Yazılarım blogumda keyifli vakit geçirmenizi dilerim.

4 Mart 2023 Cumartesi

İstanbul Depremine Hazır Mıyız?

İstanbul Depremine Hazır Mıyız?

Yazıma öncelikle 6 Şubat 2023'de, Kahramanmaraş merkezli meydana gelen depremde hayatlarını kaybeden tüm vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet, yaralılara da acil şifalar dileyerek başlamak istiyorum. 

O gün, bir kez daha ülkemizin bir deprem bölgesi olduğunu anlamış olduk. Daha önce de değindiğim gibi, depremden korkmak yerine depremle yaşamayı öğrenmek daha doğru olacaktır. 


Kahramanmaraş'ta meydana gelen 7.7 ve 7.6 şiddetindeki depremlerde 40 bin vatandaşımızı kaybettik. Bu durum, depreme ne kadar hazır olduğumuzun bir sonucudur. Hayır! Depreme kesinlikle hazır değiliz! Ülkemizde her deprem meydana geldiğinde binlerce insanımızı kaybediyoruz ve bununla ilgili kesinlikle bir şeyler yapılmalı! Gerek devlet, gerek müteahhit gerekse vatandaş olarak herkes üzerine düşeni yapmalıdır. 

Geçen haberlerde görmüştüm. Cennetten bir köşe diye satılan siteler, kitap gibi yıkılmıştı. Bence ev alırken evin dış görünüşünden ziyade depreme dayanıklı olup olmadığı değerlendirilmeli! Aksi takdirde, dünyanın en güzel evini de alsanız en ufak depremde bu ev sizin mezarınız olabilir. Müteahhitler üzerlerine düşeni yapmalıdır. Daha çok kazanacağım diye malzemeden çalmak size hiçbir fayda sağlamayacaktır. Belki böyle maliyetten kazançlı çıkmaya çalışabilirsiniz ancak o ölen binlerce insanın bedelini hangi parayla ödeyeceksiniz! Siz az maliyete çok kazanç sağlamak için o çürük binaları çok güzel görünümlü, lüks(!) olarak sattınız. Ancak bu vatandaşlar sizin yalanınızın bedelini canlarıyla ödediler! 

Devlet yetkililerine gelince! Siz de bu müteahhitlerin bu binaları dikmelerine izin vermekle sorumlusunuz! Sizin üç kuruşa aldığınız rüşvet, iltimas yüzünden bugün binlerce insanımızı kaybettik ve sıranın bize geleceği hiç şüphesiz ortadadır! 

Bugün uzmanlar, sıranın İstanbul'a geldiğini söylüyor. İstanbul'da minimum 20 milyon insan yaşıyor. Bu 20 milyon insanın en az %40'ı çürük binalarda yaşıyor. Bu İstanbul'da yaşanancak depremin en az 7.5 şiddetinde olacağı tahmin ediliyor. Maalesef bu deprem İstanbul'da gerçekleştiğinde, yine milyonlarca insan hayatını kaybedecek! Dikkat ederseniz, "binlerce" değil "milyonlarca" ifadesini kullandım. Çünkü İstanbul'un bir ilçesinde en az 1 milyon insan yaşıyor. Bu deprem riski fazla olan ilçelerde, ölü sayısının milyonları bulabileceği anlamına geliyor. 

Bu resimde gördüğünüz senaryo, eğer İstanbul depremi olursa yaşanacakları simgeliyor. Belki de daha çok korkunç manzaralarla karşılaşacağız. Daha önceki yazılarımda da defalarca ülkemizin bir deprem bölgesi olduğundan bahsettim. Eğer bu yazdığım yazıları yetkililer okumuş olsalardı, şu anda çoktan bu deprem için bir şeyler yapabilirdik. 

İstanbul depremi giderek yaklaşıyor. Bunu ben söylemiyorum, bilim insanları söylüyor! Ancak hâlâ depremlerden ders çıkarılabilmiş değil! Hâlâ çürük binalar yapılmaya devam ediyor. Siz aslında bize ev değil mezar inşa ediyorsunuz! Lütfen müteahittler! Binaları inşa ederken, biraz da vicdan ekleyiniz! 

İstanbul depremine hazır olmadığımızı söylemek istiyorum. Hâlâ birçok çürük bina var ve deprem her an olabilir. Bu süre gittikçe daralıyor. Uzmanların da söylediği gibi; "Deprem uzatmaları oynuyor". Hepimiz elimizi vicdanımıza koymalıyız. Hem devlet, hem müteahhitler hem de vatandaşlar olarak üzerimize düşeni yapmalıyız! Belki ben bu yazıyı yazarken veya siz bunu okurken deprem olabilir. Korkmak yerine tedbir almak daha mantıklı olacaktır. 
Bu yazıyı beğendiyseniz, Kişisel Yazılarım blogumu takip ederek, yeni gönderilerden anında haberdar olabilirsiniz. Ayrıca Kişisel Yazılarım'daki gönderileri sosyal ağlarınızda paylaşarak, daha fazla insanın okumasına yardımcı olabilirsiniz. Kişisel Yazılarım bloguma gösterdiğiniz ilgiden dolayı teşekkür eder, Kişisel Yazılarım blogumda keyifli vakit geçirmenizi dilerim.


14 Ocak 2023 Cumartesi

Eğitim Bir Mesleği Öğrenmek veya Bir İş Bulabilmek için Gerekli mi?


Merhaba değerli okurlarım! Uzun zamandır yeni bir blog paylaşmamıştım! Son zamanlarda son derece yoğunum ve blogumla ilgilenecek vakit bulamıyorum. Bugünkü yazımda ise eğitimin bize bir mesleği öğrenmek veya bir iş bulabilmek için gerekli olup olmadığından bahsetmek istiyorum ki, şüphesiz hemen hemen hepimiz en az bir 12 senelik eğitim hayatından geçiyoruz. 

Aslında eğitim denen kavram, doğduğumuz andan itibaren başlıyor ve ömrümüzün sonuna kadar devam ediyor. Aslında eğitim sadece okul hayatımızda değil, hayatımızın her alanında karşımıza çıkıyor. Ancak benim burada bahsetmek istediğim eğitim, 6 yaşında başladığımız ve çoğu zaman 23 yaşına kadar süren bir okul süreciyle alakalı. Zaten birçoğumuz, iyi bir meslek edinebilmek için okuyoruz. 

Ancak, çevremize baktığımızda hiçbir okul okumayan insanların, yaş ortalamaları bizden daha genç olmalarına rağmen iş hayatında bizden daha deneyimli ve bilgili olduklarını görüyoruz. Çünkü bu insanlar, çocuk yaştan itibaren iş hayatına atılmışlar ve zamanla kendilerini geliştirerek bir uzmana dönüşmüşler. Tek eksik yanları ise bir üniversite diplomalarının olmaması...

Aynı işi yapmak için bir üniversitede okuyanlar ise o insanlara nazaran daha tecrübesiz ve iş açısında da daha bilgisiz olabilmekte... Bazı üniversiteler sırf bu yüzden, zorunlu staj uygulamasına başvuruyor. Çünkü üniversite sırasında öğrendiğimiz bilgilerin pratiğe dökülmesini istiyorlar. 

Eğer hiç okul okumayan bir kimse, iş hayatında daha başarılı ve bilgili olabiliyorsa, neden biz hayatımızın en az 18 yılını okulda harcıyoruz? Aslında bir doktor veya bir mühendis olmak isteyen bir kimse, aynı mesleği herhangi bir okul okumaksızın, sadece çalışarak bu işi başarabilir. Aslında tüm bunlar, tamamen bir aldatmacadan ibaret... Okul sadece bize bu hayatta lazım olacak Türkçe, matematik, tarih, coğrafya ve fen bilimlerini öğretiyor ama asla bizi bir meslek sahibi yapmıyor! Kısacası bize tüm okul hayatımızda öğretilen bu bilimler, tamamen bizim genel kültürümüzü geliştirmeye yönelik. Yani, bu bilgilerin bizim iş bulabilmemize veya bir meslek edinebilmemize hiçbir faydası yok! 

Üniversitelerden söz edecek olursak, insanlar sadece yüksek bir maaşla daha iyi bir meslek edinebilmek için bu kurumlardan eğitim alıyor. Örneğin öğretmen olmak isteyen bir kişi, öğretmenlik fakultesine başvuruyor. Aslında herhangi bir mesleği edinmek isteyen bir kişi, bu meslekte senelerce çalışarak da aynı seviyeye hatta daha iyi bir seviyeye gelebiliyor. Az önce de dedim ya, eksik olan sadece bir diploma... 

İşin bir diğer ilginç kısmı ise hiçbir okul okumayan ancak senelerce bu işte çalışmış ve bu sayede bu işte çok iyi bir deneyim ve bilgiye sahip olan insanların, sadece üniversite diploması almış ve bu işte hiç çalışmamış insanlardan daha düşük maaş almaları... Üniversiteden aşçılıkla ilgili bir bölümden mezun olan birini düşünün ve senelerce bir lokantada aşçı çırağı olarak çalışmış ve bu konuda kendini geliştirmiş birini... Ancak üniversite mezunu olan bu kişi daha yüksek maaş alıyor, fakat diğer kişinin aldığı ise sadece asgari ücret...

Ancak bir diploma sahibi olan kişiler, iş bulmakta daha da zorluk çekiyor. Çünkü bu diploma için senelerini veren ve onlarca emek harcayan kişiler, haklı olarak ona göre maaş istiyor. Ancak diğer taraftan, bu iş için hiçbir deneyimleri olmadığı için iş hayatında oldukça zorlanıyorlar. Muhasebe mezunu birinin, muhasebe bürosunda çalışmakta zorlandığı gibi... Zaten bize zorunlu staj yaptırmalarının nedeni, bu öğrendiklerimizi bir iş yerinde pratiğe dökmemizdir. 

Bana göre ise eğitim hayatın her alanında var, ister günlük hayatımızda olsun, ister iş hayatımızda... Ancak sadece iş bulabilmek için bir eğitim kurumunda eğitim görmek yerine, aynı işi o iş yerinde çalışarak öğrenebiliriz ve bu nedenle hem paradan hem de zamandan tasarruf edebiliriz. 









Bu yazıyı beğendiyseniz, Kişisel Yazılarım blogumu takip ederek, yeni gönderilerden anında haberdar olabilirsiniz. Ayrıca Kişisel Yazılarım'daki gönderileri sosyal ağlarınızda paylaşarak, daha fazla insanın okumasına yardımcı olabilirsiniz. Kişisel Yazılarım bloguma gösterdiğiniz ilgiden dolayı teşekkür eder, Kişisel Yazılarım blogumda keyifli vakit geçirmenizi dilerim.

6 Temmuz 2022 Çarşamba

Eğitim Sistemimizdeki Sorunlar - Sınavcı Eğitim Sistemi (II. Bölüm)

Değerli takipçilerim ve okurlarım! Geçen yazımızda eğitim sistemindeki sorunlardan ezberci eğitim ve öğretmenlerin yaptıkları hatalardan bahsetmiştik. Bu yazımızda da hemen hemen hepimizin yaşadığı bir sorun olan ve psikolojimizi önemli derecede olumsuz olarak etkileyen "sınavcı eğitim sistemi"nden bahsetmek istiyorum. 

Sınav, hepimizin gerek eğitim hayatımızda gerekse iş hayatımızda mutlaka karşımıza çıkan bir durumdur. Gerek okul içerisinde olduğumuz yazılı ve sözlü sınavlar, gerekse iyi bir liseye ve üniversiteye gidebilmek için olduğumuz sınavlar... Sınavlar, aslında hayatımızın büyük bir bölümünü kapsıyor. Hayatımızın en az yüzde altmışı, sınavlarla geçiyor. Sınavlar sadece eğitim hayatımızda karşımıza çıkmıyor. Örneğin, devlet memuru olarak atanmak istiyorsanız, yine KPSS (Kamu Personeli Seçme Sınavı) adı verilen bir sınava girmek ve bu sınavdan yeterli bir puan almak zorundasınız. Yine bazı özel sektörler, eleman alımı yaparken gerek mülakattan önce, gerekse mülakattan sonra bazı sınavlar uygulamakta ve bu sınav başarılarına göre eleman alımı yapmaktadırlar. 

Aslında bu sürekli sınav olma zorunluluğu, insanda birtakım olumsuz etkilere neden oluyor. Çünkü, "LGS, YKS, KPSS" gibi sınavlar, insanların hayatını etkileyecek etkilere sahip olan sınavlardır. Bu nedenle insanlar, bu sınavlardan yüksek puan almak için çok çalışmak zorundadır. Bu sefer de insanlar öğrenmeleri gereken ve hayatları boyunca lâzım olabilecek bilgileri sadece sınavı geçmek için öğreniyorlar. Bu nedenle, bu öğrenilen bilgiler sınav bittikten kısa bir süre sonra ister istemez unutuluyor. Bir önceki yazımızda bahsettiğimiz ezberci eğitimin altında, aslında bu sınavlar yatıyor. 

Bizim Türkçe, Matematik, Fen Bilimleri, Tarih ve Coğrafya olarak gördüğümüz dersler, aslında haya-tımız boyunca bize lâzım olacak bilgiler içermektedir. Örneğin dilimizi nasıl kullanacağımızı ve kullanmamız gerektiğini bilmek için, Türkçe derslerinde öğretilen sıfat, zarf, özne, fiil gibi kavramlar, dilimizi etkili bir şekilde kullanmamız için mutlaka bilmemiz gereken konulardır. Ancak, biz bu bilgileri sadece sınavdan geçebilmek için öğreniyoruz. Çünkü bu sınav, ister LGS isterse YKS olsun, iyi bir okula girebilmemiz için son derece önemli. İşte, biz bu sınav için eğitiliyor ve yetiştiriliyoruz. Hiçbir zaman okullarımızda, bu bilgilerin bize hayatımız boyunca lâzım olacağı ve bu bilgileri öğrenmenin bu nedenle çok önemli olduğğu için öğretilmiyor. 

Hayatımızın neredeyse tamamında yer alan bu sınavlar, bizleri test çözen birer robot haline getiriyor. Bu durum, bu bilgileri sınavdan sonra unutmamıza neden oluyor. 

Bu sınavcı eğitim sisteminin verdiği diğer bir zarar ise, psikolojik olarak stresli olmamıza ve hepimizin birer test çözen robotlar haline gelmemize neden olmaktır. Bu durum, öğrencide ister istemez; depresyon, özgüven düşüklüğü gibi rahatsızlıklara neden oluyor. Aslında toplumumuzda artan bu psikolojik rahatsızlıkların temelinde, bu eğitim sisteminin yarattığı sınavlar yer alıyor. 

Sınavlarda Alanımıza Göre Sorular Sorulmuyor

Meslek liseleri, ülkemizin en sorunlu eğitim kurumlarından biridir. Çünkü meslek liselerinde genelde o meslek üzerine dersler öğretilir. Aynı şekilde üniversitelerde öğretilen alan bilgisi dersleri de aynı problemi oluşturmaktadır. Meslek liselerinden mezun olan öğrenciler, üniversiteye gitmek istediklerinde ise yine YKS sınavına girmek zorundadırlar. Ancak bu sınavlarda, meslek liselerinden mezun olan öğrencilerin gördükleri alan derslerinden değil, Türkçe, Matematik, Fen Bilimleri, Coğrafya ve Tarih derslerinden sorular hazırlanıyor. Meslek liselerinden mezun olan öğrenciler, bu dersleri almadıklarından dolayı, YKS'den yüksek puan almaları ve iyi bir üniversiteye yerleşmeleri de zorlaşıyor. 

Aslında meslek liselerinin amacı, öğrenci okuldan mezun olduğunda hemen bir iş bulabilmesi için o öğrenciyi yetiştirmektir. Ancak çoğu iş ilanında bu mesleklerin çoğunda üniversite mezunu aranmaktadır. Meslek liselerinden mezun olduktan sonra, iki yıllık üniversitelere sınavsız yerleşebilmek de, maalesef bunun için yeterli değildir. Çünkü iş ilanlarında genelde dört yıllık üniversite yani fakülte mezunları aranmaktadır. Meslek liselerinden mezun olan öğrenciler, YKS'de yer alan derslerden alamadıkları için bu sınavlardan başarısız olmaktadırlar. Bu da öğrencinin üniversite okumasını imkânsız hale getirmektedir. Meslek lisesinden mezun olan ve üniversiteye gitmek isteyen bu öğrenci, YKS sınavını kazanabilmek için dersanelere gitmek zorundadır. Bu dersaneler son derece pahalıdır ve her öğrencinin bu dershane ücretlerini ödemeye gücü bulunmamaktadır. Tüm bu sorunlar, meslek lisesi mezunlarının iyi bir üniversiteye gitmelerini de zorlaştırmaktadır.

Bu sorunların giderilmesi için şu hususlar uygulanabilir: 
  • Meslek lisesinden mezun olan öğrenci, YKS sınavlarına katılacaksa, o mezun olduğu meslek lisesinde gördüğü alan derslerinden sınava girmeli. 
  • Meslek lisesinden mezun olan öğrencinin gidebileceği dört yıllık fakülteler açılmalı. Örneğin bir öğrenci ticaret meslek lisesinin muhasebe-finansman bölümünden mezun olmuşsa, bunun için dört yıllık fakülteler açılabilir. 
  • Bu sınav eğer bu şekilde yapılmayacaksa, meslek lisesi mezunları için tamamen kaldırılabilir ve bu öğrencilerin üniversitelerin dört yıllık bölümlerine okul puanlarına göre yerleşmeleri sağlanabilir. 
Burada anlatmaya çalıştığımız durum, sınavcı eğitim sisteminin bizde oluşturduğu olumsuz tutumlar, meslek liselerindeki öğrencilerin üniversiteye girmesini engelleyen sınavın yol açtığı sorunlardan bahsetmeye çalıştık. Bir milletin ileri bir toplum olabilmesi için eğitimin çok iyi olması gerekir. Biz eğer bu sorunları gidermezsek, iyi bir eğitim almanın da önünü açamayız. Bu yüzden, eğer ülkemizin ileri bir ülke olmasını istiyorsak, önce bu eğitim sistemindeki sorunları gidermeliyiz. 


Bu yazıyı beğendiyseniz, Kişisel Yazılarım blogumu takip ederek, yeni gönderilerden anında haberdar olabilirsiniz. Ayrıca Kişisel Yazılarım'daki gönderileri sosyal ağlarınızda paylaşarak, daha fazla insanın okumasına yardımcı olabilirsiniz. Kişisel Yazılarım bloguma gösterdiğiniz ilgiden dolayı teşekkür eder, Kişisel Yazılarım blogumda keyifli vakit geçirmenizi dilerim.

4 Temmuz 2022 Pazartesi

Eğitim Sistemindeki Sorunlar - Ezberci Eğitim ve Öğretmenlerin Tutumu (I. Bölüm)



Eğitim, bir toplumun ileri ve bilinçli bir toplum olabilmesi için son derece önemlidir.  Eğitim sadece okulda gördüğümüz bilgilerden ibaret değildir aslında. Eğitim, aileden başlar ve ölene kadar devam eder. Kısacası eğitim, hayat boyu bitmez. Burada ele almak istediğim husus ise, okul hayatımızda aldığımız eğitim ve bu eğitim sisteminde hemen hemen hepimizin bildiği sorunların birkaçından bahsedeceğim. Bu yazdığım yazılar üç bölümden oluşacaktır. Yani, eğitim sistemimizdeki yer alan sorunları: 
  • Ezberci Eğitim,
  • Öğretmenlerin Tutumları
  • Sınavcı eğitim sistemi gibi sorunları üç yazıda inceleyeceğiz. Aslında, tüm bu sorunlar birçok sorunun da kapısını açmaktadır. 

Gelişmiş ve güçlü ülkelere baktığımızda, bunun temelinde güçlü ve etkili bir eğitim sisteminin olduğunu anlayabiliriz. Çünkü böyle ülkelerde yaşayan insanlar çok iyi bir eğitim sürecinden geçmişler. Bu eğitim süreci sonucunda ise akıllıca düşünen ve bilinçli insanlar olarak yetişiyorlar. Böylece ileri bir toplumun temelleri atılmış oluyor. Ülkemizin neden bir türlü gelişemediğinin en temel nedenlerinden birisi de, eğitim sistemimizin 1923 Cumhuriyet'in ilanından beri ciddi sorunlarının olmasıdır. Bu sorunlar, iyi bir eğitim almayı engellemekte ve dolayısıyla ileri bir toplum olabilmeyi ciddi anlamda olumsuz olarak etkilemektedir. Tüm bu durumlar, bu sorunlar düzeltilmedikçe, asla ileri bir toplum olamayacağımızı göstermektedir. Eğer hazırsanız, bu eğitim sorunlarını birinci maddeden inceleyerek başlayalım: 

1. Ezberci Eğitim 

Ezber denen şey, bir kavramın kısa bir süreliğine hafızada kalması için yapılan bir tekrarlama tekniğidir. Örneğin, çarpma işlemini yapabilmek için çarpım tablosunu izlemek gibi... Ezberlenerek öğrenilen bir şey, bir süre sonra unutuluyor. Çünkü, bu öğrendikleriniz sadece kısa zaman için (sınav vs.) bilgilerdir. Sınav bittikten sonra ise o bilgiler tekrarlanmadığı için kısa sürede unutuluyor. İşte bu yüzden liseden veya üniversiteden mezun olduğumuzda, o öğrendiğimiz bilgilerin hiçbiri aklımızda kalmıyor. Aslında bu sistemin amacı da şudur: Siz sınavı geçmek için o bilgiyi ezberlersiniz. O bilgilerle sınavı da geçersiniz. Ancak, bu bilgileri siz sadece sınavı geçmek için öğrendiniz ve sınav bittikten ve mezun olduktan sonra bu bilgilerin çoğunu unuttunuz. Aslında, çoğumuz ilköğretim ve lise çağlarında öğrendiğimiz hiçbir bilgiyi hatırlamıyoruz. Örneğin, ilköğretim 8. sınıfta öğretilen rasyonel sayıları bile bilmiyoruz. Hâlbuki, bu bilgiler bize daha önceden öğretilmiş, daha doğrusu ezberletilmiş...
      
    Bu ezberci eğitimin bize verdiği en büyük zararlardan biri, belki de bu... Siz sadece sınavı geçmek için bu bilgilere ihtiyaç duyuyorsunuz. Hâlbuki bu bilgiler, belki de hayat boyu size lâzım olacak şeyler. 

    Ezberci eğitim sorunun altında aslında sınav sistemi yatıyor. Bu konuya daha sonraki yazılarımda değineceğim. Sınav sistemi, insanların o bilgilere sadece o sınav için ihtiyaç duyduğunu, sınavdan sonra ise gerek olmadığını algılamalarına neden olmaktadır. Öğretmenlerimiz sınav olacağımız zaman, örneğin "Rasyonel sayılardan, köklü sayılara kadar sınavda sorumlusunuz" diye bir ibareyi hatırlıyorsunuzdur. Bu cümle aslında şu demek değil mi? "Bu sınavı geçebilmek için rasyonel sayılardan, köklü sayılara kadar konuları ezberleyin." Aslında bu bilgiler bize hayatımız için gerekli olan bilgilerdir. Ama maalesef bu sistem yüzünden, bu bilgileri sadece sınavı geçmek için ezberliyoruz, ileride bize lâzım olacak düşüncesiyle değil. 

    İşte tüm bu sorunlar, kısa sürede öğrenilen bilgileri unutmamıza neden oluyor. Çünkü, "Sınavı geçtikten sonra bu bilgilere ihtiyacımız yok" düşüncesi oluşuyor. 

Ezberci eğitim sisteminin verdiği diğer bir zarar ise, araştırmayı ve sorgulamayı engelleyen bir du-rumdur. Öğrenciler bir şeyi araştırma ve sorgulama
ihtiyacı hissetmiyor. Çünkü, her şey bize ezberleti-lerek öğretiliyor. Tüm bu durumlar, gelişmiş, araş-tıran, sorgulayan, eğitimli ve bilinçli insanlar olarak yetişmemizi engelliyor. 

    Eğitim sistemimizdeki bu sorunun düzeltilmesi için özellikle ders kitaplarında ezber bilgiler yerine insanları düşünmeye ve araştırmaya sevk edici bil-giler yer almalı ve öğretmenler de öğrencilere düş-ünmeyi ve araştırmayı aşılamalıdırlar. Bu şekilde ancak ileri bir toplum olmanın temellerini atabiliriz. 

2. Öğretmenlerin Tutumu 

Hayatımızda en önemli kişiler olarak, anne ve babamızdan sonra, öğretmenlerimiz gelmektedir. Öğretmenlerimiz okulda bizim anne ve babamızdır. Çünkü biz, anne ve babamızdan çok öğretmenlerimizi görüyoruz. Öğretmenlerimiz saygıyı hak ederler, çünkü bize bir şeyler öğretmeye çalışırlar. Bu nedenle, öğretmenlerimize saygıda kusur etmemeliyiz. Ancak bazı öğ-retmenlerimizin hatalarını da söylemek zorundayız. Hiçbir in-san hatasız olamayacağı gibi, hiçbir öğretmen de hatasız değil-dir. Ben bu kişisel olarak gördüğüm hatalardan bahsetmek isti-yorum. Bu konuda bana hak verip vermemek ise size kalmış. 

    Öğretmenler, bir öğrenci başarısız olduğunda genelde o öğ-renciyi suçlarlar. Bu suçlamalar bazen hakarete ve şiddete de dönüşebiliyor. Aslında bir insan, sevdiği bir şeyi yaparken başarılı olur, sevdiği insanları dinlemeyi sever. Siz eğer o öğ-rencinin sevdiği bir öğretmenseniz, bu durum o öğrencinin sizin dersinizi sevmesini sağlar. Böylece o öğrenci, sevdiği derste daha başarılı olur. Bir öğretmenin yapması gereken en önemli şeylerden birisi, hiç şüphesiz, öğrencilere kendisini sevdirmektir. Bu sayede, öğrenciler de o öğretmeni severler. Bence, bir öğretmenin öğrencilerine öğretmesi gereken en önemli şeylerden birisi, şüphesiz ki sevgidir. Bir insan, anne ve babasından sonra en çok, öğretmenin davranışlarını örnek alır. Çünkü dediğim gibi öğretmen, bir çocuğun okuldaki anne ve babasıdır. Onun içindir ki, öğretmenlerimizden öğrencilerine "sevgi" denen duyguyu öğretmelerini istirham ediyorum. Çünkü bir okulda sevgi varsa, başarı olur. Başarı olursa, güven olur. 

    Öğretmenlerimiz, karanlığı aydınlatan bir ışık görevi görürler. Bir insanın hayatına ışık tutmak da, onun hayatını karartmak da sizin elinizdedir. Lütfen, biraz öz eleştiri yapınız. Bir öğrenci sizin dersinizden başarısız ise önce hatayı kendinizde arayınız. Bu anlattıklarımı bir saygısızlık olarak gör-meyiniz. Benim için tüm öğretmenler çok değerli ve kıymetlidir. Size karşı bir saygısızlık, zaten haddim bile değildir! 


    Diğer önemli bir husus da şudur. Bazı öğretmen-lerimiz öğrencilerine karşı şiddet gösterebiliyorlar. Hemen hemen hepimiz öğretmenlerimizden şiddet görmüşüzdür. Aslında, bu durum bu tür öğretmen-lerimizin psikolojik bir sorunu olduğunu göstermektedir. Öğretmenlerimiz öğrencilerine her zaman sevgi ve şefkat ile yaklaşmalıdır. Siz bir öğ-renci dersinizden başarısız olduğu için şiddet uygu-larsanız, o öğrencinin daha da başarısız olmasına neden olursunuz. Çünkü, bazen başarısızlık başarılı olmamız için daha da önemli olabiliyor. Bir Çin atasözü der ki; "Doğru yapmak bir şey; hata yapmak ise çok şey öğretir". Onun için bir öğrencinin yaptığı hata yüzünden ona tepki göstermek ve şiddet uygulamak yerine, hata yapmasına izin verin. Bu şekilde davranırsanız, o öğrencinin başarma isteği ve özgüveni de artacaktır. Aslında cezalandırılması gereken şey hata değil, suçtur. Bir hata istemeden yapılan bir şeydir. O nedenle, yapılan hata yüzünden bir kişiyi cezalandırmak adil olmayacaktır. 

 Ayrıca, siz bir öğrenciye psikolojik ve fiziksel şiddet uyguladığınız zaman, bu durum o öğrencinin psikolojik olarak da sorunlar yaşamasına neden olmaktadır. Dediğim gibi; öğretmenler, bir çocuğun okuldaki anne ve babasıdır. Bu şekilde şiddete başvurmak, o çocuğun psikolojisini de ciddi anlamda olumsuz etkileyecektir. Belki de bu durum, öğrencinin korkak, özgüveni düşük ve başarmaktan korkan biri olarak yetişmesine neden olacaktır. 

Eğer bir öğrenci dersinizde sürekli sorun çıkartıyorsa veya tüm çabalarınıza rağmen derslerinde başarısız oluyorsa, bu durumda en iyi seçenek o öğrencinin ailesiyle konuşmak olabilir. Çünkü belki de o çocuğun psikolojik bir rahatsızlığı olabilir. Ben de dâhil olmak üzere toplumumuzun %70'inde görülen "DEBT"(Dikkat Eksikliği ve Hiperaktive Bozukluğu) adında bir rahatsızlık olabilir. Bu rahatsızlığın belli başlı bazı belirtileri ise şunlardır: 
  1. Odaklanmada ve dikkati toparlamakta zorluk yaşarlar. Bu tür öğrenciler çok zekidir, ancak bu rahatsızlık yüzünden bir konuya odaklanmakta ve dikkat etmekte zorlanırlar. Böyle öğrencilerin dikkati ve odağı kısa sürede dağılır. Bu durum, böyle öğrencilerin derslerde başarısız olma nedenlerindendir. 
  2. Eşyalarını kaybederler.
  3. Sürekli her şeyi unuturlar.
  4. Ya aşırı hareketli ya da aşırı hareketsiz olabilirler. 
İşte, eğer öğrencilerinizde böyle sorunlar fark ederseniz, en doğru seçenek o öğrencilerin aileleri ile konuşup, bu rahatsızlığın tedavisi için bir uzmana yönlendirmektir. Bir öğretmen, her zaman cezalandırıcı değil, yapıcı bir durum sergilemelidir. Cezalandırıcı bir tutum bir insana herhangi bir eylemin yaptırımı olduğu için yapmaması gerektiğini öğretir. Aslında bir insanın bu eylemlerden, yanlış olduğu için uzak durmalıdır. 

Bu yazımda, eğitim sistemimizde yer alan sorunlardan iki maddeyi incelemeye çalıştım. Bu yazılar, kendi öznel görüşlerimden ibarettir. Bu yazdıklarımı haklı veya haksız bulmak, tamamen size kalmış. Benim tek derdim, eğitimin sağlıklı bir şekilde ilerlemesine katkıda bulunmaktır.


Bu yazıyı beğendiyseniz, Kişisel Yazılarım blogumu takip ederek, yeni gönderilerden anında haberdar olabilirsiniz. Ayrıca Kişisel Yazılarım'daki gönderileri sosyal ağlarınızda paylaşarak, daha fazla insanın okumasına yardımcı olabilirsiniz. Kişisel Yazılarım bloguma gösterdiğiniz ilgiden dolayı teşekkür eder, Kişisel Yazılarım blogumda keyifli vakit geçirmenizi dilerim.

3 Nisan 2022 Pazar

Türk Kahve Kültürü ve Türk Kahvesi İle İlgili Merak Edilenler

Türk Kahve Kültürü ve Türk Kahvesi İle İlgili Merak Edilenler 

Türk Kahvesi, Osmanlı zamanından günümüze kadar uzanan bir kültüre sahiptir. Türk Kahvesi, gerek kokusu, gerekse tadıyla yıllardır severek tüketilen geleneksel Türk sıcak içeceklerinden biri haline gelmiştir. Peki, Türk kahvesinin tarihçesi ve Anadolu topraklarına nasıl geldiğini merak ediyor musunuz? İşte, Türk kahvesinin tarihçesi ve Anadolu topraklarına nasıl geldiği ile ilgili tüm merak ettiklerinizi bulabileceğiniz keyifli bir yazı sizleri bekliyor! 

Türk Kahve Kültürü Ne Zaman Başladı?

Şüphesiz Türk kahve kültürünün başlangıcı, Osmanlı sultanı Kanuni Sultan Süleyman zamanında başlamıştır. 16. YY'da Anadolu topraklarına ilk adımın atan kahve, yıllar içerisinde severek tüketilen popüler içecekler arasında yer almıştır. Türk kahve kültürünü en iyi simgeleyen durumlardan biri ise, şüphesiz Kanuni Sultan Süleyman zamanında kurulan ilk kahvehanelerdir. 

Günümüzdeki adıyla "kıraathane" olarak bilinen kahvehaneler, ilk Kanuni Sultan Süleyman zamanında kurulmaya başlamıştır. Kahve Anadolu'ya ilk ayak basmasıyla o kadar çok severek içilmeye başlanmıştır ki, bu kahvehaneler Osmanlı İmparatorluğu'nun her şehrinde görülmeye başlanmıştır. Şüphesiz ki kahvehaneler, günümüzde kafe tarzı işletmelerin en geleneksel haliydi. Kahve sadece tadıyla insanları cezbetmekle kalmıyor, aynı zamanda insanları bu vesileyle daha çok bir araya getiriyordu. Yani kahve aynı zamanda insanların sosyalleşmesine de vesile oluyordu. Zaten günümüzde kıraathane olarak da adlandırılan kahvehaneler, insanların sosyalleşmesinde önemli rol oynamaktadır. Kısacası Türk kültüründe kahvenin yer alması, Kanuni Sultan Süleyman zamanında Anadolu'ya kahvenin gelmesi ve zamanla kahvehanelerin kurulmasıyla başlamıştır. 

Türk Kültüründe Kahve Nasıl Hazırlanır?

Zaten eğer Türkiye'de yaşıyorsanız, mutlaka Türk kahvesinin tadına bakmışsınızdır. Hatta belki de, aranızda çok lezzetli Türk kahvesi yapabilenlerinizi vardır. Geleneksel olarak Türk kahvesi, bir kömür ocağında hazırlanıyor. Bu kömür ocaklarında hazırlanan kahveler, daha lezzetli hale geliyor. Evlerimizde genelde cezve yardımıyla veya elektronik kahve makinelerinden yararlanarak, en fazla 1-2 dakikada kahveyi hazır hale getiriyoruz. Ancak, Türk kahvesi aslında kömür ocaklarında hazırlanmaktadır ki, Türk kültüründe kahvenin asıl usulü budur. 

Türk Kahvesi En Çok Nerelerde Tüketilir?

Biz Türkler günün herhangi bir saatinde kahve tüketmeyi severiz. Ancak bazı günlerde kahve içmek özellikle önemlidir. Bu olaylardan bazılarını maddeler halinde sıralayalım: 
  • Kız isteme,
  • Misafirliklerde,
  • Arkadaş ortamlarında,
  • Altın günlerinde,
  • Ve canımız kahve içmek istediği herhangi bir vakitte.
İşte, Türk kahvesinin en çok ne zaman tüketildiğini birkaç cümlede anlatmaya çalıştık. Şüphesiz ki, Türk Kahvesi, kültürümüzün vazgeçilmez bir parçasıdır. Zaten kahve, ülkemizde çaydan sonra en fazla tüketilen sıcak içecektir. Bazen kahve soğuk olarak da tercih edilebilmektedir. Ancak, kahveden keyif almak ve tadına varmak için, genellikle sıcak olarak tüketilmesi tercih edilmektedir. 


Bloğumuzda, her gün kahve hakkında bir çok makale yer almaktadır. Sizler de kahve içmeyi seviyor ve kahve hakkında bilmediğiniz ve merak ettiğiniz konuları öğrenmek istiyorsanız, bloğumuzu takip etmeyi unutmayın. Bu sayede, bloğumuzda yayınlanan kahve hakkında makalelerden anında haberdar olabilirsiniz.


Bu yazıyı beğendiyseniz, Kişisel Yazılarım blogumu takip ederek, yeni gönderilerden anında haberdar olabilirsiniz. Ayrıca Kişisel Yazılarım'daki gönderileri sosyal ağlarınızda paylaşarak, daha fazla insanın okumasına yardımcı olabilirsiniz. Kişisel Yazılarım bloguma gösterdiğiniz ilgiden dolayı teşekkür eder, Kişisel Yazılarım blogumda keyifli vakit geçirmenizi dilerim.


27 Mart 2022 Pazar

Kahvenin Vücudumuzda Yarattığı Etkiler ve Nedenleri

h3 style="text-align: justify;">Kahvenin Vücudumuzda Yarattığı Etkiler ve Nedenleri
Kahve içmeyi seviyor musunuz? Kahvenin vücudumuzda hangi etkileri yarattığını biliyor musunuz? İşte, dünyaca ünlü kahve uzmanlarının bilgi, deneyim ve görüşlerinden yararlanarak, kahvenin vücudumuzda yarattığı etkiler ve nedenlerini, bu makalemizde sizler için araştırdık. 

Kahve hakkında yayınlanan yeni makalelerden anında haberdar olmak için bloğumuzu takip edebilir, bu makalemizi sosyal medyada paylaşarak, arkadaşlarınızın da kahve hakkında merak ettiklerini öğrenmelerine yardımcı olabilirsiniz. 

Kahve Neden Uykusuzluk Yapar?

Kahve içmeyi sevenlerin karşılaştığı en büyük problemlerden biri de, kuşkusuz uykusuzluktur. Gün içerisinde fazla kahve içildiğinde, uykusuzluk yapabilmektedir. Bunun nedeni ise, kahvenin içinde bulunan kafeindir. Kafein; kahve, çikolata ve çay gibi içeceklerde bol miktarda bulunan bir maddedir. Kafein, vücuda enerji ve dinçlik veren bir özelliğe sahiptir. Eğer belli bir saatten sonra kahve içerseniz, (özellikle akşam 18:00'den sonra), uykusuzluk problemi yaşayabilirsiniz. Bunun nedeni ise, kafeinin etkilerinin uzun sürmesidir. Günde bir fincan Türk kahvesi içseniz bile, kafeinin etkisi 4-5 saat sürebilmektedir. İşte, belli bir saatten sonra kahve içilmesi durumunda, vücut son derece dinç ve enerjik hisseder ve dolayısıyla uykusuzluk problemleri yaşanabilir. 



Eğer gün içerisinde çok fazla kahve içiyorsanız ve uykusuzluk problemi yaşıyorsanız, kahve tüketimini azaltmanızda fayda var. Özellikle belli bir saatten sonra kahve içmekten kaçınmalısınız. Ancak, kahve içmekten bir türlü vazgeçemiyorsanız, kafeini azaltılmış kahve türlerini de tercih edebilirsiniz. Böylelikle, kafeinin yarattığı uykusuzluk probleminin de önüne geçebilirsiniz. Türk kahvesi ve çözünebilir kahve, kafein açısından oldukça zengin kahve türlerindendir. Ancak, kahve dükkanlarında satılan kahveler, ne kadar fazla içerseniz için, uykusuzluk yapmıyor. Bunun nedeni de, kafein oranının düşük olmasıdır. 

Filtre kahve, genellikle kafein oranı azaltılmış bir kahve türüdür ve bu sayede fazla kahve içseniz bile, uykusuzluk sorununa neden olmaz. Eğer kahve içmeyi seviyor ve uykusuzluk yapmamasını da istiyorsanız, filtre kahveyi de tercih edebilirsiniz. Bu sayede uykusuzluk problemiyle uğraşmadan, kahve keyfinize devam edebilirsiniz. 

Kahve Bağımlılık Yapar mı? Kahve Bağımlısı Olduğunuzu Nasıl Anlarsınız?

Kahvenin bağımlılık yapan bir içecek olduğunu önceki yazılarımızda da belirtmiştik. Aslında, kahvenin içinde bulunan kafein, asıl bağımlılık yapan maddenin adıdır. Aslına biz kahve değil, kafein bağımlısı oluyoruz. Çünkü, kafein keyif veren bir maddedir ve bu yüzden de kahveyi severek tüketmekteyiz. Kahve bağımlısı olduğunuzu anlamanın yolu da çok basittir. Bahsettiğimiz bu belirtilerden bazıları sizde varsa, siz de kafein bağımlısısınız demektir: 
  • Kahve içmeden uyanamıyorsanız,
  • Kahve içmeden kendinizi sürekli halsiz ve bitkin hissediyorsanız,
  • Eliniz ayağınız titriyorsa,
  • Günde 4-5 fincandan fazla kahve tüketiyorsanız, siz de kafein bağımlısı olabilirsiniz. Ancak, endişelenmeyin. Bu tür bir bağımlılık, sigara, alkol ve uyuşturucu bağımlılığının yanında çok masum kalıyor! Belki de kafein bağımlılığı, sağlık açısından faydalı olabilecek tek bağımlılık türüdür. 
Kahvenin ömrü uzattığı, zihni açıp aklı keskinleştirdiği, dikkatimizi toparlamada yardımcı olduğu ve vücudumuzu kansere karşı koruduğu bilinmektedir. Aslında, kahvenin uykusuzluk problemi dışında vücudumuza çok da zararı bulunmuyor. Kahvenin vücudumuza faydalarını şu birkaç başlıkta inceleyebiliriz: 

Kahve İçmek Ömrü Uzatır


Kahve hakkında son dönemlerde yapılan bir araştırma sonucu, kahve içmenin ömrü uzattığı sonucuna varılmıştır. Kahve, kalp ritmimizi düzenliyor, kalp krizi geçirme riskimizi azaltıyor ve vücudumuzu kansere karşı vücudumuzu koruyor. 

Yapılan araştırmalarda, kahve içenlerin kansere yakalanma oranı, içmeyenlere göre daha az olduğu kanıtlanmıştır. Buna göre, günde sık sık kahve içen bir kişi, hem ömrünün uzamasına hem de kanserden korunmaya yardımcı oluyor. Bu nedenle, eğer uzun yaşamak istiyorsanız, günde birkaç fincan kahve içmek gibisi yok... Hem lezzetli, hem de ömrü uzatıyor...

Kahve İçmek Zihni Açar ve Aklı Keskinleştirir

Hiç bilim insanlarının, profesörlerin ve öğretmenlerin sık sık kahve tüketmesi dikkatinizi çekti mi? Kahve özellikle bilimle uğraşan kişiler tarafından sıkça tüketiliyor. Sadece bilimle uğraşanlar tarafından değil, öğrenciler, çalışanlar ve iş sahipleri tarafından da sıkça tüketiliyor. Bunun nedeni ise, kahvenin zihni açan bir yapıya sahip olmasıdır. Kahve içmek zihni açtığı gibi, aklı da keskinleştirmektedir. Bu sayede okumada, anlamada ve iş  yapmada daha iyi oluyoruz. Dikkat eksikliği için en etkili ilaçlardan biridir aslında. Belki de kahve, dikkat eksikliği olan kişilerin tedavisinde kullanılabilir. Çünkü kahve, insanın dikkatinin de daha iyi olmasına ve odaklanmasına da yardımcı oluyor. Açıkçası, bende de dikkat eksikliği var ve kahve içtiğim zaman dikkatimi daha iyi toparlayabiliyorum. İşte bu yüzde, kahve zihin ve akıl sağlığı açısından son derece faydalıdır. 


Sonuç olarak...

Her gün severek tükettiğimiz kahvenin vücudumuzda yarattığı etkileri ve bu etkilerin nedenlerini, bu makalemizde incelemeye çalıştık. Aslında her gün severek içtiğimiz kahve hakkında çok az şey biliyoruz. Sıklıkla yayınladığımız kahve hakkında makalelerde de bu bilmediğimiz konuları incelemeye ve sizlerle paylaşmaya gayret ediyoruz.


Bu yazıyı beğendiyseniz, Kişisel Yazılarım blogumu takip ederek, yeni gönderilerden anında haberdar olabilirsiniz. Ayrıca Kişisel Yazılarım'daki gönderileri sosyal ağlarınızda paylaşarak, daha fazla insanın okumasına yardımcı olabilirsiniz. Kişisel Yazılarım bloguma gösterdiğiniz ilgiden dolayı teşekkür eder, Kişisel Yazılarım blogumda keyifli vakit geçirmenizi dilerim.