if(window.location.href == 'https://kisiselyazilarimkaan.blogspot.com' || window.location.href == 'https://kisiselyazilarim.blogspot.com' ) { window.location="https://kisiselyazilarimkaan.blogspot.com"; } Kişisel Yazılarım

10 Şubat 2022 Perşembe

Yaşadığım Dikkat Eksikliği ve Hayatıma Getirdiği Sorunlar

Dikkat eksikliği rahatsızlığım çocukluğumdan şu anki yaşıma kadar devam eden psikolojik bir hastalık. Bu hastalık için, şu anda İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Psikiyatri polikliniğinde tedavi görmekteyim. Bu hastalığımın teşhisi çok geç yaşlarda konuldu. Bu hastalığım teşhis edilmeden önce, insanlar zekamdan şüpheleniyordu. Hatta öğretmenlerim bile, bu hastalığımı fark edebilecek yeteneğe sahip olmalarına rağmen, hiç kimse, bu hastalığımın farkına varamamıştı. Bu yaşadığım hastalık, çocukluğumdan beri hayatımı zindana çeviriyor. Çocukken okul hayatında yaşadığım sorunlar, günümde iş hayatımda yaşadığım sorunlarla devam ediyor. Söz konusu bu rahatsızlık, hayatımı büyük oranda zorlaştırıyor. Bu hastalık yüzünden bir iş bulabilmek, samanlıkta iğne aramaya benziyor. 

Dikkat Eksikliği Hastalığı Bende Ne Zaman Başladı? 

Bu hastalık, çocukluğumdan beri vardı, ancak teşhisi 2012 yılında İstanbul Tıp Fakültesi'nde konuldu. O zamana kadar, çevremdeki insanlar zekamda bir problem olduğunu düşünüyordu. Ancak, benim şu anda bu yazıyı yazabiliyor olmam, zekamda hiçbir problemin olmadığını kanıtlamaya yetiyor da, artıyor bile... Eğer benim zekamda bir problem olsaydı, bu yazıları yazamazdım. Ben 2019 yılından beri Çince öğreniyorum. 2019 yılından 2021 yılına kadar, Çinceyi hep kendim öğrendim. Hiçbir üniversiteye gitmedim, hiç Çin'de yaşamadım, hiç özel ders almadım. Sadece, internetten indirdiğim uygulamalarla ve Çinlilerle sürekli Çince konuşarak, Çinceyi geliştirmeye başladım. Çince öğrenmeye başladığımda, 2-3 ay içerisinde Çinceyi konuşabilmeye başladım. Şu anda Çince seviyem, Çin'de yaşamama yeter de artar bile. Çincenin dünyanın en zor dili olduğunu söylüyor ve bu dili konuşabildiğim için, insanlar beni takdir ediyorlar. Bu da, zekamda hiçbir problemin olmadığını, hatta zeki olduğumu gösteriyor. Ancak, dikkat eksikliği rahatsızlığım yüzünden, ciddi problemler yaşıyorum. 



Dikkat Eksikliği Yüzünden Yaşadığım Sorunlar

1. Eşyalarımı kaybetmem: Belki de bu hastalığın bende yarattığı en büyük problem, eşyalarımı kaybetmem. Sürekli eşyalarımı kaybediyorum. Örneğin, kimliğimi üç defa kaybettim ve yenilettim. Onun dışında, cüzdanımı ve hatta kıyafetlerimi bile kaybettiğim olmuştur. Sürekli eşyalarımı kaybetmem yüzünden, büyük sorunlarla karşılaşıyorum. Örneğin, geçen sene askerlik muayenesi için hastaneye gitmiştim. Hastane, "Askerliğe Elverişli Değildir" yazısıyla beni askerlik şubesine sevk etmişti. Ancak, ben o kağıdı kaybettim. O gün tekrar hastaneye başvurdum ve neyse ki, o evrağı aslı gibidir yaparak bana tekrar verdiler. O şekilde, işlemlerimi askerlik şubesinde halledip, işimi tamamladım. Sadece dikkat eksikliği rahatsızlığım yüzünden, askere bile gidemedim. Bu hastalık, hayatımı ciddi olarak zorlaştırıyor. 

2. Bir işe odaklanamamak: Bir işi yaptığımda, o işe odaklanmakta çok zorlanıyorum. En ufak şeyde dikkatim dağılıyor ve o işe odaklanamadığım için sürekli başarısız oluyorum. Örneğin bir sınava girerken, sınav sırasında sürekli aklım başka yerlere dağılıyor ve sınava adapte olamadığım için, sınavdan başarısız oluyorum. Ama, bu benim zeki olmadığım anlamına gelmez. Sürekli dikkatim dağıldığı için, sınava yeteri kadar adapte olamıyorum. 

3. Planların arkasını getirememek: Mesela, ben bir işe başlarken, onu planlarım. Bu işi nasıl ve ne zaman yapacağımın planını yaparım. Ancak, bu işin sonunu asla getiremem. Planlara tam olarak uyamam, bu nedenle sürekli yapacağım işlerde başarısız olurum. Yaptığım plana sadık kalamadığım için, sürekli beni başarılı yapacak şeyleri elimin tersiyle bir kenara atıyorum.


Nasıl Bir Tedavi Görüyorum?

Şu anda, İstanbul Tıp Fakültesi (Çapa), Psikiyatri polikliniğinde tedavi görüyorum. Ancak gördüğüm tedaviden memnun olduğum söylenemez! Hastalığımla doğru düzgün ilgilenmiyorlar, sadece ilaç yazıp gönderiyorlar. Burası bir üniversite hastanesi olduğu için, sürekli farklı doktorlar takip ediyor. Ancak, doktorlar sadece ilaç yazıyor, hastalığımla ilgilenmiyor. Dikkat eksikliğimin tedavisi için hiçbir terapi vb. bir uygulama yok. Bırakın tedaviyi, randevu bile almak son derece zor! Bu hastalığın profesyonel bir psikiyatri doktoru tarafından takibi şart! Bu yüzden, İstanbul Tıp Fakültesi, benim hastalığımı tedavi etmekte son derece başarısız. Özel bir psikiyatri kliniğine gitmek, son derece pahalı. Örneğin, sıradan bir psikiyatri kliniğinin bile saati en az 500 TL. Şu anda çalışmadığım için, bu parayı karşılamam son derece zor. Şu anda dikkat eksikliği tedavisi için Concerta 36. mg. ilacı kullanıyorum ve devlet bu parayı karşılamıyor. Ben her ay 275 TL para ödemek zorunda kalıyorum, ancak hiçbir düzelme görmüyorum. 


Yetkililerden Yardım İstiyorum!

Yaşadığım bu rahatsızlık, hayatımı ciddi oranda zorlaştırıyor. İş bulmakta zorlanıyorum ve aile ve arkadaş ortamında insanlarla ilişki kurmakta zorlanıyorum. Düzgün bir tedavi göremiyorum, bu yüzden dikkat eksikliği rahatsızlığım hala devam ediyor. Bu hastalığımın tedavisi için gereken maddi imkana da sahip değilim. Şu anda çalışmıyorum, sadece annemin emekli maaşıyla geçinmeye çalışıyoruz. Son çalıştığım yerlerde de bu rahatsızlığım yüzünden işten çıkarıldım. Yetkililerden bu hastalığımın tedavisi için bir çözüm istiyorum. Bakın, zekamda hiçbir problem yok. Ancak, bu dikkat eksikliği rahatsızlığım yüzünden, insanlar benim zekamda bir problem olduğunu düşünerek, beni işe almıyor. Sizden tedavim için destek bekliyorum. Sizin de evladınız var ve evladınızın bu rahatsızlığı yaşamasını istemezsiniz. Lütfen, tedavim için bana yardım edin!















Bu yazıyı beğendiyseniz +1 butonuna basmayı ve blogumu takip etmeyi unutmayınız. Ayrıca bana destek olmak için blog sayfamda bulunan Google reklamlarına da tıklayabilirsiniz. Teşekkürler!

9 Şubat 2022 Çarşamba

Türkiye'de Hayat Pahalılığı ve Getirdiği Sorunlar


Türkiye'de Hayat Pahalılığı ve Getirdiği Sorunlar

Ülkemiz, kurulduğundan bu yana en çok yaşadığı sorunlardan birisi, şüphesiz hayat pahalılığıdır. Ekonomik kriz, doların yükselmesi ve üretim gücünün düşüklüğü gibi etkenler, hayatın giderek pahalılaşmasına neden oluyor. Bu durum da, fakir insanların giderek fakirleşmesine, zengin insanların da giderek zenginleşmesine neden oluyor. Türkiye'deki hayat pahalılığı, zengin ile fakir arasındaki uçurumu bir hayli derinleştiriyor. Türkiye, dünyada gelir adaletsizliğinin en yüksek olduğu ülkelerden birisi. Fiyatların dövizlerdeki artış, stokçuluk, kara borsacılık gibi etkenlerle sürekli yükselmesi, insanların alım gücünün azalmasına ve yoksulluk oranının artmasına neden oluyor. Bu nedenle ülkemizde geçmişte büyük ekonomik krizler yaşanmış ve günümüzde de yaşanmaya devam etmektedir. Çeşitli ekonomik faktörler nedeniyle, ülkemiz ciddi zamlarla karşılaşmaktadır ve bu durum yoksulluk oranını önemli derecede artırmaktadır. Ülkemizin en gelişmiş ve kalabalık şehri olan İstanbul, aynı zamanda hayat pahalılığının en yüksek olduğu şehrimizdir.  
Yandaki paylaştığımız tablo, Türkiye'deki hayat pahalılığının geçen seneden, günümüze nasıl değiştiğini göstermektedir. Yandaki tablodaki verilerden yararlanarak, hayat pahalılığını etkileyen faktörleri birlikte inceleyelim:

Hayat Pahalılığını Etkileyen Faktörler

  • Döviz Kurlarındaki Artış:  Döviz kurlarında artış yaşanması, ülkemizin parasının döviz karşısında değer kaybetmesi ve bunun sonucu olarak da, ülkemizdeki fiyatların artış göstermesidir. Dolar ne kadar yükselirse, zam oranları da o kadar artıyor. Çünkü, ülkemizde ithalat, ihracattan fazla. Günümüzde elektronik, giyim, mobilya, gıda gibi ürünlerin çoğunu Dolar üzerinden ithal ediyoruz. Bu nedenle, Dolar sürekli yükseliyor ve bu da fiyatların artmasına ve doğal olarak da hayat pahalılığının giderek artmasına neden oluyor. 
  • Asgari Ücret: Hayat pahalılığını etkileyen en önemli faktörlerden biri de, şüphesiz ki asgari ücrettir. Asgari ücret, bir insanın barınma, beslenme ve diğer temel ihtiyaçlarını gidermesine yetecek olan minimum ücrete verilen bir addır. Asgari ücretin belirlenmesindeki en önemli faktör ise enflasyon oranlarıdır. Hükûmet, enflasyon oranlarından yola çıkarak, her yıl asgari ücret oranında belirli zamlar yapar, ancak fiyatların sürekli zamlanması nedeniyle, asgari ücretle geçinmek, neredeyse imkânsız hale geliyor. Bu yüzden, asgari ücretin durumu, hayat pahalılığını etkileyen önemli bir faktördür. 
  • Açlık Sınırı: Açlık sınırı, dar gelirli insanların karınlarını doyurabilmeleri için gerekli parayı ifade eder. Açlık sınırının altındaki insanlar, yoksul olarak değerlendiriliyor. Maalesef günümüzde açlık sınırı, fiyatlardaki zamlanma sebebiyle giderek artmaktadır. Örneğin 2020 yılında 2.219 TL olan açlık sınırı, 2021 yılında 2.448 TL'ye yükselmiş durumda. Hatta, şöyle bir acı gerçek var ki, emekli aylıkları açlık sınırından bile düşük! Bu durum, ülkemizdeki hayat pahalılığının ne derecede olduğunu göstermeye yetiyor da, artıyor bile! 
  • Fiyatlardaki Sürekli ve Ciddi Artışlar: Ülkemizin yıllardır yaşadığı sorunlardan birisi de, fiyatlardaki sürekli ve ciddi oranda yaşanan zamlardır. Her yıl, giyim, gıda ve teknoloji ürünlerine her yıl ciddi miktarda zamlar gelmektedir. Örnek verecek olursak, ekmek bundan 10 yıl evvel, 300 gramı 85 kuruşa satılırken, şimdi günümüzde 200 gram ekmeğin fiyatı 3,00 TL'den satılıyor. Bu da Türkiye'deki hayat pahalılığının artmasındaki en büyük etkenlerden birisi.

Hayat Pahalılığının Getirdiği Sonuçlar:
  • Yoksulluk
  • İşsizlik
  • Kara borsacılık, stokçuluk gibi yasadışı faaliyetler,
  • Alım gücünün azalması,
  • Enflasyonun artması

Sonuç olarak, hayat pahalılığı ülkemizde ciddi bir şekilde artmaya devam etmektedir. Hayat pahalılığı arttıkça, insanlar günlük yaşamlarını sürdürmekte zorlanmaktadır. Maalesef, günümüzde hayat pahalılığı yüzünden yoksulluk oranlarında ciddi bir artış gözlenmektedir. Önceden yoksulluk, daha çok yüksek öğrenim görmemiş insanlarda görülürken, günümüzde yoksulluk oranlarının genelde üniversite mezunu olanlardan oluştuğunu görmek mümkündür. Artık üniversiteden mezun olmak, zengin olmak için hiçbir şeyi ifade etmiyor. İnsanlar en iyi üniversiteyi, en iyi şekilde bitirseler bile, hayat pahalılığı ve yoksulluk yüzünden, bırakın zengin olmayı, geçinmekte bile zorlanmaktadırlar. 

Peki, siz ülkemizdeki hayat pahalılığı hakkında ne düşünüyorsunuz? Ülkemizdeki hayat pahalılığının nedenleri ve sonuçları hakkında ne düşünüyorsunuz? Yorumlarda belirtmeyi unutmayın. 



















Bu yazıyı beğendiyseniz +1 butonuna basmayı ve blogumu takip etmeyi unutmayınız. Ayrıca bana destek olmak için blog sayfamda bulunan Google reklamlarına da tıklayabilirsiniz. Teşekkürler!

7 Şubat 2022 Pazartesi

Vezüv Yanardağı ve Yok Olan Şehir Pompeii

Pompeii Nerededir?

Pompei, İtalya'nın Napoli şehrinde yer alan ve Vezüv Yanardağı'nın patlaması sonucu yok olan bir şehirdir. Vezüv'ün milattan sonra 79 yılında patlamasıyla, Pompeii insanlarının tamamı yok olmuş ve taşlaşmışlar. Bugün Pompeii antik kenti 20 Dolar ödenerek ziyaret edilebilmektedir. Bu yazımızda Vezüv yanardağı ve Pompeii ve nasıl yok olduğunu detaylı bir şekilde inceleyeceğiz. Öncelikle, Vezüv Yanardağı hakkında biraz bilgi verelim. 

Vezüv Yanardağı 

Vezüv Yanardağı, İtalya'nın Napoli şehrindeki bir yanardağdır. Bu yanardağ, "İbret Dağı" olarak da bilinmektedir. Yanardağ, 79 yılında patladığından bu yana hala aktif ve patlayacağı günü bekliyor. Acaba, 79 yılında Pompeii'ye yaptığı gibi tüm Napoli kentini de yok edebilir mi? 

Pompeii Nasıl Bir Yaşama Sahipti?

Pompeii, o zamanın şartlarına göre modern bir şehir yaşamına sahipti. Pompeii, dönemin en gelişmiş ve zengin şehirlerinden biriydi. Roma'nın soyluları ve sosyetelerinin sık sık tatil yapmak için geldiği bir yerdi. Pompeii zamanla daha da çok zenginleşti ve insanlar zevke ve sefaya dalmaya başladılar. Pompeii öyle bir zenginliğe sahipti ki, insanların yedikleri yemekten yattığı yatağa kadar her şey altından yapılmıştı. İnsanlar, modern bir yaşamın ilk adımlarını Pompeii ile atmışlardı. Belki de modernleşmenin ilk başladığı şehir, Pompeii idi. 
Pompeii'nin sahip olduğu bu zenginlik ve ihtişam, o dönemin en zenginlerinin sürekli bu şehri ziyaret etmesine neden oluyordu. Anlatılanlara göre, Pompeii halkı, bu zevk ve sefadan şımararak, bir takım sapıklıklara bulaştılar. Eş cinsellik, zina ve diğer pis işler, insanlar arasında yaygınlaşarak, artık sıradan bir olay haline gelmeye başladı. Ve Pompeii'de insanlar tüm bu şirkinlikleri de bina duvarlarına resmetmeye başlamışlar. Hatta, o binaların genel ev olarak anlaşılması için, o binaların duvarlarına penis resmi çizmişlerdi. Bu aşağıda gördüğünüz resim, Pompeii şehrindeki bir genelevi göstermektedir. Burada insanlar, fuhuş, zina ve eşcinsellik gibi çirkin işler yapıyorlardı. 
Pompeii'de zina o kadar artmıştı ki, artık her köşe başında bir genelev görmek mümkündü. İnsanlar hatta bunu genelevlerde değil, sokak ortasında ve herkesin gözü önünde yapmaya başladılar. Pompeii insanları çok yemek yiyordu. Hatta, o kadar çok yemek yiyorlardı ki, doyduktan sonra kaz tüyü kullanarak kendilerini kusturuyor, daha sonra da yemek yemeye kaldıkları yerden devam ediyorlardı. Bu tür bir yaşam tarzı, artık sıradan bir hal almaya başlamıştı. İnsanlar bu zevk ve sefaya öyle bir dalmışlardı ki, kimse yakın zamanda büyük bir patlama olacağını umursamıyordu bile... Ve o an geliyor... 

Pompeii Nasıl Yok Oldu?

Milattan önce 79 yılında bir sabah, Vezüv yanardağı patlamış ve Vezüv'ün lavları saatte 100 km. hızla şehre ulaşmaya başlamış. Zaten insanlar lavlardan kurtulsa bile, Vezüv'den çıkan zehirli gazlar ve taş yağmuru nedeniyle hayatlarını kaybetmekteydiler. İşin tuhaf kısmı ise bu felaketten hiç kimsenin kurtulamamış olması... 2000 nüfuslu Pompeii halkının hepsi tamamen yok olmuş, bir kişi bile kurtulamamıştı. İnsanlar gemilerle felaketten kaçmaya çalışsa da, dalgalar gemileri lavların içine fırlatıyordu. Zaten, yoğun gaz ve toz bulutu, insanların anında ölmesine sebep oluyordu. Lavlar yüzünden ölenleri saymıyorum bile! Pompeii yok olduktan sonra, 19. asırda arkeologlar, Pompeii'de kazılar yaparak toprak altından kalıntılar çıkarmaya başladılar ve gördükleri manzara karşısında büyük bir şaşkınlığa uğradılar. 

Pompeii ve Taşlaşan İnsanlar

Arkeologlar, 19. asırda yaptıkları araştırmalarda, taşlaşmış insan cesetleriyle karşılaştılar. İnsanlar, patlama sırasında ne yapıyorsa, aynen o şekilde taşlaşmışlardı. İşin tuhaf kısmı, eğer bir lav sizi öldürürse, bırakın taşlaşmayı, tek bir toz taneniz bile kalmaz. Peki, insanlar nasıl bu şekilde taşlaşmıştı? Acaba, volkanlardan çıkan lavlar sonucu ölen insanlar bu şekilde taşlaşıyor mu? Geçmişte birçok yanardağ felaketi yaşanmış ve hiç bu şekilde taşlaşmış insanlarla karşılaşılmamıştı. Belki de, insanlar lavlar yüzünden değil, yanardağdan çıkan yoğun gaz ve toz bulutu yüzünden ölmüşlerdir. İnsanlar öldükten sonra, yoğun kükürt ve taş yağmuru, insanların üzerini bir yorgan gibi örterek taşlaşmasına neden olmuşlardı. Pompeii hakkındaki tarih, bugün hala gizemini koruyor. Acaba taşlaşan bu insanlar, taşlaşmadan önce nasıl bir hayat yaşıyorlardı? Bazı taşlaşmış cesetleri (affınıza sığınıyorum) birbirileri ile yakınlaştıkları an ile görülmüşlerdi. Vezüv patlamadan önce insanlar ne yapıyorsa, o şekilde bulunmuşlardı. 






Aslında Pompeii insanlarının yaşamları ve başlarına gelen bu felaket, bir ibret niteliği taşımaktadır. Pompeii insanları, yaptıkları bu çirkinliklerden dolayı, yüce Allah tarafından helak edilmişlerdi. Bugün, bu taşlaşmış cesetler, bize adeta bir ibret niteliğindedir. Bu taşlaşmış cesetler, bugün insanların görebileceği bir yerde, halen daha antik Pompeii kentinde sergilenmektedir. Bu ibret verici görüntüler, insanın ne kadar aciz ve çaresiz olduğunu gösteriyor. Peki, siz Pompeii hakkında neler biliyorsunuz? Pompeii insanları nasıl bir hayat yaşıyorlardı? Bu konudaki düşünce ve fikirlerinizi yorumlarda belirtebilirsiniz. 



Bu yazıyı beğendiyseniz +1 butonuna basmayı ve blogumu takip etmeyi unutmayınız. Ayrıca bana destek olmak için blog sayfamda bulunan Google reklamlarına da tıklayabilirsiniz. Teşekkürler!

6 Şubat 2022 Pazar

Beyoğlu'nun Üvey Evladı, Tarlabaşı


Tarlabaşı, İstanbul'un en meşhur ilçelerinden biri olan Beyoğlu'nun bir semtidir. Geçmişte şaşaalı dönemler yaşamış, aydın ve kültürlü insanların yaşadığı bir yer olmuştu. Ancak, çeşitli nedenlerle Tarlabaşı'nda zamanla fakirleşme başlamış ve bu nedenle insanlar, para bulmak için değişik yollara başvurmakta. Kimi suça karışıp adliye koridorlarıyla tanışıyor, kimi de çeşitli yollarla geçimini sağlıyor. Tarlabaşı hakkında şöyle bir gerçek var ki, o da Tarlabaşı'nın Beyoğlu'nun üvey evladı olduğu. Tarlabaşı, İstanbul'un en eski ve tarihi semtlerinden biridir. Belki de Tarlabaşı, İstanbul'un tarihinin başladığı bir yerdir. Her köşesinde farklı bir tarihin saklı olduğu Tarlabaşı, artık son derece harap ve yitik bir halde. Her köşe başında tinercilere, kapkaççılara rastlamanın mümkün olduğu bu semtte gece gezmek son derece tehlikeli. Eğer Tarlabaşı'na gitmek istiyorsanız, gündüz gitmenizi öneririm. Osmanlı döneminde, İstanbul'un en aydın ve gözde yerlerinden biri olan Tarlabaşı, Cumhuriyetin ilan edilmesinden sonra, bakanlıkların Ankara'ya taşınması sonucu, giderek fakirleşmeye başladı. Günümüzde Tarlabaşı, maddi durumu iyi olmayan insanların tercih ettiği mekanlardan birisi ki, güçleri ancak burada yaşamaya yetiyor. Tarlabaşı'nın son hali, insanın içini sızlatmaya yetiyor da artıyor bile...  Tarlabaşı'nın son hali, hayalet bir şehri andırıyor. Tarlabaşı'nın zamanla fakirleşmeye başlamasıyla, insanlar evlerini terk etmişler ve bu evler öylece sessiz sedasız duruyor. Maalesef ki, İstanbul'un her tarafı tarih kokan ve önceleri İstanbul'un en saygın semtlerinden biri olan Tarlabaşı, artık yok olma sürecine girmiş görünüyor. Tarlabaşı'nın bu hale gelmesindeki en büyük sebep, yine biziz maalesef. Çünkü, burada yaşayan insanlar para kazanabilmek için suç işliyor, cinsiyet değiştiriyor veya fuhuşa başvuruyor. Eğer bu insanlara düzgün yaşayabilmeleri için bir imkân tanınsaydı, belki de Tarlabaşı, şimdi çok başka bir yer olacaktı. Orada yaşayan insanlara cinsiyetlerini değiştirdikleri için kızıyoruz ama bunu neden yaptıklarını sormuyoruz! Biz Türk milleti olarak, maalesef insanları yargılamayı ve dışlamayı çok seviyoruz. Belki de o cinsiyetlerini değiştiren insanlar, bizden daha iyi insanlardır. Belki de gerçekten mecbur kaldıkları için bu işi yapmışlardır... Bilmiyoruz ve bilmeden yargılamayı da çok seviyoruz... Bu insanlara baktığımızda çoğumuzun verdiği tepki ya aşağılamak, ya da dalga geçmek oluyor. 
Belki de bu insanlara biz gerekli yardımı yapabilseydik, bu insanları aşağılamak ve dışlamak yerine, onları nasıl bu hayattan kurtarabileceğimizin çarelerini arayabilseydik, bu durumla hiç karşılaşmayacaktık! Allah, kimseyi çaresiz bırakmasın! Onun içindir ki, sizden ricam; lütfen insanlara mânâ bulmaktan ve insanları eleştirmekten vazgeçiniz, bu size bir şey kazandırmaz. İnsanları anlamaya çalışarak, belki onlara yardım edemesek bile, başkalarının onlara yardım etmelerini sağlayabiliriz. Unutulmayan bir şey var ki, bir insanla alay ettiğimizde ve mana bulduğumuzda biz de aynı şeyi yaşayabiliriz. Onun için, lütfen böyle insanları anlamaya çalışın ve asla mana bulup eleştirmeyin. KİMSENİN NELER YAŞADIĞINI BİLEMEZSİNİZ!!! 

Yükleniyor: 1149314/1149314 bayt yüklendi.
Şu son dönemlerde, Tarlabaşı'ndaki binaların yıkıl-ması gündemde. Bu sayede Tarlabaşı'nın yenilen-mesi ve daha iyi bir görünüme kavuşturulması planlanıyor. Peki, Tarlabaşı'ndaki binaların yıkılması halinde, orada yaşayan insanlar ne yapacak? Zaten insanların paraları ancak böyle yerlerde yaşamaya yetiyor, ya insanları buradan da kovarlarsa, bu insanlar ne yapacak? Gerçekten zor bir durum. Ancak, önceleri İstanbul'un en saygın semtlerinden biri olan Tarlabaşı, artık nefes alamaz halde! Terk edilen binalar ve binlerce eski bina... Artık Tarlabaşı, daha önce de dediğim gibi bir hayalet şehri andırıyor. Belki de Tarlabaşı'ndaki binalar yıkılmak yerine, yeniden restore edilebilir. Böylece, hem oradaki insanların yaşaması hem de tarihin zarar görmemesi sağlanabilir. Çünkü, siz Tarlabaşı'ndaki binaları yıkarak sadece binaları değil, bir tarihi de yıkmış olacaksınız! Bu Tarlabaşı'ndaki binaların en az 200 yıllık bir geçmişi var. Bu binalar kim bilir nelere şahitlik etmiştir... Ancak, siz Tarlabaşı'nı güzelleştireceğim diye o binaları yıkarsanız, tarihi dokuya ciddi bir darbe vurursunuz! Böyle yapmak yerine, o binaları yeniden restore edebilirsiniz. Tarlabaşı'nı yeniden düzenleyerek, eski saygınlığına kavuşturabilirsiniz. 

İnsanlar, çoğu zaman Tarlabaşı'nın en yüksek suç oranına sahip semt olarak tanımlarlar. Aslında, buradaki insanlara eğitim verilerek topluma kazandırabiliriz. Zaten, suçun altında yatan temel şey eğitimsizliktir. Eminim ki, buradaki insanlar bu suçu bilerek ve isteyerek yapmıyorlardır. Az önce de dedim ya, KİMSENİN NELER YAŞADIĞINI BİLEMEZSİNİZ! Belki de bu insanları topluma kazandırabilir ve böylece suçla mücadeleyi en iyi şekilde yürütebiliriz. Bu durum, Tarlabaşı'nın eski şaşaalı günlerine dönmesine yardımcı olabilir. Bakın, Tarlabaşı İstanbul'un herhangi bir semti değil. Tarlabaşı, önceden İstanbul'un en tarihi semtlerinden birisi ve bu sebeple buranın bir an önce eski şaşaalı günlerine kavuşması gerek! Umarım bu yazdıklarımı yetkililer de okur ve bu insanlara yardım etmek için gereken adımları atarlar. Sonuçta hepimiz insanız ve birbirimize her zaman yardım etmeliyiz. 














Bu yazıyı beğendiyseniz +1 butonuna basmayı ve blogumu takip etmeyi unutmayınız. Ayrıca bana destek olmak için blog sayfamda bulunan Google reklamlarına da tıklayabilirsiniz. Teşekkürler!

Rüyalar Hakkında

Rüyalar Hakkında

Rüyalarımız hakkında neler biliyoruz? Neden rüya görüyoruz? Din ve psikoloji rüyayı nasıl tanımlıyor? Rüyalarımız gelecekten haber verebilir mi? Rüyalar hakkında keyifli ve sürükleyici bir yazı sizleri bekliyor! 

Rüyalar, insanlık tarihinin başlangıcından beri, insanların hep merak ettiği bir konu olmuştur. Din, felsefe ve psikolojinin rüyalar hakkında birtakım tanımlamaları mevcut. Örneğin psikoloji "rüya" kavramı hakkında "beynimizin uyku sırasında bilinçaltını kullanarak değişik obje ve olaylar" olarak tanımlarken, dinimiz İslam ise "rüya" kavramını "ruhun vücuttan kısa sürede ayrılmasını ve geçici ölüm" olarak tanımlamaktadır. Psikolojiye göre hemen hemen herkesin rüya gördüğünü, rüya görmediğini zanneden kişilerin gördükleri rüyayı hatırlamadığını söylemektedir. Hemen hemen her gece gördüğümüz rüyaların bazı işaretleri olabiliyor ve bu suretle rüyalar tabir ediliyor. Rüya tabiriyle uğraşan kişilere "Rüya Tabircisi" adı veriliyor. Bu kişiler, insanların rüyalarında gördükleri değişik obje ve olaylardan yola çıkarak, insanların gelecekte neler yaşayabileceği hakkında tahminlerde bulunuyor. 

İslam Dininde Rüya Tanımı 

Dinimiz İslam, rüyayı geçici bir ölüm olarak ve uykumuzda ruhumuzun geçici olarak bedenimizi terk ettiğini belirtmektedir. Bu konu, Kur'an-ı Kerim'de şu şekilde özetlenmiştir: "Allah, ölüm vakitleri geldiğinde insanları vefat ettirir, ölmeyenleri uykularında (bilinç kaybına uğratır). Ölümüne hükmettiklerinin canlarını alır, diğer canları da belli bir süreye kadar bedenlerine salar. Kuşkusuz, bunda düşünenler için dersler vardır." (Zümer Sûresi, 42. Ayet) Bu ayetten yola çıkarak, rüya denen kavramın aslında "ruhumuzun geçici olarak bedenden ayrılması" sonucu çıkarılabilir. Çünkü ayette "ölmeyenleri uykularında vefat ettirir" diye bir ibare yer alıyor. Söz konusu dinimiz, rüyanın geçici bir ölüm olduğunu ve ruhumuzun geçici olarak ruhumuzu terk ettiğini öne sürüyor. Yani, uyuyan her insan aslında bir şekilde ölüyor ve uyandığı zaman da tekrar hayata dönüyor. Bir başka değişle, uyku denen kavram "yarı ölüm" olarak tanımlanıyor.   

Psikolojide Rüyanın Tanımı: Psikoloji bilimi, rüya ile yakından ilgilenmekte ve bu konuda birçok araştırma yapmaktadır. Psikoloji, rüyanın bilinçaltımızda yer alan tüm şeylerin, rüya olarak uykumuzda yer almasıdır. Buna göre, bilinçaltımızda ne varsa, uykumuzda onu rüya olarak görüyoruz. Uykumuzda gördüğümüz rüyalar, bilinçaltımızın bir yansımasıdır. Kimi psikoloji uzmanları, rüyalarımızın zihnimizin ürettiği obje ve nesnelerden ötürü olduğunu savunsa da, çoğu bilim adamına göre rüyalarımızın zihnimizden kaynaklanmadığını, zihnimizin bilinçaltında yer alan objelerin, rüya olarak yansıdığını belirtmektedir. Ancak rüyanın kesin ve net bir tanımı henüz yapılabilmiş değil. Psikoloji uzmanlarının yaptığı onca bilimsel deney ve çalışmalara rağmen, "rüya" kavramı, hâlen bir cevap bulabilmiş değil. 

Rüyalar Gelecekten Haber Verebilir mi?

Belki de rüyaları en ilginç kılan özelliklerden biri de, hiç şüphesiz gelecekten haber verip veremeyeceğidir. Bazı kişiler, rüyalarımızda gördüğümüz nesne ve olaylardan yola çıkarak, geleceğe dair bazı tahminlerde bulunuyor. Rüyalar hakkında yapılan bu tahminlere "rüya tabiri" deniyor ve rüya tabiriyle uğraşan kişilere "rüya tabircisi" adı veriliyor. Rüya tabirleri hem psikolojik, hem de dini olarak yorumlanabiliyor. Tüm bu durumlar, rüyaların bize verilen bir mesaj olabileceği ve gelecekten haber verebileceğini düşünmemize neden oluyor. Bazen, uykumuzda gördüğümüz ve saçma sapan olarak düşündüğümüz rüyaların bile aslında bize verilen bir mesaj olabileceği de mümkün. Örneğin, yıllar önce bir seyahate çıkacağını gören bir kimse, bu rüyayı saçma sapan ve gerçekleşmesi mümkün olmayan bir rüya olarak tanımlayabiliyor. Ancak bu rüya, seneler sonra aynen rüyada görüldüğü gibi gerçekleşebiliyor. Belki de rüyalar, gelecekte yaşayacağımız olayların bir provası olabilir... Bazen gördüğümüz rüyaların çoğu geçmişte yaşadığımız ve bilinçaltımızda kayıtlı nesne ve olaylardan ibaret oluyor. Ancak bunları çoğu zaman hatırlamıyoruz bile..  
Bazen okuduğum aşk hikayelerinde; bir adamın rüyasında gördüğü bir kıza aşık olduğu ve bu kızı gelecekte bulup onunla aşk yaşadığına şahit olmuştum. Bu durum, "rüyalar gerçekten gelecekten haber verebiliyor" diye düşünmeme neden oldu. Gerçekten ilginç, değil mi? Aslında gelecekte neler yaşayacağımız merak ediyorsak, belki de gördüğümüz rüyaları ciddiye almalıyız. Saçma sapan zannedip önemsemediğimiz rüyalar bile, belki bir mesaj niteliği taşıyor olabilir! Dinimiz ve psikoloji rüyalar için farklı tanımlamalar yapsa da, rüyaların bir mesaj taşıdığını ve gelecekte yaşayacaklarımızın bir yansıması olabileceğini düşünmek, pek de mantıksız değil! Belki de, gördüğümüz rüyaları önemsememiz gerekiyor. Aslında, her gece gelecekten haber veren ve bir mesaj niteliği taşıyan sayısız rüyalar görüyoruz, ancak bu rüyaların sadece çok azını hatırlayabiliyoruz. Rüyalar, birçok insanın hayatının değişmesine yol açmıştır. Örneğin Peygamber Efendimiz (S.A.V), Mekke'nin fethedileceğini rüyasında görmüş ve aynı günün sabahı, Mekke fethedilmişti. Bir başka örnek, Hz. Yusuf'un en önemli mucizelerinden birisi de rüyaları doğru şekilde tabir etmesiydi. 
Hz. Yusuf, Mısır'da zindanda kaldığı günlerde, sayısız insan hakkında rüya tabirlerinde bulunmuş ve bu rüya tabirlerinin hepsi de gerçekleşmişti. Hatta, dönemin firavunu Hz. Yusuf'un bu mucizesini keşfetmiş ve Hz. Yusuf'u zindandan çıkararak, devlet yönetiminde önemli bir mevkiye getirmişti. İşte tüm bu yaşananlar, rüyaların gelecekten haber verebileceğini ve bir mesaj unsuru olduğunu kanıtlıyor. Gördüğümüz bu rüyalar belki bir gün sonra, belki aylar ve yıllar sonra, tam rüyamızda gördüğümüz şekliyle veya benzer şekillerde karşımıza çıkabiliyor. Belki de, geleceğimizi merak ediyorsak, rüyalarımıza bakmamız gerekiyor. 
Rüyalar Hakkındaki Kendi Düşüncem 
Rüyalar hakkında paylaştığım birçok bilgiden sonra, rüyalar hakkındaki kendi düşüncemi de paylaşmak istiyorum. Aslında bana göre rüyalarımızda ne görüyorsak, gelecekte de onu yaşıyoruz. Belki bir gün, bir ay veya yıllar sonra, gördüğümüz rüyalar bir şekilde karşımıza çıkıyor. Aslında her gece bir sürü rüya görüyoruz, ancak çoğunu hatırlamıyoruz. İnsanlar, gördüğü rüyaların sadece %10'u hatırlıyor. Ben, rüyalarımızın bir mesaj niteliği taşıdığını düşünüyorum. Görülen rüyalarda ne hatırlıyorsak, mutlaka tabirine bakmamız gerekiyor. Belki de bu şekilde gelecekte neler yaşayacağımızı az-çok tahmin etmiş oluruz. Rüyalar hakkındaki tanıma gelince, ben dinimizin yaptığı tanımı daha doğru buluyorum. Çünkü, uyuduğumuz zaman neredeyse hiçbir organımız çalışmıyor. Vücudumuzun derin uykuda olduğu ve bu durumun "ram uykusu" olarak tanımlandığı sürede rüya görüyoruz. Ve ilginçtir ki, gördüğümüz rüyalar sadece birkaç saniye sürüyor. Rüyamızda ruhumuz bedenimizden ayrılarak farklı yerlere gidiyor ve uyandığımızda tekrar yerine geliyor. Belki de bilinçaltımızda yaşadıklarımız da, rüyalarımıza etki ediyor. Bence, her iki durumda kulağa mantıklı geliyor. İnsanların rüya sırasında ruhlarının bedenlerinden ayrılması ve bilinçaltında yer alan nesne ve olaylarla karşılaşması... 

Sizler rüyalar hakkında neler düşünüyorsunuz? Gördüğünüz rüyaların ne kadarını hatırlayabiliyorsunuz? Gördüğünüz ve gerçekleşen bir rüyanız var mı? Bu konudaki görüş ve deneyimlerinizi yorumlarda bizimle paylaşabilirsiniz.

Rüyalar hakkında yazıma göstermiş olduğunuz ilgiden dolayı teşekkür eder, bu yazımın size faydalı olmasını dilerim. Umarım bu yazdıklarım, rüyalar hakkında daha fazla bilgi sahibi olmanızı sağlar. Unutmayın, bilginin zararı değil yararı olur. 

Rüyalar hakkında yazdığım bu yazıda hiçbir kopya, alıntı vs. kullanmadım. Bu yazıyı hazırlarken, tamamen özgün olarak, yaptığım araştırmalar ve bu konuda sahip olduğum bilgilerden yararlanmaya çalıştım. Umarım, rüyalar hakkında yazdığım bu yazıyı beğenirsiniz. Yeni yazımda görüşmek üzere, kendinize iyi bakın! 

Rüyalar Hakkında adlı yazımı beğendiyseniz, +1 (beğen) tuşuna basmayı ve daha fazla insanın bu bilgiden yararlanması için sosyal medya hesaplarınızda paylaşmayı unutmayın. Yazdığım yazılardan anında haberdar olabilmek için, blogumun sağ üst köşesinde yer alan "takip et" butonuna tıklayarak, takipçim olabilirsiniz. 

Kişisel Yazılarım blog yazarı olarak, profesyonel bir blog yazarı olmadığımı ve bunun için daha çok yol kat etmem gerektiğini biliyorum. Kişisel Yazılarım blogumda her gün yayınladığım çeşitli konulardan oluşan yazılarla, bu konuda kendimi her gün geliştiriyor ve yetiştiriyorum. Kişisel Yazılarım blog yazarı olarak da, siz değerli ziyaretçilerimin desteğini bekliyorum. Kişisel Yazılarım blogumda okuduğunuz ve paylaştığınız her makale, beni profesyonel bir blog yazarı olmaya daha da yaklaştırıyor. Onun için, lütfen mümkün mertebe okuduğunuz ve beğendiğiniz her makaleyi sosyal medyada arkadaşlarınızla paylaşınız. 

Kişisel Yazılarım blog yazarı olarak, blog sitemi daha da geliştirerek ücretli bir alan adına taşımak istiyorum. Yani, adresimin "kisiselyazilarimkaan.blogspot.com" olarak değil, "kisiselyazilarimkaan.com" olmasını istiyorum. Bu nedenle de maddi olarak desteğe ihtiyacım var. Sizden istediğim, blog sitemde yer alan Google reklamlarına birer kez tıklamanızdır. 

Kişisel Yazılarım blog yazarı olarak teşekkür eder, blogumda keyifli vakit geçirmenizi dilerim. 



























Bu yazıyı beğendiyseniz +1 butonuna basmayı ve blogumu takip etmeyi unutmayınız. Ayrıca bana destek olmak için blog sayfamda bulunan Google reklamlarına da tıklayabilirsiniz. Teşekkürler!

Kahve Dünyasına Keyifli Bir Yolculuk...

Kahvenin Dünyasına Keyifli Bir Yolculuk




Günümüzde sıcak içeceklerin arasında en popüler içeceklerin başında yer alan kahve, milyonlarca insan tarafından severek tüketiliyor. Kahve, bazen sıcak, bazen ise soğuk tercih edilebiliyor. Kahvenin cezbedici kokusu ve verdiği keyif, insanları kendine çekiyor. Peki, kahve hakkında ne kadar çok şey biliyoruz? Arkadaş ortamında, iş ortamında ve evde sıkça tükettiğimiz kahve, nereden geliyor? İşte kahve hakkında keyifli ve sürekleyici bir yolculuk sizleri bekliyor! 


Kahvenin Ana Vatanı 

Her yiyeceğin ve içeceğin ilk olarak doğduğu topraklar vardır. İşte kahvenin ana vatanı ise Brezilya'dır. Brezilya, kahve üretiminde ve ihracatında dünyada birinci sıradadır. Türk kahvesinden tutun da, espresso, kapiçino gibi birçok kahve çeşidinin üretildiği yer, Brezilya'dır. Brezilya'nın sahip olduğu yağmur ormanları, kahvenin yetiştirilmesine ve üretilmesine imkan tanımaktadır. Çünkü kahveyi üretebilmek için yağışlı ve ormanları gür bir bögleye ihtiyacınız vardır. Brezilya, bu kahveyi üreterek dünyaya ihraç etmektedir. Günümüzde kahve ihtiyacının %80'i Brezilya'dan karşılanmaktadır. Kahvenin yolculuğunun başladığı ilk yer, Brezilya'dır.


Osmanlı'da Kahve Kültürü 

Osmanlı'ya kahve, Kanuni Sultan Süleyman zamanında 1542'de gelmiştir. Osmanlı'ya kahve ilk geldiğinde, acı ve sert olduğu gerekçesiyle pek fazla sevilmemişti. Ancak, lokum gibi şekerlemelerle birlikte tüketiliğinde oldukça sevilmeye ve herkes tarafından sevilmeye başlandı. 

Kahvenin giderek yaygınlaşmasıyla, Osmanlı'da "Kahvehaneler" yani bugünkü adıyla "Kıraathaneler" kurulmaya başlandı. Osmanlı'da kahvenin giderek yaygınlaşması sonucu, insanlar bu enfes tadı asla bırakamaz oldular. Kahvenin içinde yer alan kafein, keyif verici, zihin açıcı ve bağımlılık yapan bir özelliğe sahiptir. İşte bu yüzden, kahveye alışan insanlar gecelerce uyuyamamış, bu nedenle Osmanlı'nın bazı dönemlerinde yasaklanmıştı. Örneğin, Sultan IV. Murat döneminde, insanlar kahvenin etkisiyle çeşitli yerlerde taşkınlıklar çıkarmaları dönemide, tütün ve alkol gibi kahveye de yasak getirilmiş, kahvehanelerin kapısına da zincir vurulmuştur. Daha sonra, kahvenin vücuda yararlı olduğu, zihni dinç tuttuğu nedeniyle bu yasak daha sonraları kaldırılmıştı. Kahvenin ayrıca kültürümüzde önemli bir yeri vardır. 

Türk Kültürü'nde Kahve

Kültürümüzde kahvenin çok önemli bir yeri vardır. Günümüzde birçok insan, Türk Kahvesi'ni severek tüketmektedir. Türk kahvesi, insanı kokusuyla cezbeden, keyif ve dinçlik veren bir özelliğe sahiptir. Türk kahvesinin tadı sert ve acıdır, bu yüzden her gün Türk kahvesi içildiğinde, daha dinç ve enerjik hissedebilirsiniz. Ancak akşam 19:00'dan sonra içilen kahve yüzünden, gece uyuyamayabilirsiniz! Türk kahvesi özellikle kız istenirken, misafir geldiğinde veya arkadaş ortamında sık tüketilen bir içecektir. Türkiye'de kahve, çaydan sonra en çok tüketilen sıcak içeceklerin başında gelmektedir. Kendimden bahsedecek olursam, kahve benim en sevdiğim sıcak içecektir. Sabahları kahvaltıdan sonra mutlaka 1-2 fincan kahve tüketirim. Kahve içmediğim zaman, kendimi her zaman yorgun ve halsiz hissederim. Sizler de öyle misiniz? Kahvenin sizin hayatınızdaki önemi nedir? Yorumlarda bahsetmeyi unutmayın!...

Türk Kahvesi Nereden Geliyor?

Türk kahvesi, diğer kahve türlerinde olduğu gibi, Brezilya'dan ithal edilmektedir. Brezilya'dan ithal edilen kahve, Türkiye'ye geldikten sonra birtakım işlemlerden geçerek, tüketime hazır hale getiriliyor. Türkiye'de kahvenin işlenmesinde görev alan birçok Türk kahvesi firması bulunmaktadır. Bu firmalar, Türk kahvesini çeşitli işlemlerden geçirerek fabrikalarında işlemektedir. Tüm bu işlemler bittikten sonra, satışa sunulmaktadır. 

Lezzetli Türk Kahvesi Yapmanın Püf Noktaları

Eğer Türk kahvesi içmeyi seviyorsanız, lezziz bir Türk kahvesi yapmanın yollarını da öğrenmek isteyebilirsiniz. Vereceğimiz bu tarifler, tarafımızca lezzeti kanıtlanmışi, lezziz ve hazırlanması son derece kolay olan kahve tarifleridir. 
  1. Kahve cezvesine küçük kahve fincanıyla, içeceğiniz kahve kadar su ekleyin. Cezveye su ekledikten sonra, iki çay kaşığı Türk Kahvesi koyun. Eğer şekerli içmek istiyorsanız, bir çay kaşığı şeker de ilave edebilirsiniz. 
  2. Kahveyi en az 4-5 dakika kaynamak üzere ocağa koyun.
  3. Kahve kaynamaya başladığında, hemen iki kaşık kahveyi kahve fincanına ekleyin. 
  4. Kahve iyice kaynadığında, cezveyi ocaktan alıp kahve fincanınıza ekleyin. 
İşte bu tarifle, lezzetli ve bol köpüklü bir Türk kahvesi yapabilmeniz mümkün! 

Kahvenin vücudumuzda yarattığı etkiler nelerdir?

  • Dinçlik verir: Kahve her gün düzenli tüketildiğinde vücuda dinçlik ve enerji kazandırıyor. Ayrıca kahve, zihnimizin daha iyi çalışmasına ve böylece bir şeyleri daha iyi öğrenmemize ve kavramamıza yardımcı oluyor. Bazı uzmanlar, zihnimizin daha iyi çalışması için günde birkaç kahve içilmesini öneriyor. 
  • Keyif verici bir içecektir: Belki de kahvenin insanlar tarafından en çok sevilmesinin temel nedeni de, içerken verdiği müthiş bir keyiftir! Her insanın severek içtiği kahve, insanı rahatlatan ve keyfini artıran önemli bir özelliğe sahiptir. 
  • Bağımlılık yapar: Kahvenin içerisinde yer alan kafein, bağımlılık yapan bir özelliğe sahiptir. Özellikle günde 4-5 bardak kahve tüketildiğinde, kahvenin verdiği keyif ve haz nedeniyle insanda kahveye karşı bir bağımlılık oluşuyor. Kahve tüketilmediği zaman insanda halsizlik ve bitkinlik oluşuyor. Kahvenin bağımlılık yapmasının en önemli nedeni, içinde bulunan kafeindir. Ne kadar çok kahve tüketirseniz, o kadar çok bağımlı olursunuz! 

  • Kalp ve damar sağlığına iyi gelir: Bazı uzmanlar, kahvenin kalp ve damar sağlığı için faydalı olduğunu söylemektedir. Ayrıca kahvenin antioksidan özelliği de bulunmaktadır. Böylece, düzenli kahve tüketimi kalp damar hastalıklarının oluşmasını engellemekte ve bizi kanserden korumaktadır. Ama yine de fazla tüketmemekte fayda var...

Kahve Bağımlılık Yapar mı? 

Evet, kahve hakkında merak edilen konulardan birisi de, kahvenin bağımlılık yapıp yapmadığıdır. Kahve diğer çikolata, çay ve kola gibi yiyecekler gibi kafein içermektedir. Yani, aslında bağımlılık yapan şey kahve değil, kahvenin içindeki kafeindir. 

Günde 4-5 fincan kahve içildiğinde, kafein keyif verici bir madde olduğu için, zamanla bir bağımlılığa neden olabilmektedir. Kahve bağımlısı olduğumuzu nasıl anlarız, belirtileri nelerdir? 

Kahve Bağımlılığının Belirtileri

  • Güne kahveyle başlanmadığında, devamlı bitkinlik ve yorgunluk hali,
  • Günde en az 4-5 kez kahve içme isteği,
  • Kahve içilmediğinde elin ayağın titremesi, 
  • Kahve içildiğinde kendini dinç ve enerjik hissetmek, içilmediğinde ise daimi bir yorgunluk hali gibi belirtileri örnek verebiliriz. 
Ancak diğer bağımlılık türlerine nazaran, kahve bağımlılığının vücut için bir zararı yoktur. Aksine, kahve dinçlik ve enerji verir ve kansere karşı bir antikosidan görevi görür. Bunun yanı sıra kahve, metabolizmayı da hızlandırdığından zayıflamayı da kolaylaştırmaktadır. Kahvenin yararlarını daha iyi alabilmek için, kahveyi şekersiz tüketmekte fayda var. 



Günümüzde Kahve...

Günümüzde kahve, birçok insan tarafından severek tüketiliyor. Starbucks gibi ünlü kahve firmaları, kahveyi daha lezzetli ve keyifli hale getiriyor. Günümüzde dünya nüfusunun %70'i kahveyi severek tüketiyor. Her sabah kahvaltıda, ara öğünlerde, iş yerinde çalışırken veya ders aralarında severek tükettiğimiz kahve... Ben kendimden örnek verirsem, ben kahvesiz asla yaşayamam! Günde her gün en az 4-5 fincan kahve içerim. Bu sayede kendimi hep dinç ve enerjik hissederim. Sizler kahveyi ne kadar seviyorsunuz? Kahvenin sizin hayatınızdaki önemi nedir? Hangi kahve türünü daha çok seviyorsunuz? Yorumlarda belirtmeyi unutmayın! Yeni yazımda görüşmek üzere, hoşçakalın!



Bu yazıyı beğendiyseniz +1 butonuna basmayı ve blogumu takip etmeyi unutmayınız. Ayrıca bana destek olmak için blog sayfamda bulunan Google reklamlarına da tıklayabilirsiniz. Teşekkürler!

5 Şubat 2022 Cumartesi

Gelişen Teknoloji ve Küçülen Dünya





Gelişen Teknoloji ve Küçülen Dünya


Yükleniyor: 371712/390308 bayt yüklendi.


İletişim ve bilgi teknolojileri bu kadar gelişmiş değil iken, insanlar birbirileriyle mektup yazarak haberleşiyordu. Bu mektupların insanların eline ulaşması haftalar hatta ayları alıyordu. Bu mektupların insanlara ulaştırılmasında posta güvercinleri ve postacılar kullanılıyordu. İnsanların birbirinden haber alması için haftalarca beklemeleri gerekiyordu. İletişim ve bilgi teknolojilerinin henüz gelişmediği çağlarda insanlar, mektup göndererek, telgrafla, dumanla haberleşiyorlardı. Tabii ki, o zaman böyle bir teknoloji bulunmadığında, bu zahmete katlanmak zorundaydık. Sadece iletişim kurmak değil, diğer işlerde de büyük sıkıntılar yaşanıyordu. Örneğin, İstanbul'dan İzmir'e gitmek isteyen bir kimse, o zaman uçaklar bulunmadığından ya at arabasıyla ya da gemiyle gitmek zorundaydı. 


O zamanlar, uçak, tren, otomobil gibi teknolojiler icat edilmeden önce bu yolculuk, günleri hatta ayları alabiliyordu. Tabii ki, teknolojinin olmadığı bir dünyanın ne kadar da büyük olduğu düşünülüyordu. Sanayi Devrimi'ne kadar, insanlar hayatlarını bu şekilde sürdürüyorlardı. İnsanların geçim kaynağı çoğunlukla tarım ve hayvancılıktı. Sanayi Devrimi ile teknoloji alanında ilk adımlar atılmaya başlandı. Bu adımların başında dumanla çalışan gemiler, benzinle çalışan arabalar icat edildi. Böylece modern bir dünyanın ilk adımları atılmış oldu. Teknoloji geliştikçe de dünya giderek küçülmeye başladı. Çünkü, teknoloji olmadan önce insanlardan haber almak bile bu kadar güç iken, günümüzde sahip olduğumuz bilgi ve iletişim teknolojileri sayesinde, insanlarla iletişim kurmak, nefes alıp vermekten bile daha kolay! Artık teknoloji sayesinde en uzak ülkelerdeki insanlarla bile rahatlıkla iletişim kurabiliyoruz. Birbirimiz hakkında daha çok şey öğreniyoruz. Hakkında araştırma yapmak istediğimiz bir konuya ulaşmak için önceden kütüphanelere gidip, birçok ansiklopediyi karıştırmak gerekiyordu. Ancak, günümüzde özellikle internet sayesinde, öğrenmek istediğimiz her türlü bilgiye tek tuşla ulaşabiliyoruz. Bu da, gelişen teknolojinin dünyamızı ne denle küçülttüğüne dair güzel bir örnek. Öte yandan, artık günümüzde gelişen ulaşım teknolojileri sayesinde de, bir yerden bir yere gitmek artık daha hızlı ve daha kısa. Sadece at arabalarıyla İstanbul'dan Çin'e gitmek istediğinizi düşünsenize.... Böyle bir yolculuğa ömrümüzün yeteceğini sanmıyorum... Ancak, günümüzde icat edilen uçaklar sayesinde İstanbul'dan Çin'e gitmek, sadece 12-13 saat. Artık insanlar çok uzak ülkelere bile rahatlıkla gidebiliyorlar. 

Tabii ki günümüzde teknoloji her zamankinden daha hızlı bir şekilde gelişmeye ve büyümeye devam ediyor. Belki de gelecekte, uzak bir ülkeye gitmek, Gaziosmanpaşa'dan Bayrampaşa'ya gitmek kadar kolay olacak... Belki de hızlı uçakların yerini, ışık hızında giden trenler yer alacak. Bu sayede, insanlar tıpkı başka bir ilçeye arabayla gitmek gibi kolayca istedikleri ülkeye birkaç dakikada ulaşacaklar! Bunun için zaten bilim insanları çalışmalar yapmaya başladılar. Eğer gelecekte böyle bir şey yaşanırsa, dünyamız artık daha da küçülecek, insanlar birbirilerine daha da yakınlaşacaktır. Belki de en uzak ülkelere gitmek, İstanbul'dan Bursa'ya gitmek kadar kolay olacaktır. Çünkü teknoloji durmaksızın gelişmeye devam ediyor ve gelişme hızı gittikçe artıyor. Bir insanın hayal gücü güçlü olduğunda ve çok çalıştığında her şeyi yapabilir. Bugünkü teknoloji alanındaki gelişmelerin altında da bu yatıyor! İnsanlar hayal ettikçe, bu hayallerini gerçekleştirmek için çalıştıklarında yapamayacakları hiçbir şey yok! İnsanın hayal gücü, dünyayı küçülen bir yer haline getirdi ve getirmeye de devam ediyor...


Kişisel Yazılarım adlı blogumda, insana ve hayata dair çeşitli konularda yazılar yazıp, insanlarla paylaşmaktayım. Paylaştığım bu yazılarda hiçbir alıntı ve kopya yapmıyor, yazdığım yazılardaki konuları gerek internet, gerekse başka kaynaklardan detaylı bir şekilde araştırıyor ve biraz da hayal gücümü katarak paylaşmaya çalışıyorum. Paylaştığım bu yazılarla insanların daha iyi ve dığru bir şekilde bilgi sahibi olmalarını amaçlıyorum. Kişisel Yazılarım blogumda paylaştığım yazılardan anında haberdar olabilmek için, blogumu takip edebilirsiniz. Arkadaşlarıızın da yazdığım yazılardan yararlanması için de sosyal medya hesaplarınızda veya WhatsApp gruplarınızda paylaşabilirsiniz. Yeni yazımda görüşmek üzere, kendinize iyi bakın.




Bu yazıyı beğendiyseniz +1 butonuna basmayı ve blogumu takip etmeyi unutmayınız. Ayrıca bana destek olmak için blog sayfamda bulunan Google reklamlarına da tıklayabilirsiniz. Teşekkürler!