if(window.location.href == 'https://kisiselyazilarimkaan.blogspot.com' || window.location.href == 'https://kisiselyazilarim.blogspot.com' ) { window.location="https://kisiselyazilarimkaan.blogspot.com"; } Kişisel Yazılarım

15 Şubat 2022 Salı

Ülkemizin Eğitim Sistemindeki Sorunlar

Ülkemizin Eğitim Sistemindeki Sorunlar

Eğitim, ülkemizin 1923'de cumhuriyetin ilanına kadar, en büyük sorunlarından biri olmuştur. Senelerdir, yanlış eğitim sistemine bir sorun bulunamamıştır. Ülkemizin Eğitim Sistemindeki Sorunlar başlıklı makalemizde, eğitim sistemimizdeki sorunların neler olduğunu ve nasıl bir çözüm getirilebileceğini detaylı olarak inceleyeceğiz. Ülkemizdeki eğitim sistemi sorunlarını birkaç başlık altında inceleyeceğiz. 

Ezberci Eğitim

Ezberci eğitim, eğitim sistemimizin en önemli sorunlarından biridir. Çünkü, ezber bir öğrenme yöntemi değildir. Bilgiler sadece geçici olarak akılda kalıyor, zaten daha sonra unutulacağı için, akılda kalmıyor. Öğretmenlerimiz sınavlardan önce "10-20 sayfadaki konulardan sorumlusunuz" gibi telkinlerle, bizi ezberciliğe itiyor maalesef. Aslında, öğretmenlerin temel görevi ezberletmek değil, öğretmektir. Bize bilmediklerimizi öğretmek, bu sayede bu bilgilerin sadece sınav sırasında değil, hayatımız boyunca yararlanılmasını sağlamaktır. Sadece, "şu konulardan sınavda soracağım, sınavda bu konulara çalışın" diyerek, sadece o bilgiyi geçici olarak hatırlatmış olursunuz. O öğrenci okuldan mezun olduğunda, o okuldan hiçbir şey öğrenmemiş olarak çıkar. Hâlbuki, biz okula bir şeyler öğrenmeye gidiyoruz ve sadece ezberleyerek bu öğrenmenin başarılı olması oldukça güç. Eğitim sistemimizdeki bu sorun yıllardır devam ediyor. Biz neredeyse hayatımızın 18 yılını eğitimde harcıyoruz. Bu ezberci eğitim sistemi sadece ilköğretim ve lisede değil, üniversitede de oldukça yaygın maalesef. Biz en iyi okuldan mezun olsak da, ezberci eğitim sistemi yüzünden hiçbir şey öğrenmeden mezun oluyoruz. İleride bir işe girdiğimizde, aslında hiçbir şey öğrenmediğimizi fark ediyoruz. 

Bu ezberci eğitimin tamamen kaldırılması gerekiyor. Öğretmenlerimiz öğrendiklerimizin sadece sınavda değil, tüm hayatımızda lâzım olacağı şekilde öğretmesi gerekiyor. Zaten, biz o konuları iyi bir şekilde öğrendikçe, sınavlardan da geçme olasılığımız artar. Aslında, sınavlar neler öğrendiğimizi ölçmek içindir, insanlara bir şeyler ezberletmek için değil. Onun için, bu ezberci eğitim sistemine bir son verilmeli, ezbere değil öğretmeye ve öğrenmeye ağırlık verilmeli. Ancak bu sayede, eğitim sisteminin bu sorununa bir çözüm bulunabilir. 

Sınavcı Eğitim 

Eğitim sistemimizdeki bir diğer sorun da, çok fazla sınava tabii tutulmamızdır. Liseye ve üniversiteye girmek için sınavlara girmek zorundayız. Bu sınavlar bir hayli zor ve birçok öğrenci, sınavlardan yeterli puan alamadığı için istediği liseye veya üniversiteye yerleşemiyor. Öğrencinin dersleri çok iyi olsa dahi, sınavlardan geçemediği için açıkta kalıyor. Bu sınavları geçmek için gecemizi gündüzümüze katarak çalışıyoruz. Burada da yine, ezberci eğitimin yol açtığı bir sorun karşımıza çıkıyor. "Sadece sınavdan geçmek için çalışayım, gerisi önemli değil!" Öğrenciler sınavlardan geçmek için her gün gecesini gündüzüne katarak ders çalışıyor. Ancak, maalesef sınavlar çok zor olduğu için bu durum öğrencilerin psikolojisinin bozulmasına neden oluyor. Çünkü, bu sınavlardan geçmek için gerek öğretmenleri, gerekse aileleri tarafından baskıya mâruz kalıyorlar. Tüm bunların sonucu olarak da, öğrenci, stresle birlikte psikolojik bunalımlara giriyor. Öğrenci de bir insan, bir robot değil! İşte sınavcı eğitimin en büyük sorunlarından birisi, öğrencileri birer robot haline getirmektir. Öğrenciler, kendi gelecekleri için değil, diğerleriyle yarıştırılmaya çalışıyor. Bu da, öğrenci sınavı geçse dahi, gelecekte hiçbir şey öğrenememesine neden oluyor.

Okul sınavları dışındaki tüm sınavlar kaldırılmalı. Öğrenciler, okul puanlarına göre istedikleri okula gidebilmeli. Sınavlar, öğrencilerin neler öğrendiğini ölçme konusunda faydalıdır, ancak sınavlar öğrencilerin hayallerine engel olmamalı. Geleceğimizi ve hayallerimizi kısıtlayan YKS ve LYS gibi sınavlar tamamen kaldırılmalı. 

Bazı Öğretmenlerin İlgisizliği ve Aşırı Tepki Göstermesi

Özellikle devlet okullarındaki en büyük sorunlardan birisidir. Öğretmenler, ders sırasında ya aşırı ilgisizdir ya da aşırı tepki gösterirler. Ben okul hayatımın her döneminde bu sorunu yaşamışımdır. Bir öğretmen, bir öğrenci ödevini yapmadığında onu azarlar, hakaret eder ve hatta şiddet uygular. Tüm bu tutum ve davranışlar öğrencinin onurunu ve özgüvenini kırar. "Özgüven Eksikliği ve Nedenleri" başlıklı makalemizde, bu konudan da bahsetmiştik. Öğretmen öğrenci ödevini yapmadığında ona aşırı tepki göstermek yerine, bu ödevi neden yapması gerektiğini, ödevin öğrenmesinde ne gibi öneme sahip olduğunu sakin bir ses tonuyla anlatmalıdır. Ancak, maalesef çoğu öğretmen sanki ağır bir suç işlemişiz gibi, bize ağır tepkiler gösteriyor. Diğer bir sorun da, bazı öğretmenlerimizin aşırı ilgisiz olmasıdır. Öğretmen ders anlatır ama, öğrencinin anlayıp anlamaması hiç umrunda olmaz. Öğretmen, sadece sınavda çıkacak konuları söyler ancak o konuları hiçbir şekilde öğrencilere öğretmez. Günümüzde öğrencilerin çoğunun matematik dersi zayıftır, çünkü matematik öğretmenleri genelde ilgisizdir. Konuyu o kadar hızlı anlatırlar ki, hiçbir şey anlayamazsınız. 




Değerli öğretmenlerimize bazı tavsiyelerimiz olacak. Eğer aşırı tepki gösteren bir öğretmen iseniz;
  1. Öğrencilere her zaman sabır ve empatiyle yaklaşın. O öğrenciniz ödevi yapmamış olabilir. Belki de unutmuş veya hiç yapmak istememiş de olabilir. Belki de, öğrenciniz dersinizi sevmediği için ödevi de yapmamıştır. Eğer siz öğrencinize dersi sevdirseydiniz, belki de o öğrenci tüm ödevlerini severek ve özveriyle yapacaktı. Ancak, aşırı tepki vermeye devam ettikçe, öğrenciniz ödevini yapmamaya ve dersinizden daha da çok nefret etmeye başlayacak. Onun için, daima sabır ve empatiyle yaklaşın. Öğrencinize dersinizi sevdirmeye çalışın. Unutmayın, öğrencinin başarısız olmasında sizin de suçunuz olabilir. Eğer birilerini suçlamak istiyorsanız, buna kendinizden başlayın. 
  2. Sizin de zamanınızda bir öğrenci olduğunuzu unutmayın. Siz öğretmen olmak için gökten zembille inmediniz, değil mi? Birçok okul okudunuz, yani siz de bir öğrenciydiniz. Onun için, öğrencilere aşırı tepki göstermeden önce, sizin de zamanınızda bir öğrenci olduğunuzu hatırlayın ve kendinizi öğrencilerinizin yerine koyun. Belki, siz öğrenciyken öğretmenlerinizden hep şiddet görmüş olabilirsiniz, ancak bunu öğrencilerinize yaşatmaya da hakkınız yok. Onun için, her öğrencinize şiddet uygulamak istediğinizde, zamanında sizin de birer öğrenci olduğunuzu hatırlayın.
Eğer ilgisiz bir öğretmen iseniz;
  1. Siz bir öğretmensiniz ve öğretmek de sizin işiniz. Sizin işiniz bize bilmediklerimizi öğretmektir. Lütfen bu bilinçle hareket ediniz. 
  2. Ezberci eğitim mantığından vazgeçiniz; bu size bir şey kazandırmaz. Sizin göreviniz bize bir şeyler öğretmektir. Öğrenmek sadece sınav için yapılan bir eylem değildir. Belki de sizin öğretecekleriniz, bir ömür boyu karşımıza çıkacak. 
  3. Herkesin anlama kapasitesinin farklı olduğunu anlayın; siz belki dersi çok hızlı anlatıyorsunuz. Ancak, herkesin farklı bir öğrenme kapasitesi var. Kimi öğrenci 1 dakikada, kimi öğrenci de 1 saatte anlayabilir. Siz bir öğretmen olarak, sınıftaki herkese bir şeyler öğretmek zorundasınız. Eğer öğrettiklerinizin herkes tarafından öğrenilmesini istiyorsanız, hızlı öğretme yönteminden vazgeçiniz. Bu sayede, öğrettiklerinizi herkes anlayacak ve bu nedenle sınavlarda da daha başarılı olacaklardır.

Sakın beni yanlış anlamayın, ben bütün öğretmenlere çok saygı duyuyorum ve onları çok seviyorum. Eğitim, hayatımızdaki en önemli şeydir. Onun için, bu konuda çok hassas davranmalıyız. Eğitimli bir toplum her zaman güçlü ve ileri bir toplum olur ve siz de bu toplumun temellerini atan insanlarsınız. Lütfen, bu yazdıklarımı bir eleştiri/hakaret olarak değil, yol gösterici olarak anlayınız. Bu yazdıklarımda hiçbir öğretmenimize karşı saygısızlık yer almamaktadır. 




Sonuç olarak 

Eğitim bir insan ve toplum için çok önemlidir. Eğitimli bir toplum, güçlü ve ileri bir toplum demektir. Onun için, eğitim sistemimizde yer alan bu sorunları en kısa sürede çözmemiz ve standart bir eğitim sistemine kavuşmamız gerekiyor. Onun için, eğer bu yazımı okuyan devlet büyüklerimiz varsa, bu sorunların çözülmesi için derhal harekete geçmeliler. Çünkü, eğitim bu hayattaki en önemli şeylerden biridir. Eğitim olmazsa, hayat olmaz. 


Bu yazıyı beğendiyseniz, Kişisel Yazılarım blogumu takip ederek, yeni gönderilerden anında haberdar olabilirsiniz. Ayrıca Kişisel Yazılarım'daki gönderileri sosyal ağlarınızda paylaşarak, daha fazla insanın okumasına yardımcı olabilirsiniz. Kişisel Yazılarım bloguma gösterdiğiniz ilgiden dolayı teşekkür eder, Kişisel Yazılarım blogumda keyifli vakit geçirmenizi dilerim.

14 Şubat 2022 Pazartesi

Çernobil Nükleer Kazası

Çernobil Nükleer Kazası

Çernobil Nükleer Kazası ne zaman yaşandı? Çernobil Nükleer Kazası sonucu terk edilen Çernobil'de hâlâ tehlikeli oranda radyasyon var mı? Çernobil Nükleer Kazası hakkında keyifli ve sürükleyici bir yazı sizleri bekliyor! 

Çernobil Nerededir?

Çernobil, Ukrayna'ya bağlı bir şehirdir. Şu anda terk edilmiş halde bulunan Çernobil, Ukrayna-Kiev sınırına yakın bir yerde bulunmaktadır. Eğer Çernobil'i ziyaret etmek istiyorsanız, 18 yaşından büyük olmalı ve Ukrayna için Turistik vize almalısınız. 

Çernobil Nükleer Kazası Ne Zaman Yaşandı? 

Çernobil Nükleer Kazası, günümüzden yaklaşık 40 sene önce, 26 Nisan 1986 tarihinde yaşanmıştır. 


Çernobil Nükleer Kazası Nasıl Meydana Geldi? 

Çernobil, o zamanlar Sovyetler Birliği'nin kontrolü altındaydı. Sovyetler Birliği, o zaman kominizim ile yönetiliyordu. Çernobil'de reaktörler inşa edilirken, Çernobil'de inşa edilmekte olan reaktörlerin bir tanesi, korkunç bir gürültüyle patlamış ve etrafa insanı anında öldürebilecek güçlü bir radyasyon yaymaya başlamıştı. Zaten, Çernobil kazasına maruz kalan insanların çoğu anında ölmüş, diğerleri de radyasyona bağlı çeşitli kanser türleri nedeniyle hayatlarını kaybetmişlerdi. Çernobil Nükleer Kazası yaşandığı gün, büyük bir yangın çıkmıştı. Bazı itfaiyeciler, canları pahasına yangını söndürmeye çalışmışlardı. Eğer o itfaiyeciler o yangını söndürmeselerdi, bu felaket belki de bütün dünyayı etkileyecekti. 

Çernobil Nükleer Kazası Sonucu Canlılara Ne oldu?

Çernobil Nükleer Kazası sonucu, canlıları anında yok edebilecek ciddi oranda bir radyasyon yayıldı. Bu radyasyon, dokunduğu herkesi anında öldürebiliyordu. Zaten Çernobil'de yaşayan insanların çoğu, bu Çernobil Nükleer Kazası sonucu ya anında, ya da kansere yakalanarak hayatlarını kaybetmişlerdi. Aynı zamanda radyasyon, canlılarda çeşitli mutasyon geçirmelerine sebep olmaktadır. Bu aşağıda paylaştığım fotoğraf, Çernobil Nükleer Kazası sonucu mutasyona uğramış canlılara ait: 

Evet, sol tarafta paylaştığım fotoğraf, Çernobil Nükleer Kazası sonucu mutasyona uğrayan canlılara ait. Aşırı radyasyona maruz kalınması sonucu, canlılarda çeşitli mutasyonlar meydana gelmektedir. Yanlış anlamayın, bu fotoğraflar bir uzaylıya veya başka türden varlıklara ait değil. Bu fotoğraftaki kareler, radyasyona maruz kalan canlıların geçirdiği mutasyon sonucu meydana gelen değişimler. Ne kadar da korkunç, değil mi? İşte, radyasyon bu kadar tehlikeli bir şey! 




Çernobil Nükleer Kazası'nın yaşanmasından neredeyse 40 yıl geçti. Çernobil'de hâlâ tehlike var mı?

Evet, Çernobil Nükleer Kazası'nın yaşanmasının ardından neredeyse 40 sene geçti, ancak hâlâ Çernobil, yaşamak için çok tehlikeli. Aradan uzun zaman geçmesine rağmen, Çernobil'de hâla tehlikeli oranlarda radyasyon mevcut. Şu anda Çernobil'e ziyaret için gidebilirsiniz. Ancak, 18 yaşından büyük olmalı, tüm sorumluluğu kabul ettiğinize dair bir belge imzalamalısınız. Çernobil'de hiçbir şeye dokunamaz, radyasyonun yüksek olduğu yerlerde bulunamazsınız. Çernobil'deki yapılar çok eski olduğu için, yıkılma tehlikesi var. Bu yüzden, Çernobil'deki binaların içine girmek, kesinlikle yasak. 

Çernobil'de ne zaman yaşanabileceğine gelirsek, şu anda Çernobil'de yaşamak mümkün değil. Çernobil'de hâlâ tehlikeli oranda radyasyon mevcut. Bilimadamlarının tahminine göre, belki günümüzden 200 sene sonra, Çernobil'de tekrar yaşanabilir. 

Çernobil Nükleer Kazası'ndan Türkiye  Etkilendi mi? 

Çernobil Nükleer Kazası yaşandıktan birkaç gün sonra, Türkiye de bu kazadan etkilenmiştir. Ülkemizin, başta Tekirdağ ve Doğu Karadeniz bölgelerinde, yaşanan Çernobil Nükleer Kazası nedeniyle, kanser vakalarında ciddi artışlar yaşanmıştır. Şu anda, Doğu Karadeniz, kanser vakalarının en fazla görüldüğü bölgelerimizden birisi. 

Sonuç Olarak...

Çernobil Nükleer Kazası başlıklı makalemizin ana fikri, bence radyasyonun ne kadar tehlikeli bir şey olduğudur. Radyasyonu elle tutamazsınız, gözle göremezsiniz, burnunuzla kokusunu alamazsınız. Radyasyon, son derece tehlikeli ve sinsi bir şey. Günümüzde, gerek telefonlar gerekse diğer elektronik cihazlar, ciddi oranda radyasyon yayıyor. Günümüzde kanser vakalarının artmasındaki en önemli sebep, bence bu cihazların yaydığı aşırı radyasyondur. 

Çernobil Nükleer Kazası'na rağmen, halen daha nükleer santraller yapılmaya devam ediyor. Bu sayede, daha ucuz elektrik üretimi amaçlanıyor. Ancak, Çernobil Nükleer Kazası gibi bir kaza yaşanmayacağı elbette düşünülemez. Bana göre, nükleer santrallerden çok, az radyasyon yayan elektrik üretim sistemlerine başvurmalıyız. 

Çernobil Nükleer Kazası başlıklı makalemizi beğendiyseniz, daha fazla yazıdan anında haberdar olabilmek için Kişisel Yazılarım blogumuzu takip edebilirsiniz. Çernobil Nükleer Kazası makalemizi arkadaşlarınızla paylaşarak, daha fazla kişinin de okumasına yardımcı olabilirsiniz.

Kişisel Yazılarım yazarı olarak gösterdiğiniz ilgiye teşekkür eder, bloğumda güzel vakit geçirmenizi dilerim. 








13 Şubat 2022 Pazar

Boşanmalar, Nedenleri ve Çözüm Yolları


Boşanmalar, Nedenleri ve Çözüm Yolları

Günümüzde birçok çift, maalesef çeşitli nedenlerden dolayı boşanma aşamasına geçip evliliklerini sonlandırıyor. Boşanmalar, günümüzde artık sıradan bir olay gibi görülüyor.

Boşanmalar, Nedenleri ve Çözüm Yolları başlıklı bu makalemizde, boşanmaların nedenlerini ve çözüm yollarını bulmaya çalışacağız. Belki de boşanmaya neden olan durumları ve nedenlerini iyic

Boşanmalar, Nedenleri ve Çözüm Yolları başlıklı bu makalemizde, boşanmaların nedenlerini ve çözüm yollarını öğrenebilir ve yuvaları dağılmaktan kurtarabiliriz.
Boşanmalar, Nedenleri ve Çözüm Yolları
Öncelikle, boşanmaya karar vermeden önce, bunun kolay bir şey olmadığını bilmemiz gerek. Özellikle de çocuklarımız varsa, boşanmamız halinde bu durumun çocuklarımızın üzerinde yaratacağı psikolojik travmaları da unutmamalıyız. 

Ben bu yazıyı, annesi babası boşanmış bir birey olarak yazıyorum. Umarım bu makale, boşanma aşamasında olan insanlara faydalı olur ve evlilikleri yıkılmaktan kurtulur. Öncelikle, isterseniz ülkemizde boşanma oranlarının geçmişe nazaran ne kadar arttığını birlikte inceleyelim.  

Yıllara Göre Boşanma Oranları

Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü'nce düzenlenen bu tablo, yıllara göre boşanma oranlarını göstermektedir. 


Boşanmalar, Nedenleri ve Çözüm Yolları




Yukarıdaki bu tablo, ülkemizdeki boşanma oranlarının günümüze oranla ne kadar arttığını gösteriyor. 2001 yılından günümüze boşanma oranları hızla artış göstermektedir. Aslında bu tablo, ülkemiz için acı bir tablodur, çünkü önceden boşanmanın çok kötü bir şey olduğu, ancak son çare olarak başvurulması gereken bir yol olduğu düşünülüyordu. Ancak, günümüzde çiftler en ufak geçimsizlikten dolayı, evliliklerini bitirmekte ve boşanmanın yolunu tutmaktadır. Günümüzde boşanmaya neden olabilecek bazı faktörleri birlikte inceleyelim. 


Çiftlerin Boşanmalarına Neden Olan Faktörler 

Makalemizin bu bölümünde, günümüzde çiftlerin boşanmalarına neden olabilecek faktörlerin neler olabileceğini incelemeye çalışacağız. Bakalım, çiftleri boşanmaya iten sebepler nelermiş: 

  1. Geçim Sıkıntısı: Geçim sıkıntısı, özellikle günümüzde boşanmaya neden olan önemli faktörlerden birisidir. Geçen "Türkiye'de Hayat Pahalılığı ve Getirdiği Sorunlar" başlıklı yazımızda, ülkemizde yaşanan geçim sıkıntılarından bahsetmiştik. Çoğu insan maalesef, gerek maaşın az olması, gerekse fiyatların aşırı pahalı olması sebebiyle geçinmekte zorlanmaktadır. Geçim sıkıntısının en fazla probleme neden olduğu durum şüphesiz ailelerin boşanmalarına neden olmaktadır. Geçim sıkıntısı nedeniyle eşler arasında sürekli geçimsizlik yaşanmaktadır. Mesela bir kadın çalışmıyor, erkek de sadece asgari ücret ile evi geçindirmeye çalışıyor. Kadın, aza kanaat etmek yerine, daha fazlasını istiyor. "Neden başka iş yapmıyorsun? Sen ne işe yaramaz bir adamsın!" şeklinde hakaretlerde bulunuyor. Bu da ister istemez, insanları boşanmaya kadar götürüyor. Geçim sıkıntısının yaşandığı şu günümüzde, boşanma oranlarındaki artış da son derece normal bir durum.
  2. Sadakatsizlik: Eşlerden birisi, karşısındakine sadakatsiz davranır. "Eğer Aldatılıyorsanız" başlıklı yazımda, bu konudan detaylı bir şekilde bahsetmiştim. Eşler evlendiklerinde birbirilerine sadakat yeminleri ederler. Bu sadakat, birbirilerini asla aldatmayacaklarına dair verdikleri bir sözdür. Ancak, zamanla yaşanan "Eğer Aldatılıyorsanız" yazımda bahsettiğim durumlardan kaynaklanan aldatmalar meydana geldiğinde, bu durum da insanların boşanmalarına neden olan önemli faktörlerden biridir. 
  3. Anne ve babaların baskısı: Bazı çiftlerin aileleri, çiftlerin evlilikleri konusunda ciddi baskı yapmaktadır. Biz buna halk arasında "gelin-kaynana krizi" diyoruz. Bu durum, günümüzde evliliklerin sona ermesine neden olan en önemli faktörlerin başında yer alıyor. 
    Bazı anneler çocuklarını kıskanırlar ve bazen de eşler birbirilerini ebeveynlerinden kıskanırlar. Bu, çoğunlukla gelin-kaynana arasında yaşanan bir sorundur. Bazı evliliklerde gelin ve kaynana birbirilerine kötü davranır ve erkek de eşi ve annesi arasında ortada kalır, ne yapacağını bilemez hale gelir. Son olarak da, boşanma mahkemelerinin yolunu tutar. Anne ve babaların evliliklere yaptıkları baskı da, boşanmanın önemli faktörlerinden biridir. 
  4. Tahammülsüzlük: Eşler uzun süre beraber yaşamaktadır. Kimse mükemmel değildir ve herkesin hataları vardır. Ancak evliliklerde bu hatalar, bazen eşler arasında tahammülsüzlüğe yol açar. Eşler birbirinden bıkmaya, tartışmaya ve kavga etmeye başlar. Bu durum, günümüzde boşanma nedenlerinin en başında geldiği için, bu maddeye ayrıntılı olarak yer vermek istiyorum. 
    Eşlerin birbirine tahammül edememesi, en ufak şeyde büyük kavgalar çıkmasına neden oluyor. Eşler, en ufak durumda birbirine karşı ağır hakaretlerde bulunuyor ve günümüzün en önemli sorunlarından biri olan şiddete başvuruyor. Eşlerin birbirine karşı tahammülsüz oluşu, evliliklerin sona ermesiyle sonuçlanıyor. Bu durum günümüzde o kadar fazla ki, bazı evlilikler sadece birkaç ay sürüyor. Günümüzde insanlar fındık kabuğunu doldurmayacak sebeplerden dolayı büyük kavgalar başlatıyor ve sonuçta da boşanma kararı alıyorlar. Aslında tüm bu şeyler, insanların birbirine tahammülünün kalmadığından kaynaklanıyor. 

Boşanmanın Çocukların Üzerindeki Etkileri

Her çocuk, doğduğunda ve belli bir yaşa geldiğinde, anne ve babası hep yanındadır. Her çocuk, kaç yaşında olursa olsun, her zaman anne ve babasının sevgisine ve ilgisine ihtiyaç duyar ve onların her zaman bir arada ve sevgi içerisinde olmalarını ister. Ancak, boşanma sırasına zarar gören en çok çocuklar oluyor maalesef. Kendimden örnek verecek olursam, 15 sene önce annem ve babam boşandı ve maalesef 10 senedir ben babamı göremiyorum. İşte, boşanan ebeveynin çocuklarını bekleyen en büyük problem, annesinden veya babasından ayrılmak zorunda olması. Bu, bir çocuk için olabilecek en kötü şeydir. Kendisini büyüten, seven ve her zaman ilgi gösteren anne veya babasından ayrılmak... O çocuğun halini bir düşünsenize... Siz boşandıktan sonra çocuğunuz ya annesini ya da babasını kaybediyor. Bu çocuklar, anne veya babanın sevgi ve ilgisinden uzak olarak büyüyor. Siz boşandınız, sonra yeni biriyle evlendiniz. O evlendiğiniz kişi dünyanın en iyi insanı da olsa, sizin boşandığınız insan da dünyanın en kötü insanı olsa, çocuklar her zaman kendi anne ve babasının yanında olmasını ister. Çünkü, hiçbir insan çocuğun kendi annesi veya babasının yerini tutamaz. Boşanmalardan en çok etkilenen de çocuklar oluyor maalesef. 

Boşanmalara Engel Olabilecek Bazı Çözüm Önerileri

Bir insanla evleniyorsunuz, o insanı çok seviyorsunuz ve ne olursa olsun her zaman birbirinizin yanında olacağınıza dair sözler veriyorsunuz. Bazen bu sözler tutulmuyor ve boşanmaya karar veriyorsunuz. Lütfen, boşanmaya karar vermeden önce, paylaştığım bu çözüm önerilerini mutlaka okuyun. Böylece, boşanmanıza gerek kalmadan, bu çözüm önerileriyle yaşadığınız problemleri çözebilir ve evliliğinizi dağılmaktan kurtarabilirsiniz. Evlilik kolay olmadığı gibi, boşanmanın da kolay olmadığını lütfen unutmayın. 

  1. Geçim sıkıntınız varsa; örneğin siz veya eşiniz çalışmıyorsa, bir iş bulmayı deneyin. Örneğin, kadın da evde oturmak yerine bir iş bulup çalışabilir ve böylece aile bütçesine bir katkıda bulunabilir. Eğer hala daha geçim sıkıntınız varsa, aza kanaat gösterip elinizdekiyle yetinmeye çalışın. Maalesef, hayat insanlara adil davranmıyor. O zaman, siz de eşinize karşı adil davranmalısınız. Sadece geçim sıkıntınız var diye evliliğinizi bitiriyor ve evlenirken verdiğiniz "iyi günde, kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta her zaman yanında olacağım" sözü tutmuyorsunuz. Lütfen, aza kanaat getirin, eşinizin çalışmasına ve aile bütçenize katkı sağlamasına izin verin. Tün bu öneriler, ailenizi dağılmaktan kurtaracaktır. 
  2. Eşinize karşı sadık olun. Eşiniz, belki de ölene kadar beraber yaşayacağınız bir insan olacak. Her zaman yanınızda olacak olan eşinize ihanet edemezsiniz. Eğer eşiniz her daim yanınızdaysa, sizi her zaman destekliyor, sevip sayıyorsa, ona sadakatle davranmalısınız. Aldatmaya neden olan faktörler varsa, bunu aranızda güzelce konuşup bu problemi de çözebilirsiniz. Unutmayın, güzelce konuşulduktan sonra çözülemeyecek hiçbir problem yok.
  3. Kaynananız size kötü mü davranıyor veya siz mi kaynananıza kötü davranıyorsunuz? Unutmayın ki, kaynananız sizin eşinizin bir annesidir. Anne bir insan için dünyanın en kıymetli canlılarından biridir. Çünkü anne, evladını büyütür, sever ve hep yanında olur. Evladının tırnağına bir şey olsa, canından can gider. Onun için, siz de anne olarak kendinizi kaynananızın yerine koyun ve ona empatiyle yaklaşın. Unutmayın ki, empatiyle yapılan her davranış olumlu etkilere sebep olur. Gelininiz size kötü mü davranıyor? Siz de onu kızınızın yerine koyun. Sonuçta gelininiz, oğlunuzun belki de ömrünün sonuna kadar birlikte yaşayacağı bir insan. Gelininiz, oğlunuzun her zaman (hastalıkta, sağlıkta, iyi ve kötü günde) yanında. Oğlunuzu bu kadar seven bir insan, kötü biri olamaz. Onun için, siz de gelininizi evladınız gibi görmeye çalışın ve ona her zaman bir empatiyle yaklaşın. O zaman, çözülemeyecek bir problem yok. 

  4. Birbirinize tahammülünüz azalmış, belki de birbirinizden bıkmış olabilirsiniz. Ancak, birbirinizden ayrı kaldığınızda daha mı mutlu olacaksınız? Siz evlendiğinizde verdiğiniz sözü unutup, her şeyi silip atacak mısınız? Her zaman empatiyle yaklaşmanın sorunları çözebileceğine inanırım. Birbirinizin hatalarını görmezden gelmelisiniz. Herkesin hatası olabilir ve kimse mükemmel değildir. Kimse mükemmel olmadığına göre, karşınızdaki insanın da mükemmel olduğunu bekleyemezsiniz! Onun hatalarını görmezden gelin ve söylediklerini alttan alın. Ancak böylece birbirinize karşı daha fazla sempati duyarsınız. Evlilikler kolay kurulmuyor, fındık kabuğunu doldurmayacak şeyler yüzünden evliliğinizi birden silip atacak mısınız?  Onun için, birbirinize daima empatiyle ve anlayışla yaklaşın. Hayatınızın sonuna kadar sizin yanınızda olacak bir insanı kaybetmeyin.
  5. Çocuklarınızı düşünün... Siz boşanmaya karar veriyorsunuz ve çocuklarınız da var. Peki, siz boşandığınızda çocuklarınızın ne hale geleceğini düşünüyor musunuz? Siz boşanmakla, kendi çocuğunuzu annesinden ve babasından ayırıyorsunuz... Siz boşanıyorsunuz ama neden cezasını suçsuz çocuklara çektiriyorsunuz? Lütfen, boşanma kararı almadan önce çocuklarınızı düşünün. Siz boşandınız ve yeni biriyle evlendiniz. Bu yeni evlendiğiniz kişi sizi ve çocuğunuzu çok seviyor, çocuğunuzu kendi evladından ayırmıyor olsa da, yine çocuk kendi anne ve babasını seçer. Çünkü, et tırnaktan ayrılmayacağına göre, bir çocuk da anne ve babasından ayrılamaz. Lütfen, çocuklarınız için boşanmayın. Çocuklarınızın size her zaman ihtiyacı var. Onların siz boşandığınızda ne hale geleceğini bir düşünün. Bakın, ben de annemle babam boşandığından beri, 10 senedir babamı göremiyorum, benim suçum ne? Lütfen çocuklarınıza bu acıyı yaşatmayın.
Gerekirse, evliliğinizdeki problemlerin çözümü için bir terapiste danışın. Evliliğinizi nasıl kurtarabileceğinize dair çareler arayın. Unutmayın, biz bu hayata bir defa geliyoruz ve bu hayata tekrar gelme şansımız yok. Onun için, boşanmak yerine evliliğiniz kurtarmaya çalışın.



Bu yazıyı beğendiyseniz, Kişisel Yazılarım blogumu takip ederek, yeni gönderilerden anında haberdar olabilirsiniz. Ayrıca Kişisel Yazılarım'daki gönderileri sosyal ağlarınızda paylaşarak, daha fazla insanın okumasına yardımcı olabilirsiniz. Kişisel Yazılarım bloguma gösterdiğiniz ilgiden dolayı teşekkür eder, Kişisel Yazılarım blogumda keyifli vakit geçirmenizi dilerim.

12 Şubat 2022 Cumartesi

Değerli Ziyaretçilerim

Değerli Ziyaretçilerim

Değerli ziyaretçilerim, Kişisel Yazılarım bloguma gösterdiğiniz ilgiden dolayı teşekkür ederim. 




Öncelikle Kişisel Yazılarım bloguma göstermiş olduğunuz ilgiden dolayı sonsuz teşekkür ederim. Ancak ben Kişisel Yazılarım blog sitemi ücretli alan adına taşımak istiyorum. Yani, blogumun adresi kisiselyazilarimkaan.blogspot.com değil kisiselyazilarim.com olarak değiştirmek istiyorum. Çünkü, Kişisel Yazılarım blogum ücretsiz alan adıyla kurulduğu için çok fazla ziyaretçi almıyor ve bu durum da beni ciddi anlamda üzüyor. Kişisel Yazılarım yazarı olarak şu anda sadece blog yazarlığıyla ilgileniyorum ve şu anda ücretli alan adına taşınmak için yeterli maddi olanağa sahip değilim. Sizden bu konuda da destek bekliyorum. 

1. Kişisel Yazılarım blogumdaki yazıları sosyal ağlarınızda arkadaşlarınızla paylaşınız.

Kişisel Yazılarım'da paylaştığım gönderilerin altında sosyal paylaşım düğmeleri yer almaktadır. Bu sayede Kişisel Yazılarım'da beğendiğiniz her yazıyı sosyal medya hesaplarınızda arkadaşlarınızla paylaşabilirsiniz. 

Kişisel Yazılarım'daki her gönderiyi sosyal ağlarınızda paylaştığınızda, daha fazla ziyaretçi blogumuzu ziyaret etmektedir. Kişisel Yazılarım blogu her ziyaretçi aldığında, Google bana bunun karşılığında para ödemektedir. Bu sayede Kişisel Yazılarım blogumuz yeterli desteğe ulaşır ve blogumuzun adresini ücretli alan adına taşıyabiliriz.


2. Google reklamlarına birer kez tıklayınız. 




Kişisel Yazılarım blogumda çok fazla reklam olduğunu ve bunun sizi rahatsız ettiğinin farkındayım. Ancak şu anda çalışmıyorum ve sadece Kişisel Yazılarım blog yazarlığıyla uğraşıyorum. Kişisel Yazılarım'ın yeterli maddi desteğe ulaşması durumunda, Kişisel Yazılarım blogumu ücretli alan adına taşımak istiyorum. Bu yüzden de Kişisel Yazılarım blogumda yer alan Google reklamlarına birer kez tıklamanızı rica ediyorum. Çünkü Google, kişiler her Google reklamına tıkladığında bana para ödemektedir. Bu da, Kişisel Yazılarım blogumuzu ücretli bir alan adına taşımak için yeterli bir destektir. O yüzden, Kişisel Yazılarım yazarı olarak Google reklamlarına birer kez tıklamanızı rica ediyorum. 


Lütfen ücretli alan adına taşınmamız için bizi destekleyiniz.

Sizce, Kişisel Yazılarım'ın adresi kisiselyazilarimkaan.blogspot.com yerine, kisiselyazilarim.com olsa, daha iyi olmaz mı? Bu sayede hem Kişisel Yazılarım sitemizin kalitesi hem de ziyaretçi sayısı artar. Bu sayede paylaştığım yazılardan daha fazla kişi istifade eder. Sizden bana para ödemenizi de istemiyorum. Yapmanızı istediğim tek şey, Kişisel Yazılarım'daki gönderileri sosyal medyada paylaşmanız ve Google reklamlarına birer kez tıklamanızdır. Merak etmeyin, bu işlemlerin hepsi ücretsizdir ve sadece 1-2 dakikanızı alır. 

Kişisel Yazılarım yazarı olarak verdiğiniz desteğe teşekkür eder, Kişisel Yazılarım blogumda keyifli vakit geçirmenizi dilerim. 


Bu yazıyı beğendiyseniz, Kişisel Yazılarım blogumu takip ederek, yeni gönderilerden anında haberdar olabilirsiniz. Ayrıca Kişisel Yazılarım'daki gönderileri sosyal ağlarınızda paylaşarak, daha fazla insanın okumasına yardımcı olabilirsiniz. Kişisel Yazılarım bloguma gösterdiğiniz ilgiden dolayı teşekkür eder, Kişisel Yazılarım blogumda keyifli vakit geçirmenizi dilerim.

Deprem Değil Tedbirsizlik Öldürür!

Deprem Değil Tedbirsizlik Öldürür

Depremin ülkemizin gerçeklerinden biri olduğunu ve ülkemizin üç aktif deprem fay hattı üzerinden geçtiğini ve bu nedenle ülkemizde şiddetli depremler meydana geldiğini birçok yazıda anlatmıştık. Deprem Değil Tedbirsizlik Öldürür bu yazımda, ülkemizdeki depreme karşı alınan tedbirlerin ne durumda olduğunu, depreme karşı ne gibi tedbirler alınabileceğini anlatmaya çalışacağız. 

Deprem ile ilgili nasıl tedbirler almalıyız? Hangi tedbirlerle depremi en az hasarla atlatabiliriz?
Ülkemizde sıklıkla şiddetli depremler meydana geliyor. Depremler konusunda maalesef yeteri kadar ders alınabilmiş değil. Örneğin, 17 Ağustos 1999 yılında meydana gelen Gölcük Depremi, birçok insanın hayatını kaybetmesine, sayısız insanın yaralanmasına ve evsiz kalmasına neden olmuştu. Aslında insanları öldüren depremler değil, insanların deprem konusunda yeterince eğitime sahip olmamaları ve depreme dayanıksız binaların inşa edilmesidir. Öyle ki, 1999 yılında yaşanan deprem, bunun en acı örneklerinden biriydi. Sadece 2020 yılında yaşanan İzmir Depremi, binlerce insanın hayatını kaybetmesine neden olmuştu. Müteahhitlerin daha ucuza mal edip pahalıya satma düşüncesiyle inşa ettikleri çürük binalar, deprem sırasında insanlara mezar olmaktadır! Yaşanan onca büyük depreme, can ve mal kayıplarına rağmen, halen daha deprem konusunda yeterli tedbir alınabilmiş değil. "Büyük İstanbul Depremi Giderek Yaklaşmaktadır" başlıklı yazımızı okuduysanız, büyük bir depremin yaklaşmakta olduğunu ve İstanbul'da depreme karşı alınan tedbirlerin yeterli olup olmadığını daha iyi anlayabilirsiniz. İnsanlar deprem hakkında ya korkuyla yaklaşıp bir kenara atıyor, ya da görmezden gelip önemsemiyor. İşte, insanların deprem hakkındaki bu tavırları, büyük bir deprem meydana geldiğinde sayısız can ve mal kaybına yol açıyor. 

Deprem hatayı affetmez! 

Bu gördüğünüz fotoğrafta binanın depreme karşı dayanıksız olması yüzünden, deprem sırasında nasıl yerle bir olduğunu gösteriyor. Eğer bugün depreme karşı gerekli tedbirleri almazsak, yarın bu tedbirleri almak için çok geç kalmış olabiliriz. Örneğin, 1999 Deprem'inde kaçak yapılaşma ve binaların çürük olması nedeniyle, başta Yalova, Gölcük, Çınarcık olmak üzere birçok şehirde büyük can kayıpları yaşanmıştı. Bazı insanlar, saatlerce ve hatta günlerce göçük altında kalmıştı. Bu durumu düzeltmek için gerekli tedbirleri alma konusunda hala zamanımız var mı, bilmiyorum. Çünkü depremin ne zaman olacağını önceden tahmin etmek, imkânsız. Ancak, günümüzde deprem uzmanları, teknolojiden yararlanarak fay hatlarındaki hareketliliği takip edip, depremlerin ne zaman olacağı ve şiddeti hakkında bazı tahminlerde bulunabiliyorlar. Ancak, depremin ne zaman olacağı kesin olarak tahmin edilemiyor. Bu yüzden bu konuda devletimize ve müteahhitlere büyük görevler düşüyor. 


1. Çürük ve dayanıksız inşa edilen binalar denetlenmeli: 

Devletimiz, deprem yaşanması halinde yıkılma veya ağır hasar görme tehlikesi bulunan, depreme karşı dayanıksız ve çürük olarak inşa edilen yapıları titizlikle ve hassasiyetle denetlemeli. Depreme karşı çürük ve dayanıksız binalar tespit edildiğinde, insanlar bu binalardan tahliye edilmeli ve bu binalar yıkılmalıdır. Ayrıca, bu binaları inşa eden müteahhitler gerek hapis cezası, gerekse para cezası olsun, ağır bir şekilde cezalandırılmalıdır. Bana soracak olursanız, bu şekilde dayanıksız binalar inşa eden ve insanların canına kasteden müteahhitler cinayetten yargılanmalı ve en ağır şekilde cezalandırılmalıdır. Ancak bu şekilde yapılan bir tedbir, depreme karşı dayanıklı ve sağlam binaların inşa edilmesi ve depremin en az hasarla atlatılması konusunda insanları teşvik edebilir. 


2. Kaçak yapılaşma engellenmeli:

Depreme karşı dayanıksız binalar, genelde kaçak yapılaşma nedeniyle inşa edilen binalardır. Bu binalar, en ufak depremde bile ağır hasarlar alabilecek şekilde çürük ve dayanıksızdır. Örneğin Avcılar'da, 17 Ağustos 1999 depreminde, kaçak yapılaşma yüzünden binaların %20'si yıkılmış ve birçok insan, deprem sırasında hayatını kaybetmişti. Kaçak yapılaşma engellenerek, insanların kaçak yapılan binalardan tahliye edilmesi ve daha sağlam binalarda oturmaları sağlanmalıdır. Ancak, bu şekilde depremi en az hasarla atlatabiliriz. 

3. İnsanlar deprem konusunda eğitilmeli:

İnsanların çoğu, depremi defalarca yaşamalarına rağmen, halen daha deprem konusunda detaylı bilgiye sahip değiller. Deprem öncesinde ve sonrasında ne yapılması gerektiğini bilmedikleri için, deprem sırasında birçok insan hayatını kaybetmektedir. Bu nedenle devletimiz, ücretsiz olarak depremle ilgili ilk yardım kursları açmalı ve insanların bu kurslara katılmaları için insanları teşvik etmelidir. Bu sayede, deprem konusunda insanlar bilinçlenir ve deprem konusunda daha tedbirli ve bilinçli bir şekilde hareket eder. Deprem konusunda eğitilen insanlar, deprem öncesinde ve sonrasında ne yapılması gerektiği konusunda bilgi sahibi olurlar ve depremden nasıl sağ olarak kurtulabileceklerini öğrenebilirler. Bu sayede depremde yaşanan can kayıplarını en aza indirebiliriz. 

Sonuç olarak... 

Maalesef, depremin ne zaman olacağını kesin olarak bilmek imkânsız. Deprem şu anda olabilir, siz bu yazıyı okurken veya ben bu yazıyı yazarken de olabilir, bilmiyorum... Tek bildiğim şey ise, ülkemizin bir deprem bölgesi olduğu, ülkemizde bu yüzden sıklıkla büyük depremler yaşandığı ve depremin en az hasarla atlatılabilmesi için gerekli tedbirlerin alınması gerektiğidir. Yukarıda belirttiğim tedbirler alınırsa, insanlara deprem konusunda gerekli eğitimler verilirse, depremi en az hasarla atlatabilmek de mümkün. 



Örnek verecek olursak, Japonya'da sıklıkla 8 şiddeti ve üzeri depremler meydana gelmektedir. Bu büyüklükte depremler ülkemizde meydana gelmesi halinde, ülkemizi haritadan silebilecek güçte... Ancak Japonlar, zamanla depremle yaşamayı öğrenmişler ve büyük bir deprem meydana gelse dahi, depreme hiç aldırış etmeden, günlük yaşamlarına devam ediyorlar. İnşa ettikleri binalar, en büyük depreme karşı bile hiç yıkılmadan ayakta kalabiliyor. 

Bizim de bu konuda Japonları örnek almamız ve teknolojiden yararlanarak, depreme dayanıklı ve sağlam binalar inşa etmemiz gerekiyor.


Bu yazımızda, depreme karşı alınan tedbirlerin ne durumda olduğunu ve depreme karşı nasıl tedbirler alınabileceğini incelemeye çalıştık. Dilerim, Deprem Değil Tedbirsizlik Öldürür başlıklı bu yazım, insanların depreme karşı daha iyi bilinçlenmesine yardımcı olur. 

Deprem Değil Tedbirsizlik Öldürür başlıklı yazımı beğendiyseniz, daha fazla yazıdan anında haberdar olmak için Kişisel Yazılarım blogumu takip edebilir,  bu yazıdan daha fazla kişinin istifade etmesi için, sosyal ağlarınızda arkadaşlarınızla paylaşabilirsiniz. 

Kişisel Yazılarım bloguma göstermiş olduğunuz ilgiden dolayı teşekkür eder, blogumda keyifli vakit geçirmenizi dilerim. 

11 Şubat 2022 Cuma

Eğer Aldatılıyorsanız...

Eğer Aldatılıyorsanız...

Eşiniz veya sevgiliniz sizi aldatıyor mu veya hiç aldattı mı? Eşinizin veya sevgiliniz sizi neden aldatmış olabilir? İşte bu soruların cevabını ve çözüm önerilerini bulabileceğiniz muhteşem bir yazı, sizleri bekliyor! Belki de bu bilgilerle, ilişkiniz bitmeden aldatmaya bağlı nedenleri çözebilir ve ilişkinizi sağlıklı bir şekilde devam ettirebilirsiniz. Onun için bu yazımı mutlaka okumanızı şiddetle tavsiye ederim. Hazırsanız, başlıyoruz. 

Öncelikle bilmemiz gereken şey, aldatmanın sadece bir cinsiyete ait olmadığı ve bu aldatmanın her cinsiyet tarafından da yapılabileceğini aklımızdan çıkarmamız gerektiğidir. Her kadın veya erkek, çeşitli nedenlerle eşini veya sevgilisini aldatabilir. Bu aldatmada aldatan kadar, aldatılan insan da suçludur. Bu yazımda, insanların neden aldattığını ve bu sorunların nasıl çözülebileceğini detaylı bir şekilde inceledim. İlk olarak, aldatmaya sebep olan birkaç durumdan bahsetmek istiyorum, bu sebepleri küçük başlıklar altında inceleyelim.

1 - Geçimsizlik 

Eğer kadın ve erkek arasında, çeşitli nedenlerle geçimsizlik yaşanıyorsa, bu tarafların birbirilerini aldatmalarına neden olabilir. Sonuç olarak ilişkilerinde geçimsizlik yaşayan kadın veya erkek, huzuru başka kimselerde aramaya başlar. Bu kişiler, zamanla başka kadın veya erkeklerle vakit geçirmek ve hatta cinsi münasebette bulunmaya istekli olmaya başlar. Sonuç olarak, yakın zamanda aldatmalar başlar.


2 - İlişkide Mutsuzluk 

Eğer bir insan, birlikte ilişki içinde bulunduğu insanla mutlu olamıyorsa, bu durum kişiyi aldatmaya itebilir. Belki, karşısındaki kişi ona çok iyi davranıyor ve mutlu olması için elinden geleni yapıyor olabilir, ancak eğer aldatılan kişi, karşısındakini nasıl mutlu edeceğini bilmiyorsa, aldatan kişi, zamanla bu mutsuzluktan sıkılır ve mutluluğu başkalarında aramaya başlar. Örneğin, kadın veya erkek, karşısındakini cinsi münasebet olarak mutlu edemiyorsa, aldatan kişi bu mutluluğu başkalarında aramaya çalışabilir. Bu da, aldatılmanın neden olduğu önemli faktörlerden birisi. 

3 - Ebeveynlerin İlişkide Baskısı 

Eğer bir erkeğin veya kadının ebeveynleri, ilişki sırasında kendilerine sürekli baskı yapıyorsa; örneğin bir kadının annesi, erkeği ve erkeğin tarafını beğenmiyorsa, bu konuda devamlı sorunlar çıkarıyorsa, doğal olarak, erkek kadından soğumaya ve bu nedenle, mutsuz olmaya başlar. Sürekli devam eden bu mutsuzluk, aldatmalara ve sonunda da ilişkinin sona ermesine neden olur.  

4- Eşlerin veya Sevgililerin Birbirlerine Karşı Tavırları 

Evet... Belki de eşlerin veya sevgililerin birbirlerini aldatmalarının en önemli sebebi olan maddeye geldik! Eşler veya sevgililerin birbirine karşı olan tavırları da, aldatmaya ve aldatılmaya yol açabilmektedir. Örneğin, bir erkek eşine sürekli şiddet uyguluyor, hakaret ediyor ve kaba davranıyorsa, söz konusu bu durum, kadın bu durumdan kurtulmak için, başkalarına yönelmeye başlar. Eşinin bu davranışlarından ötürü yaşadığı mutsuzluktan kurtulmak için, bu mutluluğu başkalarında aramaya başlar. Bunun için de, gerek iş çevresinde, gerekse arkadaş çevresinde başka erkeklerle ilişkiler kurmaya çalışır. Söz konusu bu durum, kadının erkeği neden aldatabileceğine verilebilecek bir örnektir. Peki, bir erkek kadını neden aldatabilir? Bir erkeğin kadında aradığı en önemli şeyler; sadakat, güven ve sevgidir. Aynı zamanda erkekler, cinsel hayata da önem verir. Eğer bir kadın, erkeğin aradığı bu şeyleri sağlayamıyorsa, örneğin sürekli sorunlar çıkarıyor, kendine düşen sorumluluğu yerine getirmiyor, erkeği sürekli aşağılıyorsa, bu  tür davranışlar, erkeğin kadından soğumasına neden oluyor. Kadın sürekli aynı davranışları sergilediği için, erkek kadının bu davranışlarından sıkılıyor ve kendine daha mutlu olabileceği, bu isteklerini karşılayabilecek başka bir kadını aramaya başlar. Yani kısacası, erkek kendini bu kadından kurtarmanın yollarını bulmaya çalışır. İşte, belki de aldatmanın en önemli sebebi de, eşlerin veya sevgililerin, birbirine karşı olan tutum ve davranışlarıdır. 

Aldatmaya neden olabilecek bazı nedenleri açıkladıktan sonra, bu aldatılmalara nasıl bir çözüm getirilebilir, ona bakalım. Yine, bu çözüm önerilerini alt başlıklar altında inceleyeceğiz. 

1 - Öncelikle hatayı kendinizde arayın: 

Eğer aldatılıyorsanız ve bunu öğrendiğinizde, karşınızdaki kişiye kızmadan önce empati yaparak, hatayı kendinizde arayın. Belki de siz, bu yukarıda belirttiğim aldatmaya neden olan davranışlardan birini yapmış olabilirsiniz. Bu sebeple, karşınızdaki kişiyi mutsuz etmiş ve aldatmasına sebep olabilirsiniz. Unutmayın, aldatan kadar, aldatılan da suçludur. Eğer siz, karşınızdakini mutlu etmeyi başaramadıysanız, önce hatayı kendinizde aramalısınız. 

2- Aldatan kişiye neden aldattığını sorun: 

Eğer sevgiliniz veya eşiniz sizi aldatıyorsa, ona bu yüzden kızmak yerine empatiyle yaklaşın. Aldatan kişiye sizi neden aldattığını ve sizin ne gibi hatalarınız olabileceğini sorun. Eğer aldatan kişi sizi neden aldattığını, neden sizinle mutlu olamadığını söylerse, siz de bu hatalarınızı düzeltebilir ve ilişkinizi bitmekten kurtarabilirsiniz. 

3 - İlişkilerinize ailenizi karıştırmayın: 

Siz ve karşınızdaki insan yetişkin birer insansınız. Kararlarınızı kendiniz verebilir ve kendi başınıza hareket edebilirsiniz. Siz ve karşınızdaki insan belki de bir ömür boyu beraber olacaksınız. Eğer aileleriniz sürekli ilişkinize müdahale ediyorsa, buna izin vermeyin! "Ailenizle ilişkinizi tamamen koparın" demiyorum, demek istediğim şey; aileniz sürekli ilişkinizin bitmesi konusunda baskı yapıyorsa, siz ve eşinizi onların bu tavırlarını görmezden gelin ve onların size, hayatınıza ve ilişkinize karışmasına müsaade etmeyin. Bu davranış, aileleriniz yüzünden birbirinize karşı kötü davranmanızı önler. Unutmayın, bir kadın veya erkek, kendi ailesi veya eşinin ailesi tarafından baskı görüyorsa, sürekli ilişkinin bitmesi için zorlanıyorsa, bu durum kadın veya erkeğin bu ilişkiden sıkılmasına ve aldatılmalara neden olabilir. Eğer sağlıklı bir ilişki istiyorsanız, bu şekilde davranan ailenizi ilişkinizden uzak tutmalısınız! 

Bu yazıyı anne ve babası boşanmış biri olarak yazıyorum. Babam da annemi bu saydığım davranışların biri yüzünden aldatmış ve sonunda annem ve babam boşanmıştı. Bu yazdıklarımı okursanız, belki ilişkinizi kurtarabilirsiniz. Eğer aldatıyor veya aldatılıyorsanız, bu bilgilerle sorunlarınızı çözebilirsiniz. Belki evlisinizdir ve çocuklarınız olabilir. Evliliğinizin bitmesi durumunda en çok zararı çocuklarınız görür. Çünkü, çocuklar siz boşandığınız zaman, ya babasını ya da annesini kaybediyor. Bu yüzden çocukların psikolojisi son derece bozuluyor ve bunalıma giriyorlar. 

Lütfen, eğer aldatıyor ve aldatılıyorsanız, boşanmaya karar vermeden önce bu yazımı mutlaka okuyun. Belki de, bu yazımı okuduktan sonra, bu sorunları çözebilir ve evliliğinizi kurtarabilirsiniz. Bu yazıma ve bloguma göstermiş olduğunuz ilgiden dolayı teşekkür eder, blogumda güzel vakit geçirmenizi dilerim, yeni yazımda görüşmek üzere.


Bu yazıyı beğendiyseniz +1 butonuna basmayı ve blogumu takip etmeyi unutmayınız. Ayrıca bana destek olmak için blog sayfamda bulunan Google reklamlarına da tıklayabilirsiniz. Teşekkürler!

Türk - Japon Dostluğu


Bugünkü yazımda yoğun bir sempati duyduğum bir uzakdoğu ülkesi olan Japonya'dan ve Türk-Japon dostluğundan bahsetmek istiyorum. Japonya'yı sevmemin birçok nedeni var ve bu yazımda da biraz bu nedenlerden bahsetmek istiyorum. Şu anda Türkiye ve Japonya arasında iyi bir dostluk var. Ne zaman Japonlarla konuştuğumda, Türk olduğumu söylesem, çok mutlu olup benimle arkadaş olmak istiyorlar. Gelin, bu yazımda Japonya'yı biraz daha yakından tanıyalım. 


Japonya, Doğu Asya'da bulunan bir ada ülkesidir. Japonya, Japon Denizi'nden Çin, Kuzey Kore, Güney Kore ve Rusya'nın doğusuna, Doğu Çin Denizi ve Tayvan'a kadar uzanır. Başkenti Tokyo olan Japonya'nın nüfusu 128 milyondur. Japonya, çalışkan ve zeki insanlarıyla ünlüdür. Belki de, Japonya'yı bu kadar sevme sebebim de budur. Japonlar, son derece çalışkan ve zekidir. Günde 18 saat çalıştıkları bilinmektedir. Japonya, gerek kültürü ve gerekse insanların yaşam tarzları sayesinde hep en sevdiğim ülkelerden biri olmuştur. 

Japonya'daki insanlar yoğun ve sıkı bir eğitimden geçiyorlar. Eğitim hayatlarında hiç dinlenmiyorlar. Ben, Japonların haftasonları bile okula gittiğini, yaz tatillerinin sadece iki hafta olduğunu ve bu iki haftalık süreçte kurslara gittiklerini işitmiştim. Japonların bu kadar ileri seviyede bir teknolojiye ve refaha sahip olmalarının nedeni de, tabii ki de bu. Japonlar, "dinlenmek nedir" bilmezler, dinlenmeyi de çok sevmezler. Bir ara hafta sonu tatillerini iki güne çıkarmayı planlıyorlardı, ancak Japonlar buna karşı çıkmış ve tatilin sadece Pazar günü olmasını istemişlerdi. Diğer yandan Japonya, dünyanın en gelişmiş teknolojilerine sahip ülkelerinden biridir. Örneğin, Japonya'da sürekli şiddetli depremler oluyor. Bu depremler Türkiye'de meydana gelse, Türkiye'yi haritadan silebilecek cinsten... Bu depremlerin şiddeti 8-9 arasında değişiyor.  Ancak Japonlar, depremle yaşamayı öğrenmişler ve teknolojilerini bu alanda geliştirerek depreme dayanıklı sağlam gökdelenler inşa etmişler. Öyle ki, bir deprem olduğunda, insanlar depreme hiç aldırış etmeden günlük yaşamlarına devam ediyorlar. 

Japonlar, depremle yaşamayı öğrenmişler ve teknolojilerini geliştirerek sağlam binalar yapmışlar. Bu nedenle, şiddetli bir depremi bile aldırış etmeden, günlük yaşamlarına devam ediyorlar. Japonlar, çalışma ve öğrenmenin tüm imkansızlıkları aşabileceğini biliyorlar ve bu konuda diğer ülkelere de örnek oluyorlar. Bence biz de, depremle yaşama konusunda Japonları örnek almalıyız, biz de Japonlar gibi sağlam binalar inşa etmeli ve depremden en az hasarla atlatılabilmenin yollarını araştırmalıyız. Bu sayede, depremi en az hasarla atlatabiliriz. Japonlar hakkında biraz bilgi vermek istersem, şöyle söyleyebilirim; "Japonlar; akıllı, zeki ve son derece saygılı insanlardır. Aynı zamanda son derece misafirperver ve yardımsever insanlardır. Ancak, biz Türklere nazaran son derece utangaç ve çekingen insanlardır. Ancak, Japonlarla arkadaş olduğunuzda, size son derece samimi davranırlar." Japonlar çok utangaç ve çekingen olmasına rağmen, Türkleri ve Türkiye'yi çok seviyorlar. Ben ne zaman bir Japonla tanışsam, Türk olduğumu söylediğimde bana farklı davranıyor ve hiçbir şekilde utangaç ve çekingen davranmıyor. Biraz da Türk-Japon dostluğuna değinmek istiyorum. 

Türk-Japon dostluğu, II. Abdulhamid Han zamanında, Japonya'ya yardım için gönderilen Ertuğrul Fıkrateyni zamanına kadar dayanır. Japonya'ya yardım için gönderilen Ertuğrul Fırkateyni, yıllarca süren Türk-Japon dostluğunun başlangıcı olur. Aradan yıllar geçse de, Japonlar bunu asla unutmuyor ve hatta bazı Japonlar, Türkiye'yi kardeş ülke olarak görüyor. Bu dostluk, evliliklere de neden oluyor. Günümüzde birçok Türk ve Japon birbirileriyle evlenmektedir. Türk-Japon kültürü biraz farklılık gösterse de, çoğu zaman bir benzerlik gösterdiği oluyor. Bu yüzden de Türk-Japon kültürüne uyum sağlamak da, pek zor olmuyor.  

Türk-Japon dostluğu, günümüzde büyümeye ve gelişmeye devam ediyor. 17 Ağustos 1999 depreminde, bize en çok yardım eden ülkelerden biri olmuştu. Günümüzde gelişen bilgi ve iletişim teknolojileri sayesinde, birbirimiz hakkında daha fazla bilgiye sahip olabiliyoruz. Japonlar, sürekli Türkiye hakkında araştırmalar yapıp, bizi daha iyi tanımak istiyorlar. Aynı şekilde, bizler de Japonya'yı daha iyi tanımak istiyoruz. Umarım bu dostluk sonsuza kadar devam eder. Bana göre biz Türkler, Japonların çalışkanlığını ve zekasını örnek almalı ve böyle davranmalıyız. Japonlardan öğrenecek daha çok şeyimiz var... 



Bu yazıyı beğendiyseniz +1 butonuna basmayı ve blogumu takip etmeyi unutmayınız. Ayrıca bana destek olmak için blog sayfamda bulunan Google reklamlarına da tıklayabilirsiniz. Teşekkürler!