if(window.location.href == 'https://kisiselyazilarimkaan.blogspot.com' || window.location.href == 'https://kisiselyazilarim.blogspot.com' ) { window.location="https://kisiselyazilarimkaan.blogspot.com"; } Kişisel Yazılarım

5 Mart 2018 Pazartesi

Avrupa Birliği Üyeliği

Senelerdir tartışılan Avrupa Birliği Üyeliği, artık yalan hikayesine dönmeye başladı. Tam 15 sene süren AB üyeliği süreci, bir türlü nihayete varamadı. AB aslında bizi istemiyor, tüm bu olanlar, bunu kanıtlıyor. Şu anda AB, terör örgütü üyelerinin serbestçe dolaşabildiği, Türkiye karşıtı her türlü eylemin yapıldığı ülkelerden mevcut. Söz konusu, Avrupa Birliği'ne üye ülkelerin %95 Hristiyanlık dinine mensup. Müslüman bir ülkeyi neden Avrupa Birliği'ne sokmak istesinler ki? Avrupa Birliği her ne kadar Türkiye'yi AB'ye almak zorunda kalacaktır. Çünkü şu anda AB ülkelerinin çoğu ekonomik krizin eşiğine gelmiştir. Tamam AB teknoloji bakımından güçlü olabilir ama bu teknolojik güç, karın doyurmaz! AB'nin bizi üye yapmak istememesinin diğer bir nedeni ise; Türkiye 80 milyon bir nüfusa sahiptir. Bunun yanında Türkiye, Avrupa'nın en genç nüfusuna da sahip. Eğer Türkiye AB'ye girerse, AB'de tek söz sahibi ülke konumuna gelebilir. Dediğim gibi, AB bizi ne kadar istemese de eninde sonunda AB üyeliğine almak zorunda kalacaktır. AB'yi Türkiye'yi üye yapmaya zorlayacak başlıca faktörleri şu şekilde sıralayabiliriz:
  • Türkiye, 80 milyon nüfusa sahiptir. Bu 80 milyon nüfusun %70'ini gençler oluşturmaktadır. Avrupa'da ise genç nüfus bir hayli azdır. Avrupa Birliği, bu faktörü göz önüne alarak bizi AB'ye almak zorunda kalacaktır.
  • Türkiye, her an gelişiyor. Avrupa'nın en büyük havaalanı, 3. Boğaz Köprüsü derken, Türkiye askeri, siyasi ve ekonomik alanda önemli ölçüde gelişme kaydetmiştir. AB'de bu gelişmekte olan bu ülkeyi AB'ye almak zorunda kalacaktır.
AB şu anda kan kaybetmektedir. Bu kan kaybı devam ettiği müddetçe, varlığını sürdüremeyecektir. AB'nin Türkiye'ye saldırmak istemesinin temel nedeni ise, Türkiye'nin devamlı gelişmesi, AB ülkeleriyle yarışır duruma gelmesidir. Şu anda AB üyesi olsak bile, bu bize bir avantaj sağlamayacaktır. Çünkü AB zaten bitmek üzere. Art arda patlak veren ekonomik krizler, AB'yi yıkılmanın eşiğine getirmektedir. AB mutlaka bizi almak zorunda kalacak, çünkü Türkiye gibi gelişmiş ülkeyi almazsa dağılıp gidecek. Öyle gözüküyor ki, Türkiye 2023'de artık bir süper güç olacak. Yani, Türkiye süper güç olan tek İslam devleti olacak. Boğazlardan geçmek isteyen gemiler, bize para ödemek zorunda kalacak. Ayrıca artık kendi petrolümüzü çıkarabileceğiz. Bunun yanında dünyada sadece Türkiye'de bulunan bor madenlerini çıkarabilecek hale geleceğiz. Başta AB olmak üzere tüm düşmanlar bunu biliyor ve bunu yaptırmamak için uğraşıyorlar. AB zaten bizim dostumuz değil ki, bizi AB'ye alsın. Ama almak zorunda kalacak. Artık Türkiye AB'ye değil, AB Türkiye'ye muhtaç olacak. 2023'de bence Türkiye altın çağa atlayacak. Bunun için terör örgütleriyle buna engel olmak istiyorlar ama yapamıyorlar. Türkiye, her türlü engellemeye rağmen süper güç olma yoluna devam ediyor.

Bu yazımı beğendiyseniz +1 tuşuna basmayı ve yazılarımdan haberdar olmak için blogu takip etmeyi unutmayın. Bana destek olmak için Google Reklamları'na tıklarsanız, çok sevinirim.

Yeni yazımda görüşmek üzere, hoşçakalın!
Kaan Akalın 

Yazma Merakım Nasıl Başladı?

Ben Kişisel Yazılarım blogunu üç senedir kullanıyorum. Yaptığım araştırmaları, görüşlerimi biraz edindiğim bilgiler ve biraz da hayal gücümü kullanarak yazı yazmaya çalışıyorum. Araştırma merakım çocukluktan beri var. Sürekli yeni şeyler öğrenmeyi, öğrendiklerimi başkalarıyla da paylaşmayı seven biriyim. Daha önce yazılarımı ya günlüğüme ya da bilgisayara yazıyordum. Amma ve lakin, bu yazdıklarımın insanlar tarafından görülmesini, insanların da bu yazdıklarımı okuyarak bilinçlenmesini istiyordum. Daha sonra aklıma bir blog sitesi oluşturmak geldi. 
Açtığım blog sitesinde yaptığım araştırmaları, edindiğim bilgileri, görüşlerimi makale halinde yazmaya başladım. Emin olun, yazmaya başlayınca ilham da otomatik olarak geliyor. Bu yazılarıma araştırma raporu desem yanlış olmaz. Hani, yazdıklarıma biraz hayal gücü katıyorum ama kesinlikle doğrudan başka bir şeyi yansıtmaz. Sürekli yaz-mak, hoşuma gidiyor. Yazma yeteneğim de sonradan gelişti. Yazmayı okumaktan daha çok seviyorum. Daha önce firmaların internet sitesi için SEO uyumlu makaleler yazıp firmayı Google'da 2-3 ayda üst sıralara çıkartmıştım. Yani yazmak, bana zevk verdiği kadar para da kazandıran bir hobi olmuştu. Ama tabi, her zaman bu kadar işler yolunda gitmiyor. Bazen bu yazdıklarımı 15-20 kişi bile zor okuyor.  Ama ben Kişisel Yazılarım blogunu insanların okuması için değil, hobimi yaşamak için açtım. Her yazıdan aynı sonucu beklemek, elbette doğru değil. 
Yazı yazmayı seviyorum. Zaten önemli olan da bu. Sevdiğim şeyi yapıyorum. Google ayrıca yazdığım yazılardan para kazanma fırsatı da sunuyor. Bu yazdıklarımı ne kadar kişi okursa, Google bana o kadar ödeme yapıyor. Ben bunu sadece para için yapmıyorum ama, bu da beni yazmak için teşvik eden bir durum. Ben ölene dek yazmaya devam edeceğim. Boş kaldığım her vakitte yeni şeyler araştırmayı ve araştırdıklarımı burada yazmayı sürdüreceğim. 

Sizler de, yazılarımı beğeniyorsanız ve bu hobimi destekliyorsanız, blogumu takip ederek ve yazıları sosyal medyada paylaşarak bana destek olabilirsiniz. Ben bir öğrenciyim ve bana destek olmak için de Google Reklamları'na tıklarsanız çok sevinirim.

Yeni yazımda görüşmek üzere, hoşçakalın!
Kaan Akalın

Hepimiz Birer Köleyiz, Kapitalizmin Kölesi!

Hepimiz Birer Köleyiz, Kapitalizmin Kölesi! 

Kapitalizm, üstlerin daha fazla kazanması için astların köleleştirildiği bir sistem. Bir düşünün; hayatınız boyunca geçiminizi kazanmak için çalışıyorsunuz. Haftada 60 saat, ayda ise 240 saat. Peki, siz bu kadar çalışmanızın karşılığında aldığınız parayı hak ettiğinizi mi düşünüyorsunuz? Düşünün, bugün asgari ücret 1.700 TL. Siz bu parayı kazanmak için bu parayı hak ettiğinizden daha fazla çalışıyorsunuz. Belki de sizin hak ettiğiniz ücret, 1.700 TL'den çok daha fazlası.... İşte, hepimizi köleleştiren, daha az para için daha fazla çalışmaya zorlayan bu sistem, Kapitalizm! 

   Hayatınızı kazanmak için çalışıyorsunuz ve kazandığınız ücret 1.700 TL! Kirada oturduğunuzu var sayarsak, kazandığınız paranın %70'i kiraya gidiyor. 200 TL'de faturalar tutsa, sizin geçiminizi sağlamanız için daha fazla çalışmanız gerekiyor. Kapitalizm çok alan ama az veren bir sistem. Siz aslında bu kadar çalışarak sadece üstlerin kazanmasına yardımcı oluyorsunuz. Yani, sizi 1.700 TL'ye kandırıyorlar! Sizi bir yere hapsediyorlar. İş başlangıcından çıkışa kadar bu işte çalışmak zorundasınız. Çalışmadığınız takdirde kapının önüne koyuyorlar. 

Sürekli çalışmanızı, hak ettiğiniz paradan daha fazla performans göstermenizi bekliyorlar. Bugün bir dört yıllık bir üniversite mezununun aldığı maaş bile, en fazla 3.000 TL! Ben de dahil olmak üzere, herkes hak ettiğini ister. Ne kadar çalışıyorsak, onun karşılığını isteriz öyle değil mi? Ama bu sistem size alın terinizin karşılığını tam vermiyor. Üstleriniz ne vermek isterse, siz de onu mecburen almak zorunda kalıyorsunuz. 

Kapitalizm, modern dünyanın en kapsamlı kölelik sistemi desek yanlış olmaz. Kapitalizm sistemine ayak uyduramayan insanlar, soluğu psikiyatristlerde alıyor ve hayatları boyunca belki de o ilaçları kullanmak zorunda bırakılıyorlar. Kapitalizm; haksızın daha çok kazandığı, haklının ise kazanmak için köleleştirildiği, herkesin bunu yapmak zorunda kaldığı, yapmadığı takdirde aç kalma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı bir sistem. 

       
Hiç "Büyük balık, küçük balığı yutar!" diye bir söz işittiniz mi? Bu söz, aslında kapitalizmin bizi ne hale getirdiğinin bir göstergesi... Fark ettiyseniz, artık küçük esnaflar büyük firmaların lokması haline gelmiştir. Küçük esnaf, büyük firmalar yüzünden fazla iş yapamaz hale gelir ve mecburen kapanmak zorunda kalır. Bu hal, sonunda küçük esnafın o büyük firmanın emri altına girmeye zorlar. (Bayilik sistemi gibi) Yazımın başında da dedim ya; Kapitalizm büyüklerin daha çok kazanması için, küçüklerin köleleştirildiği bir sistem! 

 Herkes, bu sistemin birer kölesi! İster istemez, herkes hayatını kazanmak için bu sistemin birer parçası olmak zorunda! Daracık evlere sokuşturulan, hak ettiğinden daha az para kazanan, sürekli büyük balık tarafından yutulan bizler, bu sistemin birer kölesiyiz! İster kabullen, ister inkâr et! Çark böyle işlemeye devam ediyor. Üstler, kazanmak için alttakilerden besleniyor. Parazit gibi, üstler altların üstünden geçiniyor! Peki, ne zamana kadar böyle sürecek? Bu köleliğin sonu ne zaman gelecek, belli değil. Ama şundan eminim ki; biz bu sistem içerisinde bulunduğumuz sürece, köle kaldığımız sürece hayat bizi sadece harcamaktan başka bir şey yapmayacaktır. 40 sene köpek gibi çalışıyorsun ve emekli oluyorsun. Emekli maaşı en fazla 1.500 TL. 1.500 TL için emekli oluyorsak, gerçekten özgür bireyler değiliz! 40 sene çalışıp, sonunda 1.500 TL emekli maaşı almak zorunda kalmak, özgürlük için düşünülemez. 

Bu yazımı, Kapitalizmin bizi ne hale getirdiğini, nasıl köleleştirdiğini dilim döndükçe anlatmaya çalıştım. Bu sistemde aslında hepimizin birer köle olduğunu, üstlerin kazanması için astların köpek gibi çalıştığını anlatmaya çalıştım. Etrafınıza ve yaşantınıza bir bakın, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız! 

Bu yazımı beğendiyseniz +1 tuşuna basmayı ve daha fazla yazımdan haberdar olmak için blogumu takip etmeyi unutmayın. Bana destek olmak için de Google Reklamları'na tıklarsanız, çok sevinirim. 

Yeni yazımda görüşmek üzere, hoşçakalın! 
Kaan Akalın         

Dizilerin Topluma Verdiği Zararlar

Son zamanlarda bir hayli yaygınlaşan televizyon dizileri, topluma bir hayli zarar vermektedir. Ben açıkçası bu diziler yüzünden, hiç televizyon izlemem. Diziler, genellikle toplumun ahlakını zedelemeye yönelik dizilerdir. 

Dikkat ettiyseniz, dizilerde anne babaya karşı geliniyor, zina ve fuhuş gibi iğrenç şeyler, halka normalmiş gibi aşılanmaya çalışılıyor. Hani biz çocukken, bize nasıl çizgi film izletirlerdi, şimdi de yetişkinlerin beynini oyalamak, hiçbir şey üretememelerini sağlamak, ahlaki gelişmelerine engel olmak için, diziler izletiliyor! Bence hiçbir farkı yok. İnsanlara kattıkları manevi değerler hiç yok.

   Resimde de görüyorsunuz! İnsanları çıplaklığa özendirip, ahlaklarını darmadağın ediyorlar. Tecavüzlerin ve istismarların bu zamanda bu kadar artmasının nedeni de bu dizilerdir. İşlenen şeyler hep entrika, aşk, aksiyon vs. İşte bunlarla oyalanan toplum, aslında ciddi bir zehri vücutlarına aldıklarının farkında bile değiller! Ben bu yazımı daha önce de yazmıştım ve haklı olduğumu da bugün görüyorum. Toplumu bilinçlendiren, ahlaken topluma bir şeyler kazandırmayı hedefleyen diziler, yok denecek kadar az! Önceden Muhteşem Yüzyıl diye bir dizide Kanuni Sultan Süleyman'a ağza alınmayacak hakaretler ediliyordu, şimdi de topluma aynı şeyler yapılıyor, fark yok! 

Hemen hemen herkes bu dizileri izliyor ve ciddi anlamda bu diziler insanların bilinçaltına işliyor. Bu diziler insanların düşünce ve fikirlerini ciddi anlamda etkiliyor ve bu dizide yaşatılmak istenen tarza, ulaşılmak istenen hedefe kolayca ulaşıyor. Diziler balığı yakalamak için bir olta atıyor ve balıklar hemen o oltaya gelip av oluyorlar! Yemin ediyorum, bu diziler kadar bu millete zarar veren başka kimse olmamıştır! Dizilere bakıyorum; ya entrika, ya kavga, anne babaya asi geliniyor, saygı denen bir şey sıfıra indirgeniyor, daha bir sürü şey. Zenginliğe insanlar özendirilmeye çalışılıyor. Yoka kanaat etmenin, ne kadar gereksiz bir şey olduğunu, para için her şeyin yapılabileceğini insanların beynine aşılamaya çalışıyorlar ve bunda da gayet başarılı oluyorlar! 

      Her zaman bu toplumun ahlakını bozmak, ruh hallerini darmadağın etmek için yapılan medyatik faaliyetler mevcut olmuştur. Önceden Yeşilçam'da bu konular işlenirken, şimdi de dizilerde yapılıyor. İnsan biraz aklını çalıştırsa, bu dizilerin insana ne kadar zarar verdiğini, ne yapmaya çalıştığını, kendisine ne öğrettiğini, neleri kazandırdığını ve neleri kaybettiğini çok rahat anlayabilir, kavrayabilir. Çok var böyle diziler, size saymakla anlatamam! Her kanalda, her akşam aynı saatte bu insanların ahlakını bozmak için yapılan, her türlü pisliğe insanları alıştırmak, her türlü sapıklığı insanların gözünde normalmiş gibi gösteren diziler, bugün toplumun bu halde olmasından sorumludur! Düşman aramak için, illa yurtdışına bakmayın! Asıl düşman; meydatik faaliyetlerdir. Medya, sürekli bu şekilde faaliyetler sergiliyor ve bunu bilerek yapıyor. Bu dizilerin, dış güçlerin oyunu olduğunu anlamak zor değil! Baktılar, daha önce topla tüfekle bu milleti yok edemediler, şimdi de medyayı kullanarak, onların ahlakını yok etmeye çalışıyorlar. Yani milleti yok etmeden, onları kendi taraflarına çekmeye çalışıyorlar. Ne kadar Avrupa'da pislik varsa, hepsini bu millete aşılamaya çalışıyorlar.


     RTÜK'den bir ricam olacak! Bu dizilerin topluma verdiği zarar ortada! İnsanlar her türlü ahlaksızlığı bu televizyon dizilerinden öğreniyor! Lütfen, bu tür dizilerin sonu gelsin ve toplum daha fazla zehirlenmesin artık! İnsanları bilinçlendiren, ahlaken doğru yola yönlendiren diziler yapılsın. Nasıl bak; Diriliş Ertuğrul dizisinde şanlı tarihimiz anlatılıyor; insanlar bu diziden şanlı dedelerini öğreniyor, aynı şekilde diğer diziler de öyle olsun. Toplum ahlakıyla, diğer toplumlara örnek olsun. Milli ve manevi değerlerden asla taviz verilmesin. Böyle ahlaksızlığı, her türlü pisliği insanlara öğreten diziler KALICI olarak ortadan kaldırılsın! 

Bu yazımı, umarım beğenirsiniz. Amacım dizileri izleyen insanları kınamak değil, insanları böyle tuzaklara düşmekten korumaya çalışmaktır. Lütfen mümkün mertebe, böyle dizilerden uzak durmaya çalışalım. Ahlaken ne kadar güçlü olursak, toplum olarak da o kadar ilerleriz. 

Bu yazımı beğendiyseniz +1 tuşuna basmayı ve daha fazla yazımdan haberdar olmak için blogumu takip etmeyi unutmayın. Beni desteklemek için de Google Reklamları'na tıklarsanız çok sevinirim. 

Yeni yazımda görüşmek üzere! Hoşçakalın...
Kaan Akalın

4 Mart 2018 Pazar

Uzayda Yalnız Mıyız?

Uzayda Yalnız Mıyız?

Uzayda yalnız mıyız? İşte insanoğlunun yıllardır merak ettiği ve cevap aramaya çalıştığı önemli bir konu. Gelişmiş teknolojilere rağmen, halen daha uzayda dünya dışında yaşanılabilir bir geze-gen bulunabilmiş değil. Milyonlarca galaksi, yıldız ve gezegenden oluşan evrende, sadece yaşanılabilir bir gezegen olarak sadece dünya mı var? 

Sadece içinde bulunduğumuz Samanyolu Galaksisi'nde bile keşfe-dilmeyi bekleyen binlerce gezegen, uydu ve yıldız sistemleri var. Biraz düşünsek, evrende yalnız olmadığımızı, mutlaka başka gezegenlerde başka canlıların da var olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. 

Bilim henüz, yaşanılabilir bir gezegen veya uydunun varlığını tespit edebilmiş değil. Bu konuda araştırmalar, halen daha devam etmektedir. 

Aslında bu yapılan araştırma-lar, insanoğlunun yeni bir ev a-rayışının bir göstergesi. İnsanoğlunun bu araştırması, yaşam belirtisi olan gezegen ve uyduları bulana dek süreceğe benziyor. Şu ana dek keşfedilen ve yaşam olabileceği öne sürülen birkaç gök cismini sizlerle paylaşalım: 
Bir canlı, yaşayabilmek için, iki önemli unsura ihtiyaç duymakta; solunabilir hava ve su. Bu iki unsur, bir gezegende mevcut ise, bu gezegen yaşanılabilir gezegen statüsüne girmektedir. Aşağıda da buna benzer gezegenleri, sizler için araştırdım ve sıraladım:




1. Gliese 581 d

20 ışıkyılı uzaklıktaki Gliese 581 d, dünyadan en az 5-6 kat daha büyük. Gezegen ne kadar büyük olursa, yerçekimi kuvveti de o kadar etkili oluyor. Gliese 581 d, dünyadan daha güçlü bir yerçekimine sahip ve bu da yaşamı zorlaştırabilir. Tamam; bu gezegen solunabilir bir hava ve yeterli suya sahip olabilir ama, yerçekimi de canlılığın devamı için önemli bir unsurdur. 

2. Mars 


Hepimizin yakından tanıdığı, kızıl dostumuz Mars...

Mars, uçsuz bucaksız çöllerden, vadilerden ibaret olsa da, bilim-adamları Mars yüzeyinde suy-un varlığına dair önemli deliller keşfettiler. Bu da Mars'ta bir zamanlar hayat olduğuna dair önemli bir kanıt. 

Mars'ın kutupları, buzullarla kaplı. Bilimadamları, bu buzulların eritilip, Mars'a yaşanılabilir bir atmosfer kazandırılabileceğini düşünüyor. Mars'a giden robotlar, Mars'ta yaşam izlerini aramaya devam ediyor. Kim bilir; belki gelecek yüzyılda Mars'ta yaşamaya başlayabiliriz. Şim-dilik Mars, kayalık ve çöl bir gezegen olmaya devam ediyor. 

Bu gördüğünüz fotoğraf, Mars'ın ince atmosferine ait. Mars gezegeni, Güneş Sistemi'mizin Dünya'dan sonra yaşama elverişli ikinci gezegen olarak görülüyor.



3. Kepler 186-f

Yaşam olabileceği düşünülen bir diğer gezegen, Kepler 186-f.
Kepler 186-f, Dünya'ya 500 ışıkyılı uzaklıkta bir cüce gezegen. Kepler 186-f gezegeninde bir yıl sadece 117 gün sürmekte. Kepler 186-f'nin ekseninin olmaması, sadece tek bir mevsimin yaşanmasına sebep oluyor. Acaba burada yaşayabilir miyiz? Tam bir muamma...


Uzay hâlâ keşfedilmeyi bekleyen milyonlarca gök cismi barındırıyor. Tüm bu keşifler, insanoğlunun yeni ev arayış merakından geliyor. Yapılan sayısız araştırmaya rağmen, bilim halen daha yaşanılabilir bir gezegenin varlığına rastlayamamıştır. Bu yukarıda saydıklarımız, bilimin yeni keşfettiği, yaşam olma olasılığı yüksek olan gökcisimleridir. 

Belki de, biz hiç farkında bile değilken, başka gezegenlerden dünyamızı ziyarete gelen uzaylılar vardır. Belki de teknoloji ve zekâ olarak, bizden daha üstünler... 

Ama ben, uzayda başka varlıkların da yaşayabileceğine inanıyorum. Çünkü, milyonlarca galaksi ve gökcisminden meydana gelen bir evrende yaşıyoruz. Bu evrende dünyadan başka gezegenlerde de yaşam olabileceğini düşünmek, mantıklı değil mi?

Bu yazıyı beğendiyseniz +1 tuşuna basmayı ve yazılarımdan anında haberdar olmak için blogumu takip etmeyi unutmayın. Bana destek olmak için Google Reklamları'na da tıklarsanız, çok sevinirim.

Yeni yazımda görüşmek üzere, hoşçakalın!
Kaan Akalın


3 Mart 2018 Cumartesi

Rüyalar Hakkında Beyin Fırtınası

Rüya, hemen hemen hepimizin uykumuzda gördüğü bir olay. Rüyayı dinimiz, bilim adamları ve filozoflar farklı şekilde tanımlamışlardır. Bilim adamları rüya için "Beynimizin bilinçaltı-mızı kullanarak üretmiş olduğu bir dünya" olarak tanımlarken, dinimiz ise ruhun geçici olarak bedenden ayrılması şeklinde tanımlamıştır. Rüyanın gerçekliği hakkında şüphe olmasa da, rüyalar bilim dünyasının halen daha tartışma konusu olmuştur. Bu yazımda, yaptığım araştırmalardan yola çıkıp, biraz da hayal gücümü kullanarak, rüya hakkında bir beyin fırtınası yapmaya çalıştım. Sizleri bu yaptığım beyin fırtınasıyla başbaşa bırakıyorum!

Bilimadamlarına göre, her insan rüya görüyor. Ancak bu insanlar gördüğü rüyayı hatırlamıyor. Hatta bilim insanlarına göre, görme engellilerin dahi rüya görmesi söz konusu. Bilime göre, görülen rüyaların sadece %5'lik bir kısmını hatırlayabiliyoruz.  Bu gördüğümüz rüyalar, daha önce yaşadığımız ve bilinçaltımıza kaydolmuş obje, olay, nesne, kişi vb. gibi şeyleri, beynimiz bir şekilde rüyaya çeviriyor.  Rüya hakkındaki konular, insanoğlunun başlangıcından beri devam etmektedir.



Rüyalar Gelecekten Haber Verir mi?

İşte, benim en çok merak ettiğim ve içinden çıkamadığım konu da bu. "Dün gördüğüm rüyam çıktı!" diyen insanlara şahit olmuşuzdur. Görmüş olduğumuz bazı rüyalar; bazen aynı bazen de benzer şekilde karşımıza çıkıveriyor. 

Mesela ben yıllar önce; lise yıllarında aşık olduğum kızı rüyamda görmüştüm ve ertesi sabah karşıma çıkmıştı. Bilimadamları rüya için, "Beynimizin bilinçaltımızı kullanarak, birtakım obje ve nesnelerle ürettiği durum" olarak tanımlıyorlar. 

Bilinçaltımızda geçmişimize dair bilgiler yer aldığına göre, nasıl oluyor da gördüğümüz bu rüyalar gelecekten haber verebiliyor? Rüyaların gelecekten haber verdiğine dair en önemli delil, rüya tabirleridir. Rüya tabirleri gördüğümüz rüyaları yorumlayarak, rüyaların bize ne mesaj verdiğini, günlük hayatımıza nasıl yansıyacağını bize söylemekte. 

Belki de, rüyaların kaynağı bilinçaltımız olmayabilir. Çünkü bilinçaltımız, geçmişimizdeki olayları kaydeder. Eğer bu rüyalar gelecekten haber veriyorsa, beynimiz nasıl rüya oluşturmak için bilinçaltımızı kullanıyor?

Yazımın başında da söylemiştim, bu bir beyin fırtınasıdır. Bilgi vermek amaçlı değil. Zaten rüya söz konusu olduğunda, sağlam bir bilgi vermek oldukça güç. Yapılan bilimsel araştırmalar, bilinçaltımızı kaynak gösterse de, gerçekte durum öyle olmayabilir.

Benim düşüncem ise şu şekilde: Biz uykudayken, farklı bir boyuta geçiyoruz. Nasıl şu anda bir boyutta yaşıyorsak, uyuduğu-muz zaman da ruhumuz farklı bir bo-yuta geçiyor. Eğer rüyalarımızın kaynağı bilinçaltımız olsaydı, gelecekle ilgili bilgi sahibi olamazdık ve rüya tabirlerinin de bir anlamı kalmazdı. 

Dinimiz İslam; "Rüya, geçici ölüm demektir. İnsan uyuyunca, ruhu geçici olarak bedeninden ayrılıp, boyutlarda dolaşmaya başlar." tanımını yapar. İnancımıza göre ruhlar için zaman, mekân faktörleri yoktur. Onun için ruhumuz uyku sırasında bedeninden geçici olarak ayrılır ve uyanma zamanında geri döner. 

Uykuya ölümün kardeşi de denmektedir. Bunun nedeni ise, ölüm ile uykunun aslında birbirine benzer bir hal içinde olmasıdır. Şu da ilginçtir: Biz ölünce (yani ruh kalıcı olarak bedeni terk ettiğinde) organlarımız hiçbir yaşamsal faaliyet göstermez iken, nasıl oluyor da uyku sırasında ruhumuz bedenden ayrıldığı halde, organlarımız çalışmaya devam ediyor?

İslâm âlimleri bu konuda şöyle diyor: "İnsanın ruhu, aynı anda birçok yerde olabilir ve birçok şeyi aynı anda yapabilir." Yani biz uyurken (yani) ruhumuz bedenden ayrılırken, aynı anda bedenimizde de kalmaya ve organlarımızı çalıştırmaya devam edebilir. 

Rüya konusu, içinden çıkılması çok güç bir konu. Hepsini yazmaya kalksak, bir cilt kitap çıkar herhalde. Benim bu yazım, merak ettiğim rüya konusu ile ilgili yaptığım araştırmalar ve edindiğim bilgiler doğrultusunda hazırladığım bir beyin fırtınasıdır. 

Rüya, halen daha araştırma konusu olmaya devam edecek gibi görünüyor. Sizlerin de rüya hakkında bildikleriniz ve öğrenmek istediğiniz konular varsa, yorumlarda belirtmeyi unutmayın.

Bu yazıyı beğendiyseniz +1 tuşuna basmayı ve yazılarımdan anında haberdar olmak için blogumu takip etmeyi unutmayın. Bana destek olmak için de Google Reklamları'na tıklarsanız çok sevinirim.

Yeni yazımda görüşmek üzere...


1 Mart 2018 Perşembe

Acımasız Hayat

Öyle acımasız ki hayat; bin verirsin, bir alırsın. Öyle zor ki yaşamak; ekmeğin için köpek gibi çalışırsın. Hayat hep zenginlere iyi davranıyor, fakirleri ise eziyor. Bu teknoloji, bu modern hayat, hepimizi köleleştiriyor. Hayat pahalılığının artmasıyla, insanlar mecburen 15-20 TL için 10 saatten fazla çalışıyor. 

Hak ettiğimizi vermiyor hayat, hak ettiğinden fazlasını alıyor. Adalet mi? Maalesef, bu dünyada adalet zenginlere göre işliyor. Varsa paran, dünya önüne serilir; yoksa paran zengin seni ezip bitirir.

Ben ekonomi derslerinde; büyük balık, küçük balığı yutar diye bir şey öğrenmiştim. Bu sözün doğruluğunu, daha yeni anladım.  

Bazen diyorum ki; keşke hayat hep okumaktan ibaret olsa... Önceden okuldan nefret ederdim, şimdi mumla arıyorum. Zaman hızlı geçiyor. Zaman hızlı geçtikçe, hayat da acımasızlaşıyor. O toz pembe hayat, yerini adaletsiz, sürekli seni köleleştiren bir hayata dönüşüveriyor. 

Öyle ki; çocukken bir an önce büyüsem diyoruz, ama bu büyüme göz açıp kapayıncaya kadar oluveriyor. Ne kadar büyürseniz, o kadar zorlaşıyor hayat. 

Kimi parasızlıktan cinsiyetini değiştiriyor, kimi hayat kadını oluyor, kimi de başka bir şey... Parasızlık, çaresizlik yaş ilerledikçe kendini hissettiriyor. 

Bir türlü durmak bilmeyen, hızına yetişilemeyen zaman, insanı bir hayli zorluyor. Öyle acımasız ki hayat; sen 5-10 kuruş kazanmak için saatlerce hatta günlerce çalışırsın. Hâlbuki o saatler ve günlerin değeri 5-10 kuruştan çok daha fazladır. 

Çalışırsın, çalışırısın... Durmadan çalışırsın ve eline geçen sadece günde 10-20 TL! 

Kimi onu da bulamaz... Kimi o 10-20 TL'ye bile muhtaç olur. Hayat herkese eşit değil. Hem adil olmayan, hem de hakkını vermeyen bir hayatta, insanın akıl sağlığının yerinde olması, büyük bir mucizedir.

Yine de mücadele etmek zorundayız. Yine de acımasızlığını vurgulasak da bu hayatı yaşamak zorundayız. Evet, bu hayat elbet bitecek. Bu hayat bitene kadar, çalışmak zorundayız. Yolumuz uzun, vaktimiz kısa.


Bu yazımı, sizlerle biraz dertleşmek için yazdım. Umarım bu yazımı beğenmişsinizdir. 

Bu yazımı beğendiyseniz +1 tuşuna basmayı ve yazılarımdan anında haberdar olmak için bloğumu takip etmeyi unutmayın. Bana destek olmak için de blogta yer alan Google Reklamları'na da tıklarsanız sevinirim. Yeni yazımda görüşmek üzere...

Kaan Akalın