if(window.location.href == 'https://kisiselyazilarimkaan.blogspot.com' || window.location.href == 'https://kisiselyazilarim.blogspot.com' ) { window.location="https://kisiselyazilarimkaan.blogspot.com"; } Kişisel Yazılarım

17 Ağustos 2017 Perşembe

İşinize Yarayacak Rekabet Stratejileri

İşinize Yarayacak Rekabet Stratejileri

Hepimiz biliyoruz ki, aynı işi yapan birçok firma var ve bir sektörde ürün/hizmet satan işletmeler rekabetle karşı karşıya kalmak zorundadırlar. Hangi iş yapılırsa yapılsın, mutlaka o sektörde rekabet vardır. Rekabet, aynı ürünü satan birden çok işletmenin bulunmasıyla söz konusudur. Şimdi size, bu rekabetle nasıl baş edebil-eceğinizle ilgili birkaç tüyo vereceğim. Bu vereceğim tüyo, özellikle işverenlerin işine yarayabilir. Şimdi, bu stratejileri maddeler halinde açıklayalım: 
  • Aynı Ürünü Daha Düşük Fiyatla Satmak: İnsanlar, ürün almaya karar verirken, ürünün kalitesinden çok, ürünün fiyatıyla ilgilenirler. İnsanlar, daha çok fiyatı daha düşük ürünleri satın alırlar. Örneğin bir bakkal çikolatayı 1 TL yerine 0,75 TL'ye satarsa, rakiplerine nazaran daha çok kazanacaktır. Çünkü, insanlar fiyatı daha düşük ürünlerle ilgilendikleri için, daha çok ürünü daha ucuza satan işletme ile ilgileneceklerdir. Bu yolla, rekabet avantajı yakalayabilirsiniz. Çünkü, bu yolla daha çok getiri elde edebilir, diğer rakiplere karşı daha üstün bir rekabet stratejisi izleyebilirsiniz. 
  • Farklı Ürünler Satmak: Bir işletme, eğer diğer rakiplerine nazaran farklı ürünler üretirse, daha çok kazanacaktır. Çünkü, insanlar sürekli aynı ürünleri almaktan sıkılacağı için, doğal olarak farklı ürünler üreten işletmelere yönelebilmektedirler. Örneğin karşılıklı iki fırını düşünelim. Bir fırın sadece ekmek, simit, poğaça gibi unlu mamuller satarken, diğer fırın da ürün yelpazesini genişleterek pasta, börek, tatlı vs. ürünler satmaktadır. Doğal olarak insanlar, ürün yelpazesini genişleten ve farklı ürünler geliştiren fırına yönelecektir. Az önce de değindiğim gibi, insanlar sürekli aynı ürünleri almaktan sıkılır ve doğal olarak farklı ürün ve hizmet satan işletmelerle ilgilenmeye başlarlar. 
  • Müşteri Odaklı Olmak: Müşteriler, bir işletmenin devam etmesinde en önemli faktördür. Eğer bir firma, rekabet avantajı elde etmek istiyorsa, mutlaka müşteri odaklı olmak zorundadır. Müşterilerine her zaman değer gösteren, müşterilerin istek ve ihtiyaçlarına en iyi şekilde cevap vermeye çalışan firmalar, rakiplerine nazaran çok daha fazla müşteri edinecekleri için, getirileri de o kadar artacaktır. Çünkü müşteriler, işletmeye hayat veren bir unsur niteliğindedir. Eğer müşteri olmazsa, işletme olmaz. Onun için müşteri memnuniyetine çok özen gösterilmelidir. Müşterilere daima nazik, kibar davranılmalı. Müşterilere fırça atmak, öfkelenmek, sadece firmanın zararınadır çünkü, müşteriler aynı sektörde birçok firma bulabilirler. Önemli olan burada müşterilerin değerini bilen işletmelerdir. Bir işletme ne kadar müşteri odaklı olursa, o derecede rekabette başarılı olacaktır. 
Yukarıda bahsettiğim stratejiler, işletme bölümümden ve okuduğum makalelerden edindiğim bilgilerdir. Gerçekten, yukarıda sıraladığım üç unsuru başarılı olarak yürüten işletmeler, rekabette başarılı olmakta ve daha çok getiri elde edebilmektedirler. Unutmayalım ki, ticaret yarıştır. Her işletme, rakibini satışta ve getiride yenmeye çalışır. İşte işletmeler bu saydığım stratejileri izlerlerse, rakiplerine karşı 1-0 önde olacaklardır. 1-0 önde olmak, daha fazla kazanmaktır. 

12 Ağustos 2017 Cumartesi

Osmanlı Devleti Yıkılmasaydı Neler Olurdu?

Osmanlı Devleti Yıkılmasaydı Neler Olurdu?

1299 yılında kurulduğunda küçük bir beylik olan Osmanoğulları, kısa sürede üç kıtaya hakim olan Osmanlı İmparatorluğu'na dönüşmüştür. Tabii ki, bunda Osmanlı'nın gösterdiği büyük askeri ve siyasi başarıların büyük bir rolü vardır. Ancak, kısa sürede küçücük bir beylikten, kocaman bir imparatorluğa ulaşmak, sadece askeri ve siyasi başarılarla mümkün değildir. Osmanlı Devleti, fethettiği topraklarda eşitlik siyasetini başarıyla sürdürmüştür. Fethettiği topraklardaki farklı dine mensup olan insanlara, dinlerini yaşamalarında serbest bırakmıştır. Fethettiği topraklarda sevgi, barış, kardeşlik tohumları ekmeye çalışılmıştır. Gerçekte, Osmanlı'nın topraklarını genişletmesinin asıl sebebi, kuşkusuz İslam'ı yaymaktır. Ecdadımızla gurur duymamız için birçok neden vardır. En önemlilerinden biri de bence, sömürgecilik yerine serbestlik getirmeleridir. İnsanları İslam'ın merhameti ve adaletiyle kucaklamalarıdır. Kafiri her zaman dize getirmeyi başaran Osmanlı İmparatorluğu, yı-kılışından 98 sene geçmesine rağmen, halen kalplerdeki sevgisi tazeliğini korumaktadır. Onlar, bizim şanlı dedelerimizdir. Onlar, üç kıtaya,  7 denize İslam'ı yaymak için, kardeşlik ve sevgi bağlarını kuvvetlendirmek için uğraştılar. Bunda da başarılı olduklarını söylemek gerekir. 

Osmanlı Padişahları, Ehli Sünnet'ten asla taviz vermemiş, Kur'an ve Sünnet'in dışına asla çıkmamış insanlardır. Hatta derler ki, "Osmanlı padişahlarının hepsi evliyadır!" Nitekim, hiçbir medeniyetin ele geçiremediği İstanbul'u fethetmek yine bize nasip olmuştur. Gerçekten, insan önlerinde saygıyla eğilmek istiyor. Zoraki değil, gönülden... Şanlı ecdadımıza buradan Allah'tan rahmet diliyorum.

Peki Osmanlı şu anda yaşasaydı, neler olurdu? Nasıl bir şekilde yönetilirdik? Nasıl bir konumda olurduk? Osmanlı hiç toprak kaybetmeseydi, nasıl bir halde olurdu? Bence, Osmanlı halen yaşasaydı dünya çok daha farklı bir yer olurdu. Kafirler, kolay kolay mazlum Müslümanlara zulüm yapamazlardı. Savaşlar biter, kardeşlik, sevgi, hoşgörü ve adalet her yerde hakim olurdu. Kafirin kökü kurutulur, kimse İslam'a zarar vermeye cesaret veremezdi. Çünkü, geçmişte ecdatlarımız bunu yaptılar! Asla kafire boyun eğmediler, eğdirttiler! Asla kimseye kul, köle olmadılar. Devleti sadece Kur'an ve Sünnet dairesinde yönettiler. Şimdi de aynısının olabileceğine kanaatim tamdır. Eğer Osmanlı bugün eski sınırlarında olsaydı, bugün Makedonya'da, Bulgaristan'da zulümler olmayacaktı. Filistin'de, Suriye'de mazlum kanı akmayacaktı. İslam daha da güçlenecek, her ülkeye, her şehre, her kasabaya girecekti şüphesiz! 

İlgi ve alakanıza teşekkür ederim. 
Kaan Akalın

11 Ağustos 2017 Cuma

Osmanlı Devletini Zayıflatan Neden Nedir?

osmanlı ile ilgili görsel sonucu
Hepimizin bildiği gibi, 1299 yılında kurulan Osmanoğulları beyliği, 200 sene içerisinde üç kıtaya hakim bir imparatorluk halini almıştı. Osmanlı Devleti, üstün askeri başarılarıyla, siyasi alanda, teknolojik alanda üstünlükleriyle, kısa zamanda güçlenmeyi başarmıştı. Ama, üç kıtaya yayılmış büyük bir imparatorluğu zayıflatan ne olabilirdi? Şimdiye kadar ki okuduğunuz tarih kitaplarını bir kenara bırakın ve benim bu yazıma bir göz atın! 


Osmanlı İmparatorluğunun zayıflamaya başlaması, Kanuni Sultan Süleyman zamanında başladığını söyleyebiliriz. Çünkü, o döneme kadar hiçbir Yeniçeri ayaklanması yaşanmamıştı. Ancak, zamanla güçlenen Yeniçeriler, artık kendilerini Kanuni döneminde de hissettirmeye başlamışlardı. Konuya dini açıdan değil de, siyasi açıdan bakacak olursak, Kanuni, II. Selim'i tahta geçirmekle büyük bir hata yapmıştı. Çünkü, Kanuni Sultan Süleyman'ın en büyük oğlu olan I. Mustafa'yı idam ettirmişti. I. Mustafa, II. Selim'e göre daha deneyimli ve bilgili bir şehzadeydi. Ayrıca, devleti daha iyi yönetebilecek bir kabiliyete sahipti. Ancak, Kanuni I. Mustafa'nın kendisine ihanet ettiği gerekçesiyle, kendisini idam ettirmişti.

Kanuni Sultan Süleyman'ın hatası, sadece I. Mustafa'yı idam etmek değildi. Ayrıca, görevinde son derece başarılı olan, Mohaç Meydan Savaşı ve daha birçok zaferde önemli payı bulunan Sadrazam İbrahim Paşa'yı idam ettirmekti. Gerçekten de, son derece başarılı, siyasi, askeri ve diğer alanlarda oldukça üstünlük gösteren bir padişahtı. Ancak ne var ki, yine bir fitne sebebiyle idam edildi. Bu fitneleri de çıkaran, Hürrem Sultan'dır. Sarayda hakimiyet kurmak isteyen Hürrem Sultan, ne kadar düşmanı varsa, çıkardığı fitneler sebebiyle, tüm düşmanlarını saf dışı bırakmıştı. Osmanlı'nın zayıflamaya başlamasından sorumlu olanlardan biri, şüphesiz Hürrem Sultan'dır.

I. Mustafa ve Pargalı İbrahim Paşa yaşasaydı, belki de şu anda Osmanlı Devleti yıkılmamış olacaktı. Çünkü, üç kıtaya yayılmış kocaman bir imparatorluğu yıkabilmek akıl karı değildir. İşte, Osmanlı Devleti zayıflamaya dışarıdan değil, içeriden başlamıştır. Çıkan fitneler sebebiyle, eski haline gelememiştir. Kanuni Sultan Süleyman son derece başarılı, adaletli, savaş ve diğer alanlarda birçok padişahtan üstün olmasına rağmen, bu yaptığı hata, Osmanlı Devleti'nin zayıflamasına yol açmıştır. Tabii ki, Osmanlı'yı zayıflatan sadece bu neden değil. Bunun arkasını daha başka şeyler izlemiştir. Ben burada sadece, Osmanlı'nın ne zaman zayıflamaya başladığını açıklamaya çalışıyorum. Çünkü, koca bir imparatorluk, üç kıtaya hakimiyet kurmuş bir devlet, basit hatalarla yıkılacak değildi.

Belki de, bu saydığım isimler o zaman hayatta olsaydı ve halen devleti yönetiyor olsalardı, belki de Osmanlı Devleti, çok daha farklı yerlere gelecekti. Hatta belki de, Avrupa'nın tamamı Osmanlı'ya ait olacaktı. İşte, bir devlette ne kadar fitne fesat olursa, o devlet istediği kadar güçlü olsun yıkılmaya mahkumdur. Çünkü sağlam bir kaleyi yıkmanın en kolay yolu, kaleye dışarıdan değil içeriden saldırmaktır. Yani, Osmanlıyı zayıflatan, aslında dış nedenler değil.

Peki, ya şu anda Osmanlı ayakta olsaydı? Halen daha padişahlıkla yönetilseydik? Neler olurdu? Nasıl bir yaşam bizi beklerdi? Şu anda Osmanlı nasıl bir konumda olurdu? Gerçekten merak ettiğim bir konudur. Ancak emin olduğum bir şey var, o da Osmanlı halen yaşıyor olsaydı, İslam beldelerinde kimse mazlum Müslümanlara zulüm edemezdi. Savaşlar durur, her tarafta adalet ve hoşgörü hakim olurdu. Çünkü Osmanlı padişahları, fethettikleri topraklarda farklı dinden ve inanıştan olan insanlara, hep hoşgörülü ve adaletli davrandılar. Ayrı gayrı gözetmeden, her dinden insana aynı eşitlikte davrandılar. Bugün de olsa, aynı şekilde davranırlardı.

Osmanlı'yı sevmek şöyle dursun, Osmanlı aşığı bir insanım. Çünkü, ecdadımızın çok örnek alınacak davranışları vardır. Osmanlı yıkılmasından 97 yıl geçmesine rağmen, halen özlemini sürdürmektedir. Kalplerdeki yeri, halen daha yerini korumaktadır. Bu şanlı ecdadımızın ruhlarına Allah'tan rahmet dilerim. Rabbim, ecdadımızı örnek almayı, onlara layık bir nesil olabilmeyi nasip eylesin. Rabbim şefaatlerine nail eylesin.

İlgi ve alakanıza teşekkür ederim.
Kaan Akalın

Ruh Sağlığı ve Önemi

Ruh Sağlığı ve Önemi

Günümüzde, birçok insanın ortak sorunu olan ruhsal hastalıklar, şunu aklıma getiriyor; "Ruh sağlığı, beden sağlığından daha önemlidir." Çünkü, bir insanın bedeni ne kadar sağlıklı olursa olsun, ruhsal olarak sağlıklı de-ğilse, buna sağlıklı bir insan diyemeyiz. Çünkü ruhsal olarak hasta olan bir insanda zamanla, bunu bedensel rahatsızlıklar izlemeye başlar. Bunda en önemli etken de, duygu ve düşüncelerimizdir. Duygu ve düşünceler, ruh sağlığımızı etkileyen önemli faktörlerdir. Duygu, düşünce ve inançlarımız, değil sağlığımızı hayatımızı da yönlendirebilmektedir. Örneğin kanser hastası olan bir birey, bu hastalıktan iyileşeceğine kalben inanıyor ve biliyorsa, bu hastalıktan kurtulabilmektedir. Kanser hastalıklarının iyileşebilmesini sağlayan en büyük etken, manen o hastalıktan kurtulacağımıza inanmaktır. Ancak, kişi basit bir hastalıkta bile iyileşeceğine inanmıyor, "Bu hastalık artık benim sonum olacak!" diye düşünüyorsa, inandığı ve düşündüğü şeyi yaşar. 
    Aslında, hepimiz inandığımız ve düşündüğümüz şeyleri yaşarız. Çoğu zaman da, hastalıklarımızı da kendimiz belirleriz. Mesela dişimizin ağrımasının nedeninin, dişlerimizi düzenli fırçalamadığımız olduğunu biliyor olmamız gibi. Duygu, düşünce ve inançlarımız, yaşamımızı yönlendiren önemli faktörlerdendir. Diyebiliriz ki; "Nasıl inanıyorsanız öyle yaşarsınız, nasıl yaşıyorsanız öyle inanırsınız." İnançlar, duygu ve düşünceler, kişiye yaşamını nasıl yönlendireceği konusunda rehberlik ederler. 
   Herkes, aslında nasıl yaşayacağını, neler yapacağını veya yapmayacağını kendisi önceden belirler. Zihnimiz aslında tüm bunların planını önceden yapar. Sağlıkta da aynen böyledir. Kişi, eğer sağlıklı düşünmüyorsa, sağlıklı şeylere inanmıyorsa, ne kadar bu hastalığın sebebini bilmese de, zaten kendisini bu faktörlerle ele vermektedir. 
 Günümüzde ruhsal hastalıklar yaşayan insanlar, zamanla bu hastalıklardan kurtulmak için ya bir psikiyatri/psikoloğa ya da zararlı alışkanlıklara başvurabilir. Kimi zaman da, ibadetlere kendini vererek bu sıkıntılardan kurtulmaya çalışabilir. Eğer kişi bu başvurduğu yolların onu ruhsal rahatsızlıklardan kurtaracağına inanıyorsa, zaten bu hastalıklardan kurtulmuş sayılır. Bakarsınız insanlara, her yolu denemiş, gitmediği doktor hastane kalmamış, ama hala iyileşememiş. Çünkü, zaten başında iyileşeceğine inanmamış. İşte, bir insanın duygu, düşünce ve inançları ne kadar sağlıklı ve düzgün olursa, ruhsal ve bedensel olarak o kadar sağlıklı olacaktır. 
   Ruh sağlığının beden sağlığından daha önemli olmasını vurgulamak istedim. Çünkü, baktığımda, çevremdeki insanların, duygu, düşünce ve inançlarından dolayı, fiziksel rahatsızlıklara da yakalandığını fark ettim. Aynı şekilde, kendimde de aynı durum söz konusu. Ben neye inanırsam, neyi düşünürsem ve duygularımı neye göre ayarlarsam, yaşamım da o şekilde yönlendirilmeye başlıyor. Sağlığım da aynı şekilde. Sadece sağlık değil; çevrem olsun, ailem, arkadaşlarım olsun, bu bahsetmiş olduğum değerler beni o şekilde yönlendiriyor. Arkadaşlarımı ve çevremi, benim duygu, düşünce ve inançlarım benimsiyor aslında. Benim hastalıkları yaşama sebebim, ruh sağlığımın (sağlıklı düşünememem, duygularımın sağlıklı olmaması ve sağlıklı inançlara sahip olmamam) yerinde olmadığının bir kanıtıdır. 
    Gerçekten, en çok dikkat etmemiz gereken şey, ruh sağlığıdır. Çünkü, ruhsal olarak ne kadar sağlıklı olursak, bedensel olarak da o kadar sağlıklı oluruz. Fakat, ruhsal olarak ne kadar hasta olursak, fiziksel olarak da o kadar rahatsızlanırız. 

İlgi ve alakanıza teşekkür ederim.
Kaan Akalın

10 Ağustos 2017 Perşembe

Mürşid-i Kamiller'e İntisab Etmenin Gereği ve Önemi

Bir arabayı düşünün, çalışmak için benzine ihtiyaç duyar, öyle değil mi? Benzin olmadan bir araba çalışamaz. İşte, bir Mürşid-i Kamil olmadan da, insanın kalbi manen çalışmaz. Mürşid-i Kamiller, insanın manevi olarak güçlü olmasına vesile olurlar. Şöyle ki, ıssız bir çölün, bir yağmurla yemyeşil olması gibi. Öyle ki, Mürşid-i Kamiller, çölleşmiş kalplere, manevi yağmurlarını indirirler. Manen güçlü olan bir insan, hiçbir şekilde, manevi hastalıklara yakalanmaz. Mürşid-i Kamiller, bizim kalbimizdeki hastalıkları bilir, teşhisini koyar ve bu hastalıkların tedavisi için yapılması gereken tedavileri, kul-lanmamız gereken ilaçları bize bildirir. Her nasıl biz hastalandığımızda doktora gidiyorsak, iyileşmemiz için bu ilaçları kullanmamız gerekiyorsa, aynı şekilde manevi hastalıkların tedavisi için de, Mürşid-i Kamil'in bize verdiği bu ilaçları düzenli olarak kullanmamız gerekir. 
     Eğer bu tedaviler uygulanmazsa, kalp hasta düşer, bitap olur. Manevi olarak ölü bir kalp, kişiye dünya ve ahirette sonsuz bir acıdan başka bir şey getirmeyecektir. Öyle ki, günümüzde yaşanan manevi hastalıkların, psikolojik sorunların, intihar oranlarının artmasının altında, manen hasta bir kalp vardır. Kişi bu manevi hastalıklardan kurtulamadıkça, bu hastalıklardan kurtulmak için yanlış yollara başvurabilir; alkol, uyuşturucu, kumar bağımlılığı gibi. Bu tür yanlış yollar sonucu, zaten manen hasta olan kalp, ölmeye başlar. Ve kalp öldü-ğünde, kişi de artık manevi huzur bulamaz. 
     İşte, bu Mürşid-i Kamiller, bu tür hastalıkları olan insanlara himmetleriyle (kabul olunmuş dua), şifa bula-bilmektedir. Mürşid-i Kamiller, insanların kalplerindeki hastalıkları görme yetisine sahiptir. Bizim kalbimizi, kalbimizden geçenleri, kısacası hakkımızdaki her şeyi bilirler. Çünkü bu yetiyi onlara, bizzat Allah-u Zülcelâl vermiştir. Mürşid-i Kamiller, bu yetiyle milyonlarca insanın hidayetine vesile olmaktadırlar.
     
 Yolunu kaybetmiş bir yolcuyu düşünün. Bu yolcu pusula olmadan nasıl yolunu bulamıyorsa, aynı şekilde, Allah'ın rızasını arayan bir Müslüman, pusulası olmadan doğru bir yol bulamaz. İşte, insanlara Allah'ın rızasına ulaşmasında yol gösteren pusulalar, Mürşid-i Kamillerdir. Onlar, Allah'ı tanımayı, O'na kul olmayı, O'nun dostluğunu kazanmış insanlardır. Eğer bir insan Rabbini tanımak istiyorsa, bir Mürşid-i Kamile intisap etmelidir. 

Selam ve Dua İle
Kaan Akalın

2 Ağustos 2017 Çarşamba

2023'te Türkiye Süper Güç Olabilir

Türkiye 2023'te Süper Güç Olabilir

Bilindiği gibi, Lozan Antlaşması ile, birçok maden kapatılmıştı. Bunlardan en önemlileri, petrol ve bor madenleridir. 2023'de bitecek Lozan Antlaşması ile birlikte, Türkiye adeta çağ atlayacaktır. Zaten, birçok Avrupa ülkesinin, bize düşmanca tavırlar sergilemesinin nedeni budur. Çünkü, eğer Türkiye bor madenlerini çıkarmaya başlarsa, dünyanın tek söz sahibi ülkesi olacak. Ayrıca, boğazlar tamamen Türkiye'nin kontrolüne geçecek. Yani, boğazlarımızdan geçmek isteyen her ülke gemisi, bize para ödemek zorunda kalacak. 

Şimdi, 2023'de Türkiye, nasıl bir duruma gelecek, hep birlikte bakalım: 

Bu gördüğünüz grafik, dünyada bulunan bor madenlerini göstermektedir. Ve bor madenlerinde en zengin, Türkiye yer almaktadır. Bu bor madenleri, Lozan Antlaşması ile çıkarılamıyordu. Eğer çıkarılabilseydi, Türkiye, belkide dünyanın en güçlü ülkelerinden biri haline gelebilirdi. İşte, 2023'den itibaren, artık Türkiye bor madenlerini çıkarabilecek. 

Bor madenlerinin kullanıldığı alanlar şu şekildedir: 
  • Elektronik,
  • İnce film kaplamalar,
  • Özel abrasivler,
  • Seramik silikon yarı iletken wafer'larda bor dop malzemesi,
  • Nükleer uygulamalar,
  • Vakum eğritme programları,
  • CVD potaları,
  • Mikrodevre paketleme,
  • Yüksek hassasiyet contaları,
  • Mikro dalga tüpleri. 


#takipedenitakipederim #takipleselim #takipet #takip #begeniyebegeni #beğeniyebeğeni #beğeni #begeni #beğen #begen

Kaan Akalın (@kaanakalin9234)'in paylaştığı bir gönderi ()

27 Temmuz 2017 Perşembe

Maliyet Muhasebesi Örnek Sorular ve Çözümleri

  1. Bir işletmenin ürettiği özel bir projesinde kullanılan "DKP 1.20-2.00 mm.lik Rulo Sac" kodlu ilk maddeye ilişkin Mart dönemi ambar işlemleri aşağıdaki gibidir: 
Bir Önceki Dönemden (Şubat Ayından) Devralınan  
Dönem Başı Mevcudu (I. Parti)                                                       8 ton x 1.750 TL/ton
DÖNEM İÇİNDE SATIN ALINANLAR
5 Mart         (II. Parti)                                                                   10 ton x 1.800 TL/ton
17 Mart       (III. Parti)                                                                  12 ton x 1.700 TL/ton
25 Mart       (IV. Parti)                                                                   5 ton x 2.000 TL/ton
ÜRETİME GÖNDERİLENLER
8 Mart          (I. Partiden)                         5 ton
20 Mart        (III. Partiden)                     10 ton
29 Mart        (II. Partiden)                        7 ton

Yukarıdaki verilere göre, İlk Giren-İlk Çıkar ve Son Giren-İlk Çıkar tablolarını düzenleyiniz. 

İlk Giren-İlk Çıkar


GİREN
ÇIKAN
KALAN
Tarih
Açıklama
Miktar
Fiyat
Tutar
Miktar
Fiyat
Tutar
Miktar
Birim Fiyat
Tutar
1 Mart
Dönem Başı Mevcudu






8 ton
1.750
14.000
5 Mart
Satın Alınan
10 ton
1.800
18.000



8 ton
10 ton
1.750
1.800
32.000
8 Mart
Üretime Gönderilen



5 ton
1.750
8.750
3 ton
10 ton
1.750
1.800
23.400
17 Mart
Satın Alınan
12 ton
1.700
20.400



3 ton
10 ton
12 ton
1.750
1.800
1.700

43.650
20 Mart
Üretime gönderilen



3 ton
7 ton
1.750
1.800
17.850
3 ton
12 ton
1.800
1.700
25.800
25 Mart
Satın Alınan
5 ton
2.000
10.000



3 ton
12 ton
5 ton
1.800
1.700
2.000

35.800
29 Mart
Üretime Gönderilen



3 ton
4 ton
1.800
1.700
12.200
8 ton
5 ton
1.700
1.800
23.600

TOPLAM
27 ton

48.400
22 ton

38.800