if(window.location.href == 'https://kisiselyazilarimkaan.blogspot.com' || window.location.href == 'https://kisiselyazilarim.blogspot.com' ) { window.location="https://kisiselyazilarimkaan.blogspot.com"; } Kişisel Yazılarım

16 Şubat 2017 Perşembe

Tasavvuf ve Önemi

Tasavvuf'un ne olduğunu şu örnekle açıklayabiliriz: Bir araba motoru düşünün. Araba motorunun bakımı yapılmadığında, temizlenmediğinde, paslanır, çürür ve işe yaramaz hale gelir. 

Tasavvuf da, kalbin kötülüklerden arındırılmasından ibarettir. Bilindiği gibi, nefsimiz her zaman şeytanı dinler ve hep kötülüğü emreder. İşte Tasavvuf da, insanın nefsine karşı mücadelesinde nasıl muzaffer olacağını öğretmektedir. 

Tasavvuf ne yazık ki, günümüzde aşağılanır bir hale gelmiştir. Hâlbuki tasavvuf, İslam dinin bir rüknudur. Şöyle ki, tasavvuf ihsan makamıdır. İhsan ise, Allah-u Zülcelâl'i görür gibi davranmaktır. Böyle davranamasak bile, O'nun bizi her an görüp gözettiğinin farkına varmaktır. 

Düşünün ki, nasıl güvenlik kameraları insanların ne yaptıklarını an an kaydediyorsa, Allah-u Zülcelâl'de insanların ne yaptıklarını, içlerini ve dışlarını, içinden geçirdiklerini dahi bilmektedir. İşte, tasavvuf da insanın ihsan şuurunu kazanmasında önemli bir yardımcıdır. 

Birçoğumuz ibadet ediyoruz ancak, ibadetlerden lezzet alamıyoruz öyle değil mi? Bunun nedeni de, kalbin Allah'ı tanıyamaması, dünya sevgisinin Allah-u Zülcelâl'in sevgi ve muhabbetinden fazla olması gibi sebeplerden kaynaklanır. İki çeşit amel türü vardır. Bunlar, zahiri ve batıni amel olmak üzere ikiye ayrılır. 

  1. Zahiri amel: Allah-u Zülcelâl'in bize emretmiş olduğu farz ibadetleri yapmak (namaz, oruç, zekât gibi), bize yasaklamış olduğu şeylerden (içki, zina, kumar gibi) uzak durmaktır. 
  2. Batini amel: Kalbi ameldir. Yani, nefsimizi hastalıklardan arındırmaktır. Nefsimiz için afet niteliği taşıyan; kibir, riya, gıybet gibi hastalıklardan temizlemeye çalışmaktır. Batini amel, zahiri amelden daha önemlidir. Çünkü, ibadetlerin kabul şartı, Allah-u Zülcelâl'e huşu ile ibadettir. Bu da ancak, kalbimizi Allah ile doldurmak ve nefsimizi hastalıklardan kurtarmaya çalışmaktır. 
Tasavvuf, Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi vesellemden günümüze kadar ulaşan bir rükundur. Buna, bazıları tarikat de demişlerdir. Tarikat, lügatte 'yol' demektir. Tasavvuf da ise, Allah-u Zülcelâl'e ulaşmak için çıkılan yol demektir. Bir insan, tasavvuf ehli insanlara intisap ettiğinde, Allah-u Zülcelâl'e ulaşmakta önemli bir adım atmış olmaktadır. 

Tasavvufa kalp temizliği desek, yanlış olmaz. Kalbin günahlardan arındığı ve nefsini terbiye edildiği bir yoldur. Bu yol, eğer değeri bilinirse insanı çok farklı yerlere götürür. Öyle ki, tasavvuf ehli insanlara baktığımızda, tasavvuf ehli olmayan insanlar arasındaki farkı hemen anlayabiliriz. Tasavvuf ehli insanlar, nefislerini terbiye edebilmiş, kalplerini yalnızca Allah'ın sevgi ve muhabbeti ile doldurmayı başarmışlardır. Bu insanlara da Mürşid-i Kâmil denmektedir. 

Mürşid-i Kâmil'lere İntisap Etmenin Önemi 
Bir hastalığınız var ve bu hastalığınızın tedavisi için, doktora gitmeniz lazım. Doktora gittiğinizde, doktorun size verdiği ilaçları harfiyen kullanmanız lazım. İşte, Mürşid-i Kamiller de kalp doktorlarıdır. Kalbimizde olan kin, riya, ucub, gıybet gibi hastalıkların da tedavisi için, mutlaka bir Mürşid-i Kamil'e intisap etmemiz ve onların verdiği reçeteye harfiyen uymamız lazımdır. Ancak bu şekilde kalbimizdeki bu hastalıklardan kurtulabilir ve Allah-u Zülcelâl'in razı olacağı bir şekilde, bir hayat yaşayabiliriz. Mürşid-i Kamil, ilmi ile amel eden demektir. Mürşid-i Kamiller, peygamber varisleridir. Nitekim Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi vesellem bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: "Ümmetimden bir topluluk (kıyamete kadar) Allah'ın emrini ayakta tutmaya devam ederler.Onları terkedenler ve muhalif davranalara kendilerine bir zarar veremez.Bu, Allah'ın (kıyamet) emri gelinceye kadar devame der.Onlar insanlara devamlı üstün gelirler." 

İşte, bu yukarıda paylaştığımız hadis-i şerifte de beyan edildiği üzere, Mürşid-i Kamiller peygamber varisleridir. Bir insan dinini öğrenmek, kemale erdirmek istiyorsa, Mürşid-i Kamiller'in kapılarından ayrılmamalıdır. 

Mürşid-i Kamil'e intisap olup, onun verdiği reçeteyi harfiyen uygulayabilen bir insan, hiç şüphesiz Allah-u Zülcelâl'in rızasını kazanma yolunda önemli bir adım atmış olacaktır. 

Elimden geldiği kadar, tasavvufu, tasavvufun önemini ve mürşid-i kamile neden intisap edilmesi gerektiğini anlatmaya çalıştım. Umarım, faydanıza dokunur. Tasavvuf hakkındaki kötü tabuların yıkılmasını Allah-u Zülcelâl nasip eylesin. (Âmin)  

13 Şubat 2017 Pazartesi

Tevbe Etmenin Önemi

Selamun Aleyküm. Rabbimizin bize verdiği en büyük nimetlerden birisi, hiç şüphesiz tevbedir. Tevbe, insanın yaptığı günahlardan samimi bir şekilde pişman olarak, Allah-u Zülcelâl'den af ve mağfiret dilemesidir. Allah-u Zülcelâl'in bize olan merhameti, bir annenin ve babanın evladına olan merhametinden daha fazladır. Biz ne kadar günah işlersek işleyelim, Allah-u Zülcelâl hepsini bağışlar. Çünkü o Tevvab ve Gafur'dur. Yani tevbeleri çokça kabul eden ve affı çok olandır. 

Hepimiz, günah işliyoruz. Allah-u Zülcelâl, insanı günah işleyebilecek bir özellikte yaratmıştır. Nitekim Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi vesellem bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:  "Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah Teâlâ hazretleri sizi helak eder ve yerinize, günah işleyecek (fakat tevbeleri sebebiyle) mağfiret edeceği  kimseler yaratırdı." [Müslim, Tevbe, 9, (2748); Tirmizî, Da'avât 105, (3533).] 

Onun için, biz ne kadar günah işlesek de, Allah-u Zülcelâl'den ümidimizi kesmeyelim! Nitekim Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: 

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ 
اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
"De ki; Ey nefislerinde aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah tüm günahları affeder. Çünkü o bağışlayandır, çok merhamet edendir." (Zümer; 53)

Allah-u Zülcelâl'e bize açtığı tevbe ve mağfiret kapısı için sonsuz hamd ve şükürler olsun. Biz günah işlesek de, nefis ve şeytana uyup kendimize zulüm etsek de, Allah-u Zülcelâl'in büyük rahmeti ve merhameti, biz tevbemizde samimi olursak, hepsini alıp götürecektir. 

Özellikle, ahir zamanda tevbeye çok ihtiyacımız vardır. Çünkü, her tarafı günahlar kuşatmış durumda. Biz hiç günah işlemeyi istemesek de, mutlaka şeytan ve nefis bizi pusuya düşürüyor. Ama Rabbimiz o kadar rahmet ve merhamet sahibidir ki, bize onca günahımıza rağmen af ve mağfiret ile yaklaşıyor. Allah'ımıza binlerce şükürler olsun ki, o kadar günahımıza rağmen, bizi bağışlıyor ve affediyor. Yeter ki, biz tevbemizde samimi olalım. Yeter ki, tevbe ederken o günahı bir daha yapmamaya gayret edelim. 

Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: "Allah Teâlâ Hazretleri diyor ki: "Ey âdemoğlu! Sen bana dua edip, (affımı) ümid ettikçe ben senden her ne sâdır olsa, aldırmam, ben seni affederim. Ey âdemoğlu! Senin günahın semanın bulutları kadar bile olsa, sonra bana dönüp istiğfar etsen, çok oluşuna bakmam, seni affederim. Ey âdemoğlu! Bana arz dolusu hata ile gelsen, sonunda hiç bir şirk koşmaksızın bana kavuşursan, seni arz dolusu mağfiretimle karşılarım." [Tirmizî, Da'avât 106, (3534).]

Allah-u Zülcelâl, hepimizi tevbe eden, günahlardan kaçınıp, emirlerine riayet edebilen kullarından olmayı nasip eylesin! (Âmin...) 

12 Şubat 2017 Pazar

İbadetlerde ve Niyetlerde Samimiyetin Önemi

Herkese Selamun Aleyküm. Allah-u Zülcelâl'in rahmeti ve bereketi hepimizin üzerine olsun. Bugün, aslında hepimizin yapması gereken bir şeyden bahsetmek istedim. Aslında bunu yaparken de gerçekten bunu yapabiliyor muyum? Bilemiyorum...

Samimiyet

Önce samimiyetin ne olduğundan bahsetmek istiyorum. Gerçekten, samimiyetin ne olduğu ve ne kadar önemli olduğunu bilemiyoruz. Kendi nefsim için söylüyorum, eğer ben ibadetlerimde ve niyetlerimde samimi olabilseydim, nefsime ve şeytana karşı bu kadar aciz kalmazdım!

Samimiyet, bir şeyi gerçekten istemektir. O istenen şeyi yapmaya gayret edip, çaba göstermektir. Bir insan bir işe kalkıştığı zaman, eğer bu işte samimi oluyorsa mutlaka o işi başarılı olarak yapabiliyor. Hatta yapamasa bile, sadece samimi olduğu için yapmış gibi kabul ediliyor. Allah-u Zülcelâl, insan neyde samimi olursa, o şekilde kişinin niyetini yaratıyor. Bu niyet ister şer olmuş olsun, isterse hayır! Allah-u Zülcelâl, harekete değil niyete bakıyor. Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem, bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: "Ameller, niyetlere göredir." Bir kişi hangi ameli yaparsa yapsın, niyeti ne ise ona göre muamele görüyor. Kötü bir iş için niyetlendiyse, bu işi yapmasa bile günaha giriyor. İyi ve hayırlı bir iş yapmak için de niyetlense bile, yapamadığı takdirde de yine sevabını alıyor. Önemli olan, buradaki samimiyettir.


Dinimizde Samimiyetin Önemi

Şimdi, kendi nefsim için söylüyorum ki, benim gerçekten sadece Allah için yaptığım bir tane samimi amelim yoktur. Bazen bloglarda, emr-i bil mağruf ve neyh-i anil münker yani iyiliği emretmek, kötülükten men etmek için, "Seyda Muhammed Konyevi (k.s) Hazretleri"nin eserlerinden birkaç dini mesele paylaşıyorum. Bazen bana nefsim şöyle diyor: "Bak! Bu konuları paylaşıp, ne güzel iş yapıyorsun? Kesin bu şekilde devam edersen, cennete gireceksin!" Halbuki, ben samimi biri olsam, bunu sadece Allah beğensin diye yaparım. Kendi nefsim beğensin diye değil!

Dinimizde de samimiyetin önemi şudur; bir insan günde 1000 rekat namaz kılar, ama samimi olmaz (sadece millet görsün, beğensin diye); başka birisi sadece 5 vakit namaz kılar, benim o kıldığım 1000 rekattan daha fazla sevap alır. Hani, yapamasa bile, dese ki "Ya Rabbi! Keşke senin için daha çok ibadet edip, daha çok taat yapsaydım." yine onun sevabını alıyor. Ama maalesef biz, bunu yapmakta aciz kalıyoruz. Biz az ibadet yapalım ama samimi olalım. Bir keresinde anlatmışlardı: "Bir adam varmış. Bu kişi sabaha kadar zikreder, taat yapar ve namaz kılarmış. Daha sonra, Allah bu adamın ruhunu kabzetmiş ve buyurmuş ki; 'Seni amelin ile mi yargılayayım, yoksa rahmetim ile mi?' Adam tabi kendine güveniyor, 'Ya Rabbi! Beni amelimle yargıla.' diyor. Daha sonra, bir bakıyor ki Allah'ın iyilikleri yanında, o adamın amelleri hiçbir şey kalıyor. Sonra Allah buyuruyor: 'Atın şunu cehenneme!' Daha sonra adam pişman olup af diledikten sonra, Allah 'Benim senin sevabına da, ameline de ihtiyacım yoktur.' diyerek, adamı affedip cennete koyuyor."

Gördüğümüz gibi, az ama samimi bir amel, çok ama boş amelden çok daha faziletli oluyor. Ben de, bunu yazarken samimi olmayabilirim. Ama bir kardeşim, bu yazıyı okur da, "Allah senden razı olsun! Senin vesilen ile ben çok şey öğrendim!" desin ve Allah'da bunun hürmetine beni affeder belki düşünüyorum.

İbadetlerde Samimiyetin Önemi

Bir ibadetin samimi olması, bu ibadetin gerçekten sadece Allah için yapılmasına bağlıdır. Bu samimiyet, gayretle ve çabayla birleştiği zaman, yapılan ibadetler az olsa bile, yine de Allah'ın daha çok hoşuna gidiyor. Şimdi bir adam sabaha kadar namaz kılsa, zikir yapsa ama içinden dese ki: "Bak! Sürekli böyle yap ki, insanlar sana 'Ne kadar salih bir kimsedir!' desin!" diye yaparsa, bir adam da "Şu yoldaki taşı kaldırayım da, insanlara rahatsızlık vermesin." diye hareket etse, o çok yapılan ibadetten daha fazla kıymetlidir. 

Ben her zaman Allah'tan şunu istiyorum. "Ya Rabbi! Bize az ama, samimi amel yapmayı nasip et." Çünkü, az ama samimi olan bir şeyin, Allah katındaki değeri daha yüksektir. 

Hz. Musa, yolda bir gün yürürken, garip bir çobana rastlar. Çoban kendi kendine Allah'a dua etmektedir. Hz. Musa, çobanın duasını uzaktan işitince, hoşuna gider ve biraz daha yaklaşır. Tam o sırada çoban şöyle dua etmektedir: "Allah'ım! Bilir misin, seni nasıl severim? İste, senin için pilav pişireyim..." 

Hz. Musa, bunu duyunca hiddetlenerek, "Ey cahil adam! Sen ne yaptığını sanıyorsun? Allah pilav mı yer? der."  Daha sonra çoban, üzüntüden kıpkırmızı kesilir ve Hz. Musa, ona nasıl ibadet edildiğini öğretir ve gider. 

Sonra gökten bir nida yükselir. Allah buyurur ki:  "Ey Musa! Sen bugün, ne yaptın? Kulumuzu bizden ayırdın. O, samimi bir şekilde bize dua ediyordu. Sen ayırmaya mı geldin, birleştirmeye mi? Biz, insanların hareketlerine baksaydık, şu anda dünyada hiç kimse sağ kalmazdı. Biz insanların kalbine, niyetine bakarız. Hal ve hareketlerine değil!" 

Daha sonra, Hz. Musa yüzü kıpkırmızı bir halde, çobanın yanına gider. Çobana "Özür dilerim kardeşim. Ben haksızlık ettim. Sen, Allah'ı istediğin gibi an. Nasıl anarsan an, ama yine de Allah'ı an!" 

Az önce sizlerle paylaşmaya çalıştığım bu kıssayı bir internet sitesinde okumuştum. Bizim ibadetimiz az olsa bile, bu ibadetlerimizde samimi olursak ve gayret edersek, Allah'ın o kadar hoşuna gider ve o kadar bizden razı olur. 

Haddim olmayarak, böyle bir yazıyı yazdım. Eğer, bir kusrum bir hatam olduysa, hakkınızı helal edin. Ben sadece, hepimizi samimi amele teşvik etmek istedim. Allah-u Zülcelâl, bize az ama samimi amel yapabilmeyi nasip eylesin. (Âmin!) 




7 Ocak 2017 Cumartesi

Yaşanan Terör Olayları Hakkında

Terör olayları, bu sıralar artış gösterdi.15 Temmuz 2016'da ağır bir terör saldırısı atlattık. Halen daha terör olayları devam ediyor. 2017 yılına, bir terör olayıyla girdik. Bu terörü kim destekliyor, kim yönlendiriyor ona bakalım. 

Terörün amacı halkı yıldırmak, birbirine düşürmek ve bu sayede devleti aciz bırakmaktır. Kısacası, ülkeyi bölmektir. Bunu dış güçlerin desteklediğini anlamak için, çok da zeki olmak gerekmiyor! Bu dış güçler de, tabi ki batılı ülkelerden başkası olamaz! Avrupa ülkelerinin bize olan düşmanlığı, yeni olmuş bir şey değil. Geçmişte, ülkemizi işgal etmek isterlerken aziz milletimizin direnişiyle bozguna uğradılar. Sonunda bunun topla tüfekle değil de, içimize ajanlar yerleştirerek bunu yapmaya çalışıyorlar. Bu ajanlar da, tabi teröristten başkası olamaz. 

Bu terör olaylarının kendi ülkelerinde değil de, İslam coğrafyasında yaşanıyor olması, bu terörü onların desteklediğinin en açık kanıtıdır. Avrupalı devletler, halen daha düşmanlıklarını devam ettiriyorlar. Amaçları da bu sefer terörü kullanarak, bizi yok etmek.İstanbul/Beşiktaş'ta şehit olan polislerimizi ve geçen kaybettiğimi polis Fethi abimizi hepimiz biliyoruz. 

Ancak, yanıldıkları bir nokta var. Bu düzenledikleri terör olayları, Türk halkını yıldırmamakla beraber, daha da güçlendiriyor. Bu terör olayları, birbirimize daha da kenetlenmemizi sağlıyor. 15 Temmuz'da aziz milletimizin gösterdiği direnişi biliyoruz. İşte, bu olayları yapıp da bizi yıldırmaya çalışanlar, büyük hüsrana uğruyorlar. 

Bu yaşanan 15 Temmuz darbe girişiminden sonra, Türkiye'nin dostu düşmanı iyice ortaya çıktı. 2023'e çok az bir süre kaldı. 2023'te petrol çıkarabileceğiz. Dünyada sadece ülkemizde bulunan bor madenlerini çıkarabileceğiz. Bu sayede, ülkemiz daha da güçlenecek ve artık gelişmekte olan ülke değil, gelişmiş bir ülke olacaktır. Bunu hazmedemeyenler, top tüfek kullanmak yerine, ajanlarıyla ülkemizi yıldırmak istiyorlar. Türkiye, mazlum müslümanlara sahip çıkan bir ülke. 

İslam coğrafyasında yaşanan kıyım ve zulümlere karşı sesini çıkartabilen tek ülkeyiz. Zalimlerin kılıcı kırılsın istemiyorlar. Onlar, dünyada tek bir müslüman kalmayana kadar bu zulümleri ve kıyımları yapmaya devam edecekler. İşte, Türkiye'de onları durdurduğu zaman, terörle "Sen aramızdan çekil!" demek istiyorlar.

Ama şunu unutuyorlar! Biz, o zulmettiğiniz, kıyıp geçirdiğiniz o mazlum Müslümanlara benzemeyiz. Siz bizi ne kadar bölmeye çalışsanız, biz o kadar birleşiyoruz. Siz ne kadar bizi yıldırmaya çalışsanız, biz o kadar güçleniyoruz. Siz bir öldürüyorsunuz, biz bin doğuyoruz. 

Avrupalılara mesajım: Ayağınızı denk alın! Kiminle uğraştığınızı öğrenin. Bakarsınız kurduğunuz tuzaklar, başınızda patlar! 

21 Aralık 2016 Çarşamba

Midye Haram mıdır?

Midye, çok sevdiğimiz yiyeceklerden birisi. Ancak nedense, Hanefi mezhebine göre haram veya mekruh diyenler var. Ancak, bir şeye haram veya helal diyebilmeniz için ayet veya hadiste kesin olarak belirtilmesi gerekiyor. Mesela Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede: أُحِلَّ لَكُمْ صَيْدُ الْبَحْرِ وَطَعَامُهُ مَتَاعًا لَّكُمْ وَلِلسَّيَّارَةِ وَحُرِّمَ عَلَيْكُمْ صَيْدُ الْبَرِّ مَا دُمْتُمْ حُرُمًا وَاتَّقُواْ اللّهَ الَّذِيَ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ

"Sizin için de yolcular için de bir geçimlik olmak üzere deniz avı yapmak ve deniz ürünlerini yemek sizlere helâl kılındı. Kara avı ise ihramlı olduğunuz sürece size haram kılındı. Huzurunda toplanacağınız Allah’a karşı gelmekten sakının." (Maide; 96) buyuruyor. Midye de deniz ürünlerinden sayılıyor. Sizin bir şeye haram diye fetva verebilmeniz için, o konu hakkında Kur'an'da ayet olması lazımdır. Mesela domuz etinin haram olduğu, şu ayette yasaklanmıştır: إِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنزِيرِ وَمَا أُهِلَّ بِهِ لِغَيْرِ اللّهِ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلاَ عَادٍ فَلا إِثْمَ عَلَيْهِ إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
"Allah, size ancak leş, kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı. Ama kim mecbur olur da, istismar etmeksizin ve zaruret ölçüsünü aşmaksızın yemek zorunda kalırsa, ona günah yoktur. Şüphesiz, Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir." (Bakara; 173) 

Şimdi, bu domuz etinin yasak olduğu Bakara Suresi, 173. ayette açıklanmıştır. Bu da bir hükümdür. Yani buna artık helal diyemezsin, dediğin an dinden çıkarsın! Aynı şekilde Maide suresinin 96. ayetinde geçen "Deniz avı yapmak ve deniz ürünlerini yemek sizlere helâl kılındı." ifadede midye de bir deniz ürünü olduğu için, midye yemenin helal kılındığı ortaya çıkmaktadır. Şimdi siz, helal olduğu kesinleşmiş bir hükme haram derseniz, yine dinden çıkarsınız. O halde, bu fetvayı kim nasıl verdi? Merak ediyorum doğrusu! 

Mekruh diyenler de var. Eğer mekruh olsa, Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem, midye yemenin mekruh olduğunu hadislerde belirtirdi. Ayetlerde ve hadislerde midye ile ilgili haram olan hiçbir hükme rastlanmamıştır. Zaten, bir konuyla ilgili ayetlerde hüküm varsa, o kesindir. Yani, haram olan bir şeye helal diyemediğiniz gibi, helal olan bir şeye de haram veya mekruh diyemezsiniz, dinden çıkarsınız! 

Kısacası, bu fetvayı veren her kimse! Bu ayet-i kerimelere bakmayı unutmuş olmalı! Bir de millet bunları alim diye dinliyor! 

13 Aralık 2016 Salı

Gülistan ve İslami Hayat Dergileri

Gülistan Dergisi: 8 TL
İslami Hayat Dergisi: 7 TL
Gülistan Dergisi ve İslami Hayat Dergisi, her müslümanın evinde bulunması gereken eşsiz eserler! Gülistan ve İslami Hayat dergisinde, ilim ve irfan bilgileri ile asrımızın büyük İslam alimlerinden olan Seyda Muhammed Konyevi (k.s) Hazretleri'nin feyiz dolu sohbetleri yer almaktadır. 

Siz de Gülistan ve İslami Hayat dergilerinden satın alarak hem ilminizi artırabilir hem de bu hizmetin devamına vesile olabilirsiniz. Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem, bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: "İlim öğrenmek, kadın ve erkek her müslümana farzdır." (Beyhaki) İşte Gülistan ve İslami Hayat dergilerinin amacı da, ilmi yaymak ve yaygınlaştırmaktır. Sizler de Gülistan ve İslami Hayat dergilerinden satın alarak, ilmin yaygınlaştırılmasına vesile olabilirsiniz. Nitekim Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Bir hayra sebep olan, o hayrı işlemiş gibidir." 

Sadaka mı vermek istiyorsunuz? Bir hayır mı işlemek istiyorsunuz? İşte size çok güzel bir fırsat! Sizler de Gülistan ve İslami Hayat dergilerinden satın alarak, hem sadaka vermiş hem de bir hayra vesile olmuş olursunuz. Biliyorsunuz ki, hayır sahiplerinin amel defteri kapanmaz. Siz de, Gülistan ve İslami Hayat dergilerinden satın alarak, amel defterinizin kıyamete kadar açık durmasına vesile olabilirsiniz! 


3 Aralık 2016 Cumartesi

Kur'an'da Kabir Azabına Deliller

Bu yazımda, "Kur'an'da kabir azabı yoktur." diyenlere hitaben, Kur'andaki kabir azabı hakkında delilleri inceleyeceğiz. Öncelikle, kabir hayatına değinelim:

  Kabir hayatı, "Berzah Alemi" de denilen bir hayattır. İnsanlar öldükten sonra, ruhları oradadır. İyiler nimet içinde iken, kötüler azap içindedir. Kabir hayatı, insanın ölümünden kıyamet gününe kadar bir süredir. İnsan öldükten ve mezara konduktan sonra, yanına Münker ve Nekir isimli iki melek gelir. Bu melekler kişiye, "Rabbin kim?" "Dinin ne?" gibi sorular sorar ve aldıkları cevaba göre, ölüye muamelede bulunurlar. Kabir hayatı, dünya ile ahiret arasında bir misafirhanedir. Burada insanlar amellerine göre misafir edilirler. 

   Günümüzde bazı ilahiyat hocaları, kabir azabını inkar etmektedirler. Sebebini de, Kur'an'da kabir azabına delil olmadığına bağlamaktadırlar. Ben, ilahiyatçı veya hoca değilim. İnsan aklını çalıştırıp Kur'an'ı okursa, çok rahat bir şekilde bu kabir azabına delil bulabilir. Ben de, birkaç tane buldum ve onları isterseniz beraber paylaşalım: 

أَشَدَّ الْعَذَابِالنَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُوًّا وَعَشِيًّا وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ أَدْخِلُوا آلَ فِرْعَوْنَ 
(Öyle bir) ateş ki, onlar sabah akşam ona sunulurlar. Kıyametin kopacağı günde de, “Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun” denilecektir. (Mu'min Suresi; 46) 

    Burada sözü geçen, "onlar sabah ve akşam ona (ateşe) sunulurlar" ifadesi, bu ateşe sunulmanın kıyamet gününde değil de, şu anda olduğuna işarettir. Nitekim, şu anda cennet ve cehennem daha boştur ve kıyamet gününden sonra buralar dolacaktır. Bu kastedilen "onlar sabah ve akşam ateşe sunulurlar", kabirdeki ateştir. Çünkü, Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem, şöyle buyurmuştur: "Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur." Buradan yola çıkarsak, "onlar sabah ve akşam ateşe sunulur" cümlesinde kastedilen, cehennem ateşi değil, kabirdeki ateştir. İşte, bu ayette kabir azabına bir delildir.

Başka bir ayet-i kerimeden örnek verelim: 

قِيلَ ادْخُلِ الْجَنَّةَ قَالَ يَا لَيْتَ قَوْمِي يَعْلَمُونَ
Ona): "Cennete gir!" denildi. "Keşke kavmim bilseydi." dedi. (Yasin; 26) 

     Burada da, "Cennete gir!" ifadesi, bunun şu anda olduğunu gösteriyor. Yani, şu anda cennet ve cehennem boştur ve buralar, kıyamet gününde dolacaktır. İşte, bu "Cennete Gir" ifadesi ile kastedilen, kabirdeki cennete benzer bir hayattır. Yine az önceki hadisten yola çıkarsak; kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe ya da cehennem çukurlarından bir çukur olduğuna göre, buradaki cennet ifadesi, kabirdeki cennet bahçelerini kastetmektedir. Yani, bu ayette kabir hayatına delil niteliğindedir. 

  Acaba, bu "Kabir azabı yoktur" diyenler, bu ayetleri hiç mi okumuyorlar? Kur'an'da kabir hayatına delil yoktur dediniz, alın size delil! Yahu, bunlar normal vatandaş olsa anlarım. Bunlar, ilahiyat profesörü! Acaba ilahiyat fakültelerinde bunları mı öğretiyorlar ki hiç sanmıyorum! Hiçbir ilahiyat fakültesinde "Kabir azabı yoktur." veya "Kader yoktur." diye bir şey öğretmezler. Bence, bunlar bunu bilinçli yapıyor. Bize düşense, herkesi hoca diye dinlememek!