if(window.location.href == 'https://kisiselyazilarimkaan.blogspot.com' || window.location.href == 'https://kisiselyazilarim.blogspot.com' ) { window.location="https://kisiselyazilarimkaan.blogspot.com"; } Kişisel Yazılarım

1 Temmuz 2018 Pazar

Petrol Olmadan... Without oil ...

Petrol, modern hayatın vazgeçilmez bir parçası. Kullandığımız elektrikten, yediğimiz yiyeceklere kadar her şeyde petrolden yararlanıyoruz. Petrol o kadar değerli ki, petrol olmadan hayat durma noktasına gelebiliyor. Öyle ki, hayatımızın her alanında petrol var. 
Petrol rezervleri, kalabalıklaşan dünyamızda gittikçe azalmaya başladı. Petrolün azalması, gelişmiş ülkelerde petrol arama yarışlarının başlamasına neden oldu. Ya petrol, hiç kalmasaydı... Ya tüm dünyadaki petrol rezervleri tamamen tükenseydi neler olurdu?

Petrolün, birçok kullanım alanı var. Bunlardan birkaçını sıralayacak olursak:
  • Elektrik,
  • Ulaşım,
  • Haberleşme,
  • Sanayi, 
  • Tarım ve gıda gibi örnekler verebiliriz.
Petrol tamamen tükendiğinde, bizi neler bekliyor; birlikte bakalım:

1- Elektrik Kesintisi

Ülkeler, elektriğin büyük bir çoğunu üretilmesinde petrolü kulla-nıyor. Bugün neredeyse elektriğin %70'i petrolden üretiliyor. Petrolün tamamen tükendiği bir dünyada, birçok ülkede elektrik kesintisi baş gösteriyor. Amerika, Japonya gibi gelişmiş ülkeler, artık tamamen karanlıkta kalıyor. Petrolün olmayışı, elektriğin ü-retimini olumsuz olarak etkilerken, bu;

Hastane ve diğer sağlık kuruluşları gibi önemli noktaların iş yapamaz hale getiriyor. Özellikle ameliyatlarda gerekli olan elek-tronik aletler, artık çalışmıyor. Ameliyatlar karanlıkta yapılıyor. Tabi ki, çoğu başarısızlıkla sonuçlanıyor. 

Petrolün tamamen tükenmesi halinde, elektriğin tamamen yok olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.

2. Ulaşım

Belki de, petrolün en çok kullanıldığı alanlar-dan biri de ulaşımdır. Tüm kara, deniz ve hava taşımacılığında petrolden yararlanıyo-ruz. Dünyada petrolün tamamen tükenmesi nedeniyle tüm taşımacılık ve ulaşım hizmetleri durma noktasına geliyor. Elektr-ik enerjisiyle çalışan taşıtlar icat edilse dahi, pahalı olduğundan kimse alamıyor. Kısacası arabaların, uçakların ve gemilerin yerini, at arabaları ve yelkenli tekneler alıyor.

Ulaşımın durması, tüm dünyada küresel bir krize neden oluyor. Küresel kriz yüzünden birçok dev şirket kapanmanın eşiğine geli-yor. İşte petrolün tamamen tükenmesi, dünyayı sonu gelmeyen bir krize götürecek gibi görünüyor.

Uçakların, gemilerin, arabaların ve diğer taşıtların artık kullanılamayacağı bir dünya düşünün. Petrol tamamen tükendiğ-inde, olacak şey de tam da bu.

3. Günlük Yaşantı

Petrolün tamamen tü-kenmesi, günlük haya-tımızı da etkiliyor. Petrolün tükenmesiyle, elektriğin olmaması, teknolojinin de olmaya-cağı anlamına geliyor. Tüm bilgi ve iletişim ar-açları, artık kullanılam-ıyor. Sürekli zaman ge-çirdiğimiz ve yanımız-dan hiç eksik etmediği-miz telefonlar, bilgisay-arlar artık kullanılamıyor. GSM ve bilgisayar şirketlerinin tümü kapanıyor. Artık çalışmak için daha çok yorulacaksınız çünkü, iş için kullanılan teknolojik aletlerin hiçbiri artık çalışmıyor. Hepsi, petrolün tükenmesi sebebiyle artık birer hurda yığınına dönmüş durumda.

Teknolojinin olmaması, modernliğin yerini eski çağlara bırakıyor. İnsanlar, atalarının yaşadıkları gibi teknolojinin olmadığı çağlardaki gibi yaşamaya uyum sağlamaya çalışıyor. Tek farkı, önceden ahşaptan yapılan evlerin, bugün betondan olması. 

Siz, bu değişime ayak uydurabilir misiniz? Petrolün yok olmasıyla beraber artık çalışmayan teknolojik aletler yüzünden, nasıl yaşardınız? Günlük aktivitenizi nasıl sürdürürdünüz?

4. Daha Temiz Bir Doğa


Petrolün yok olmasıyla birlikte, doğa artık temizlenmeye başlıyor. Petrolün yol açtığı hava ve çevre kirliliği, artık ortadan kalkıyor. Şehirlerde artık hava, daha da solunabilir hale geliyor. Aynı şekilde denizlerdeki kirlilik, petrolün tükenmesiyle yok oluyor. Öyle ki, artık Haliç'de denize girebilirsiniz.

İnsanlar için petrolün yok olması, yaşama uyumu biraz zorlaştırı-yor ama, dünya daha temiz ve yaşanılabilir bir gezegene dönüşüyor.

Bu yazımızda; petrolün tükenmesi sonucunda neler yaşayacağımızı tahmini olarak yazdık. Siz olsanız hangisini tercih ederdiniz; petrolle yaşamayı mı, petrolsüz yaşamayı mı? Cevabı yorumlarda belirtmeyi unutmayın.

Bu yazımı beğendiyseniz +1 tuşuna basmayı ve daha fazla yazımdan anında haberdar olmak için, blogumu takip etmeyi unutmayın. Bana destek olmak için, Google Reklamları'na tıklarsanız çok sevinirim. 





Oil is an indispensable part of modern life. We use everything from the oil we use to everything we eat, from the oil. Petroleum is so valuable that life without oil can come to a halt. So much so that there is oil in every area of ​​our lives.

Oil reserves are beginning to decline in our crowded world. The decline of oil caused oil exploration races in developed countries to begin. What if oil had never existed ... What would have happened if the oil reserves all over the world were completely exhausted?


Petrol has many uses. If we were to sort out a few of them:

We can give examples such as Electricity, Transportation, Communication, Industry, Agriculture and food.

When the oil is exhausted, what is waiting for us; Let's look at it together:


1- Power Outage


The countries are using oil when a large majority of electricity is produced. Today, almost 70% of electricity is produced from oil. In a world where petroleum is completely consumed, many countries have electricity shortages. Developed countries like America and Japan are now completely in the dark. While the absence of oil negatively affects the production of electricity,


Important points such as hospitals and other health facilities make it impossible to do business. Sieve-tronic instruments, which are especially needed in surgery, no longer work. The surgery is done in the dark. Of course, many are failing.


If the oil runs out completely, we can easily say that the electricity will completely disappear.


2. Transportation


Perhaps one of the most used areas of oil is transportation. We use oil, for all land, sea and air transport. Due to the complete depletion of oil in the world, all transportation and transportation services come to a halt. Even if the vehicles powered by electricity are invented, nobody can get it because it is expensive. In short, cars, planes and boats are taking their place, horse carriages and sailing boats.


The stop of transport is causing a global crisis in the whole world. Because of the global crisis, many giant corporations are coming to the brink of collapse. Here, the complete depletion of petroleum seems to bring the world to an endless crisis.


Think of a world where planes, ships, cars and other vehicles can no longer be used. Oil is completely consumed-and this is exactly what it will be.


3. Daily Living


Petroleum also affects the entire throat, daily life. The lack of electricity with the depletion of oil means that the technology will not be there. All information and communication ar- rays are no longer available. We can not use the phones, the computers, which we have been constantly spending time with and never missing from us. GSM and computer companies are all shut down. Now you will be more tired to work because none of the technological tools used for the job are working anymore. All of them have returned to a heap of scrap because of the depletion of oil.


The lack of technology leaves the place of modernity to ancient times. People are trying to adapt to life as the ancestors do not have the technology as their ancestors live. The only difference is that the houses that had been built beforehand by the mothers today are from Beton.


Can you keep up with this change? How did you live because of the extinction of petrol and the technological tools that do not work anymore? How did you maintain your daily activities?


4. A Cleaner Nature



With the disappearance of oil, nature is beginning to be cleaned. The air and environmental pollution caused by petrol is getting out of nowhere. In cities, the air becomes more breathable. In the same way, the pollution in the seas disappears with the depletion of oil. So much so, you can go to the sea in the Golden Horn.


The disappearance of petroleum for humans makes life a bit difficult, but the world is becoming a cleaner and more livable planet.


In this article; as an estimate of what we would experience as a result of the depletion of oil. If you were, which one would you prefer? Is it petroleum or petroleum-free? Do not forget to mention the answer in comments.


If you like this article, do not forget to follow the +1 button and follow the blog to get more news instantly. I'm very happy that you clicked on Google Ads to support me.

12 Mart 2018 Pazartesi

Büyük İstanbul Depremi Hakkında

Büyük İstanbul Depremi Hakkında

Beklenen İstanbul depremi hakkında yazacağım bu yazı, yediden yetmişe herkesi ilgilendiriyor. Bu nedenle bu yazacağım yazıyı herkesin bilgilenmesi için, mümkün olduğunca paylaşmaya gayret edelim.

Herkesin bildiği üzere, 17 Ağustos 1999'da yaşanan Marmara Depremi, yüz binlerce insanın ölmesine ve yaralanmasına yol açmıştı. Aradan 19 yıl geçmesine rağmen, 17 Ağustos depremi halen daha tazeliğini korumakta. 17 Ağustos daha hafızalarda tazeliğini korurken uzmanlar, Büyük İstanbul Depre-mi hakkında uyarılarda bulunmaya başladılar. Senelerdir yapılan uyarılar ve bir türlü gerçekleşmeyen bu deprem, artık kabak tadı vermeye başladı. Ama, bilimadamları bu depremin önümüzdeki 20 yıl içerisinde her an olabileceğinin uyarılarını yapmaktalar. Bilimadamlarına göre, 17 Ağustos 1999'da yaşanan depremle, segment İstanbul'a kaymış ve mutlaka bunun büyük bir deprem meydana getireceğinin uyarılarını yapıyorlar.

Türkiye Deprem Haritası
Şu bir gerçektir ki, ülkemizde Kuzeydoğu Anadolu ve Batı Anadolu fay hatları yer almakta ve halen faal halindedir. İstanbul üzerinden geçen fay hattı, son enerjisini 17 Ağustos 1999'da boşaltmıştı. Ama ne var ki, aradan 18-19 sene geçmiş ve fay birikmeye devam etmekte. Depremin olması halinde minimum 7.1 şiddetinde olacağını ve 1999 depreminden daha dehşetli olduğunu belirten uzmanlar, depremin merkez üssünün İstanbul olacağını söylemekteler. Söz konusu konu İstanbul olunca ki, 20 milyon nüfuslu bir mega kentten söz ediyoruz, yaşanacak felaketin boyutlarını düşünmek bile insanı tedirgin etmeye yetiyor. Bugünlerde haberleri izlediyseniz, Büyük İstanbul Depremi'nin artık yaklaştığını ve her an olabileceğini söylemekteler. 

İstanbul, çarpık kentleşmenin yoğun olduğu bir şehir. Bu nedenle Büyük İstanbul Depremi meydana geldiğinde, ölümler ister istemez en az 200.000 kişiyi bulacaktır. Çünkü çarpık kentleşme, depremden kaçmayı da zorlaştırıyor. Her tarafın binalarla çevrelendiği bir yerde, depremden nasıl kaçabilirsiniz ki? Kesin olarak bildiğim tek şey, Büyük İstanbul Depremi mutlaka meydana gelecektir. Allah korusun şiddeti en az 7.1 şiddetinde olacaktır. İstanbul'da bu depremin olması ve yıkımın fazla olması durumunda, tüm Türkiye bundan etkilenecektir. Çünkü İstanbul ülkemizin ekonomi, sanayi ve eğitim bakımından en önemli şehri. Allah korusun İstanbul'da yaşanacak bu deprem, İstanbul'u yok olmanın eşiğine getirebilir. Çünkü 17 Ağustos depreminden 18-19 yıl geçmesine rağmen, halen daha deprem için alınmış önlemler söz konusu değil.
İstanbul'da çarpık kentleşmenin fazla olmasının yanında, depreme dayanıksız binaların fazla olması, felaketin boyutlarını daha da artıracaktır. Çünkü, insanları depremler değil, binalar öldürüyor. Aradan geçen 18 yıla rağmen, maalesef depremden ders alabilmiş değiliz. Halen daha daha ucuza mal edip, daha pahalıya satmak için depreme dayanıksız binalar yapılmaya devam ediyor. Gecekonduların da yoğun olduğu İstanbul, deprem için hiç de güvenli bir yer değil. Deprem bu ülkenin kaçamayacağı bir gerçek çünkü deprem kuşağının üstünde yaşıyoruz. Depremin olacağı kesin ama depremle yaşamayı ne kadar öğrendik? Orası kesin değil! 

Büyük İstanbul Depremi meydana geldiğinde, İstanbul'u bekleyen asıl tehlike boğaz köprülerinin yıkılması olacaktır. İşte bu köprüler yıkılırsa, İstanbul'da hayat tamamen duracaktır. Yani asıl tehlike deprem anında değil, depremden sonra olacaktır.

Bu yazımı beğendiyseniz +1 tuşuna basmayı ve daha fazla yazımdan anında haberdar olmak için, blogumu takip etmeyi unutmayın. Bana destek olmak için Google reklamlarına da tıklarsanız çok sevinirim.

Kaan Akalın

Kanserin Nedeni Sigara Olmayabilir!


Kanserin Nedeni Sigara ve Tütün Ürünleri Olmayabilir!

Sigara, dünyada en sık kullanılan tütün ürünlerinden biri. Ülkemizde de her üç insandan biri sigara kullanmakta. Sigaranın vücuda zarar verdiği, inkâr edilemez bir gerçek. Lakin kanserin nedeni sadece sigara olmayabilir. Zira sigara ve tütün ürünlerinin kullanımı çok eski zamanlara dayanmaktadır. Eski zamanlarda tütün ürünleri nedeniyle kanser olan insanlara rastlanılamamıştır. Bugün ise sigara ve diğer tütün ürünlerinin başta akciğer kanseri olmak üzere birçok tehlikeli kanser türünün kapısını açmakta. Acaba öyle mi? Bu yazımızda kanserlerin artmasındaki nedenleri ve bu artıştan tütün ürünlerinin ne denli sorumlu olduğunu göreceğiz. 

Kanser Nedir?

Kanser, vücudun bir bölgesinde, mutasyona uğrayan hücrelerin çoğalması sonucu o bölgenin zarar görmesi olarak tanımlanıyor. Kanseri ölümcül yapan ise, bu mutasyona uğrayan hücrelerin önemli organlarda yer alması olabilir; mide, bağırsak, akciğer, vb. Bu organlar, yaşayabilmemiz için oldukça önemli. Kanser denen hastalık aslında, mutasyona uğrayan hücrelerin o organı öldürmeye başlaması anlamına geliyor. Yaşayabilmemiz için son derece önemli olan organ öldüğü zaman bu, bizim de ölmemiz demek oluyor. 

Kanser, eğer mutasyona uğrayan hücrelerden meydana gelen bir hastalık ise, sigaranın ve diğer tütün ürünlerinin içinde de mutasyona neden olan maddeler bulunması gerekir. Ancak, bu maddelere sigara ve diğer tütün ürünlerinde rastlanılamamıştır.

GDO'lu Ürünler ve Kansere Etkisi

GDO'lu ürünler genetiği ile oynanmış, doğallığı kalmamış sebze, meyve ve diğer tarım ürünlerine verilen isim. Diğer bir ismi ise suni yani organik olmayan tarımsal üretim. Toprağın küresel ısınma yüzünden verimsizleşmesi, hava kirliliği gibi faktörler, verimli tarımı da imkânsız hale getiriyor. Bu durum da, insanları bu şekilde tarım yapmaya zorluyor. Bu tarıma verilen diğer bir isim de "seracılık".

Kanserin, mutasyona uğrayan hücrelerden dolayı organların zarar görmesi sonucu oluşan bir hastalık olduğundan bahsetmiştik. GDO'lu ürünler de genetiğiyle oynanmış ve mutasyona uğraşmış ürünlerdir. Biz GDO'lu bu ürünleri tükettiğimizde, mutasyona uğramış hücreleri de vücudumuza alıyoruz. Sonuç olarak GDO'lu ürünler, günümüzdeki kanser vakalarının artmasında etkili bir faktör.

1982'de yaşanan Çernobil nükleer kazası

Radyasyon ve Kansere Etkisi

1982'de Çernobil'de yaşanan nükleer felaketi çoğunuz duymuşsunuzdur. Çernobilde yaşanan nükleer patlama sonucu binlerce insan anında veya daha sonra kansere bağlı nedenlerle hayatını kaybetmişti. Bu kaza, bizim en büyük düşmanımız olan radyasyonun ne kadar tehlikeli olabileceğini gösteriyor. Çok fazla radyasyona maruz kalındığında mutasyonlar meydana gelebiliyor. Radyasyonun neden olduğu mutasyon, aynı zamanda ciddi kanser türlerine de davetiye çıkarıyor. Radyasyonun neden olduğu kanser sayısı, sigaraya nazaran oldukça fazla. Radyasyon kokusu, rengi ve tadı olmayan; el ile tutulamayan, göz ile görülemeyen bir madde. 

Radyasyonun günümüzdeki kanser vakalarının artmasındaki en büyük sorumlu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü devamlı yüksek miktarlarda radyasyona mağruz kalıyoruz. En çok radyasyon yayan şeylerden bahsetmek gerekirse kısaca şöyle sıralayabiliriz:  
1. Cep telefonu,
2. Televizyon,
3. Radyo
Bu üç cihaz, oldukça yüksek miktarda radyasyon yayıyor. Yani her an maruz kalınan bu radyasyon, hücrelerin zamanla mutasyona uğramasına ve bu da ciddi kanser türlerine yol açıyor. Burada sigaranın zararlarını inkâr etmiyorum ama kanser türlerinin artmasında sadece sigara sorumlu tutulamaz. Fark ettiyseniz kanser türlerindeki artış, teknolojinin gelişmesiyle başladı. Teknoloji her geliştikçe de, kanser vakaları artıyor. Bunun sebebi, teknoloji ile birlikte maruz kalınan yüksek radyasyon oranı.

Bu yazıyı beğendiyseniz +1 tuşuna basmayı ve daha fazla yazımdan anında haberdar olmak için blogumu takip etmeyi unutmayın. Bana destek olmak için, Google Reklamları'na tıklarsanız, çok sevinirim.

Yeni yazımda görüşmek üzere, hoşçakalın.
Kaan Akalın

x

11 Mart 2018 Pazar

İzmir'in Saklı Cenneti Dikili/Bademli Köyü

İzmir'in Saklı Cenneti Dikili/Bademli Köyü

Bu yazımda size, yıllar önce yaptığım İzmir'in Dikili ilçesine bağlı Bademli Köyü'nden ve güzelliklerinden bahsetmek istiyorum. Bu gördüğünüz fotoğraf Bademli'nin sahiline ait.

Bademli'ye 13 sene evvel gitmiştim. 13 seneden bu yana hep tekrar gitmek istediğim yerlerden biri olmuştur. Bademli, masmavi denizi ve bembeyaz kumlarıyla insanı kendisine hayran bırakıyor. Şehir yaşamından bunaldıysa-nız ve tatile gidecek bir yer arıyorsanız, size Bademli'yi tavsiye ediyorum. Türkiye gibi cennet bir vatanın böyle cennet gibi bir yere sahip olması, elbette düşünülemezdi zaten. Bademli, her yıl binlerce turisti kendisine çekiyor. Bademli'yi ziyaret etmemden 13 sene geçmesine rağmen, halen daha gitmeye özlem duyduğum bir yerdir. Yazdığım günlüklerde hep buradan bahsetmiş, burası hakkında çeşitli efsaneler hayal etmiştim. Bademli hakkında yaptığım araştırmalar sonrasında, burası hakkındaki tüm hayal ettiğim efsanelerin aslında gerçek olduğunu öğrendim. Bademli sahiline oldukça yakın olan üç ada bulunuyor. Bu adaların ikisi bize ait, diğeri Yunanistan'a. En yakın adada bir otel bulunuyor. Bu otel oldukça lüks ve pahalı. Böylesine güzel bir yerde konaklamanın ucuz olması elbette düşünülemez.

Bademli'deki Atlantis

Bademli'yi ziyaret ettiğinizde bu kaya dikkatinizi çekecektir. Bademli, doğal güzellikleri kadar tarihiyle de dikkat çeken bir yer. İşte Bademli'de yer alan bu kaya, aslında Dikili'ye esas adını veren yer. Bu kaya, eski zamanlardan kalma bir kiliseye ait. Bu kilisenin altında, sulara gömülmüş bir şehir yer almakta. Zamanında burada yaşayan şehir, meydana gelen şiddetli bir deprem sonucu yok olmuş. Çeşitli ülkelerden gelen insanlar, burada define avcılığı yapmakta. Ancak bu bölgeye dalmak şöyle dursun, yanından geçmek bile yasak. O zamana ait evler, at arabaları ve daha birçok şeyi görmek mümkün. Lâkin hükümet, doğallığın bozulmaması için, bu bölgeye gidilmesini yasaklamış durumda. Düşünsenize, eğer buraya dalmak yasak olmasa, o zamanki insanların nasıl yaşadığına dair önemli bilgiler edinecektir. Gerçek Atlantis mi arıyorsunuz? İşte, aradığınız yer. Belki de, gerçek Atlantis'in kalıntılarına ait bir şehirdir, kim bilir? 

Bademli Sahili'ne En Yakın Adada Yer Alan Kale


Bu kale, Bademli Sahili'ne son derece yakın bir adada yer alan tarihi bir kale. Bu kale, belki de Osmanlı zamanında buranın savunulması için kullanılıyordu. Türkiye'ye ait bu adada yer alan kale, Bademli'yi ziyaret ettiğinizde ziyaret etmenizi tavsiye ettiğim önemli bir yer.  





Bir adaya, sadece yüzerek gidebileceğinizi hayal edin. Bademli'de bunu yapabilirsiniz. Çünkü Bademli sahiline en yakın ada, sadece 20 metre uzaklıkta! Bu adalarda yeni şeyler keşfettiğinizi, tarihi ve doğal güzelliklere rastladığınızı düşünün. 
İşte Bademli'de tüm bunları yapabilirsiniz. Hem bembeyaz kumların ve masmavi bir denizin tadını çıkarabilir, hem de ilginç keşifler yapabilirsiniz. 
Şimdi imkânım olsa, burayı ziyaret etmeyi çok isterdim. Burayı ziyaret edip, tekrar aynı duyguları yaşamak isterdim. Bu sefer, eğer burayı ziyaret edersem, yapamadığım şeyleri yapmadan dönmek istemiyorum. Yapmak istediğim en çok şey, hiç şüphesiz o batan şehri keşfetmek...

Bu yazımı beğendiyseniz +1 tuşuna basmayı ve yazılarımdan anında haberdar olmak için blogumu takip etmeyi unutmayın.

Yeni yazımda görüşmek üzere...
Hoşçakalın!

Kaan Akalın

10 Mart 2018 Cumartesi

Boşanmalar ve Bazı Çözüm Önerileri

Boşanmalar ve Bazı Çözüm Önerileri

Bu yazıyı, anne ve babası 11 sene önce boşanmış olan biri olarak yazıyorum. Eşler bazen boşanmanın eşiğine geliyor ve maalesef çocuklar ya annelerini ya da babalarını kaybetmek zorunda kalıyorlar. Düşünün; siz birinden hoşlanıyorsunuz ve karşınızdaki o kişiyle hayatınızı birleştirme kararı alıyorsunuz. Ve bu birlikteliğin sonunda, hayatınızın en değerli varlığı olan çocuklar dünyaya ge-liyor. Ancak siz, aranızdaki bazı problemlerden dolayı boşanıyorsunuz. Ancak bir çocuk için belki de, dünyadaki en zor şeylerden biri, hiç şüphesiz anne ve babasından ayrılmak zorunda kalması... Düşünsenize sizi hayatınız boyunca besleyen, büyüten ve sizin için her türlü fedakârlığa katlanan anne ve babanız. Bir anda, ikisinin arasındaki problem yüzünden ya annenizi, ya babanızı ya da her ikisini de kaybediyorsunuz. Boşanmalardan en fazla zararı gören, çocuklar oluyor maalesef.

Bu grafik, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)'nun yaptığı boşanma oranlarını gösteren bir tablo. 2001'den 2016'ya ka-dar boşanmalarda ciddi bir artış görünüyor. Bu boşanmaların büyük çoğunluğunu, geçim sıkıntısı ve aile içi şiddetli geçimsizlik oluş-turuyor. Aslında hiç hoş olmayan boşanma oranları, gün geçtikçe artıyor. Yuva kolay kuruluyor mu ki, yıkılması kolay olsun? Nedir peki, insanları buna zorlayan? Türkiye'deki genel boşanma nedenlerini şöyle açıklayabiliriz:

1. Geçim Sıkıntısı
Daha önceki yazımda, geçim sıkıntısının temel nedeninin kapitalizm olduğundan bahsetmiştim. İşte kapitalizmin neden olduğu geçim sıkıntısı, boşanmalara da davetiye çıkarıyor. İnsan yapısı gereği, yaşam, beslenme ve çoğalma dışında birçok şeye ihtiyaç duyar. Bunlar seyehat etme, istediğini alabilme ve özgür olabilme... Geçim sıkıntısı, bu ihtiyaçlara engel olan en önemli faktör. Geçim sıkıntısının boşanmaya neden olabilmesi ise: Asgari ücret, bugün 1.600-1.700 TL civarında. Kirada oturuyorsa bir kişi, 1.700 TL'nin en az 800 TL'sini kiraya veriyor. Faturalar da 400 TL tutsa, geriye 500 TL kalıyor. Çocuklu bir aile, bu 500 TL ile nasıl geçinebilir? Bu geçim sıkıntısı, ister istemez aile içi geçimsizliğe sebep olarak, boşanmayla sonuçlanabilir.

2. Aile İçi Geçimsizlik
Aile içi geçimsizlik de, boşanmaların artmasındaki en önemli faktör. Eşlerden her biri, birinin üzerine çıkmaya çalışır. Hep kendini haklı kabul ettirmeye çalışır ve büyük tartışmalara ve kavgalara dönüşür. Bugün aile içi şiddetin artmasındaki en önemli faktör budur. Aile arasında yaşanan problemler, eşlerin bu tutumları yüzünden o kadar büyüyor ki bu, fiziksel şiddete bile yol açabiliyor. Sonuçta aileler yine soluğu, adliyelerde alıyor. Maalesef bu aile içi şiddette en büyük zararı, yine çocuklar görü-yor.

3. Aldatmalar
Eşinden mutsuz olan birey, mutluluğu bir başkasında aramaya başlıyor. Eşiyle yaşayamadıklarını, başkasıyla yaşamaya başlıyor. Eğer aldatılan birey iseniz; siz de aldatan kadar suçlusunuz! Çünkü, eşinizi mutlu edemiyor-sunuz. Ufak tefek şeylerden tar-tışma çıkarıyor, birbirinizi alttan almayı beceremiyorsunuz. Aldatan suçlu olabilir, ama aldatılan da o denli suçludur! Bu aldatmalar, artık yeni eş arayışına, başka bir kişi ile evlenmek istemeyle devam ederek, eşler yine soluğu mahkemede alıyor. 

4. Gelin-Kaynana Problemleri
Eşleri boşanmaya zorlayan bir başka neden, gelin-kaynana problemleri. Bazen bu damat-kaynana problemi olarak da karşımıza çıkmaktadır. Genellikle kaynana problemi, eşlerin annelerinin çocuklarını kıskanmalarından dolayı ortaya çıkıyor. Kaynana bireyin her işine karışır, her işine mana bulur, her işin kendisinin istediği gibi yapılmasını ister. Birey de buna eninde sonunda itiraz eder. Sonuç olarak eşler anneleri ve eşleri arasında kalır. Bu olumsuz tutum eşler arasındaki şiddetli geçimsizliğe kadar varıp, boşanmalara neden olabilmektedir.

Boşanmalara Bazı Çözüm Önerileri

  1. Her şeyden önce, çocuklarınızı düşünün. Çünkü boşanmalardan en çok etkilenen çocuklar olmaktadır. Çünkü siz boşandığınızda çocuğunuzu ya annesiz ya da babasız bırakıyorsunuz. Çocuklarınızın hatrına boşanmaktan vazgeçin!
  2. Aile içi geçimsizliği ortadan kaldırmak için; birbirinizi alttan almayı deneyin. Haklı olduğunuz durumlarda bile karşınızdakini haklı görün ve birbirinize güzel sözler söyleyin. Haklı olsanız bile karşınızdakine hakaret etmeniz, sizi haksız duruma düşürür.
  3. Geçime kanaat göstermeye çalışın. Hatta kadın da çalışmalıdır. Böylece geçim konusunda birbirinize destek olmuş olursunuz. Boşanmak, geçim sıkıntısı için bir çözüm yolu değil!
  4. Aldatan suçlu olduğu kadar, aldatılan da suçludur! Aldatılan eşini nasıl mutlu edebileceğini araştırmalı. O, sizi sizde aradıklarını bulamadığı için aldatıyor. Siz de o aradığı şeyi bulup, ona sunmalısınız.
  5. Kaynana gelin/damadını kendi evladı gibi; gelin ve damat da, kaynanasını annesi gibi görmeli. Kaynana gelin/damadın her işine karışmamalıdır. Sonuçta her ikisi de yaşını başını almış, aklı başında insanlardır. Gelin/damat da, kaynanasına daima hürmetle yaklaşmalı, saygıda kusur etmemelidir.
Bu yazdıklarım, boşanma, nedenleri ve çözüm önerileri hakkında. Benim de annem babam boşandı ve neler yaşadığımı bir tek ben biliyorum. Belki bu yazımı bir kişi okur da, boşanmaktan vazgeçer diye umuyorum.

Bu yazımı beğendiyseniz +1 tuşuna basmayı ve daha fazla yazımdan haberdar olmak için blogumu takip etmeyi unutmayın. Bana destek olmak için Google Reklamları'na tıklarsanız çok sevinirim.

Yeni yazımda görüşmek üzere, hoşçakalın!...
Kaan Akalın

9 Mart 2018 Cuma

Kendine Gel Ey Müslüman!

Bugün mazlum beldelerinde zulmün en acımasız şekilleri uygulanıyor. Her türlü işkencenin eziyetin uy-gulandığı bu zamanda, bizler rahat yaşayabiliyoruz. Kafamızda bombalar patlamıyor ve en önemlisi, kadınlarımız başka milletten askerlerin çocuklarını ta-şımıyor. Bugün Suriye'de, kadınlar Amerikan askerlerinin çocuklarını taşıyorlar. Bundan daha büyük zulüm, ne olabilir? Herkes elini vicdanına koysun ve düşünsün! Ya biz, onların yerinde olsaydık? Ya bizim de kafamızda bombalar patlasaydı, ya bizim çocuklarımız ölseydi, ne olurdu halimiz? Dünya hali bu,  bugün dev, yarın cüce olursun. Bugün zengin, yarın fakir olursun. Ne olacağı belirsiz... 
Bugün Filitsin, Suriye, Arakan ve daha birçok İslam ülkesinde, Zulmün en aşağılık şekilleri yaşanıyor.
Sen, bugün istediğini yiyip içebiliyorsun. Onların yediği, o da bir kuru ekmek, bir tas çorba, o da belki... Sen rahat yaşıyorsun, istediğin şeyleri alabiliyorsun. Sıcacık evinde, rahat yatağında uyuyorsun. Onların yatağı ise toprak! Yaşamları, her gün ölüm korkusuyla geçiyor. Çocuklar anne ve babalarını kaybediyor. Anne ve baba evladını kaybediyor. Şimdi biraz elini vicdanına koy ve düşün Müslüman! Ya sen onların yerinde olsaydın? Ya sen her an öldürülme korkusuyla, anne ve babanı veya evladını kaybetme korkusuyla yaşasan? Bir düşün... Bugün sen, Suriye'de Esed denen katilin zulmünden kaçan o zavallı insanları yadırgıyorsun. Ne işleri var bizim ülkemizde? Gidip savaşsınlar! Diyorsun. Ama biliyor musun onların neler yaşadığını? 

Hiç savaş gördün mü sen? Senin çocuğunu öldürdüler mi hiç? Hiç karına kızına tecavüz etmeye kalktılar mı ya da senin karına kızına kendi çocuklarını zorla taşıttırdılar mı? İşte o istemediğin, nefret ettiğin Suriyeli kardeşlerimizin yaşadığı da o. Sen onları yadırgıyorsun, çünkü sen ne savaş gördün, ne de eziyet! Sen rahat yaşıyorsun, özgürce yaşıyorsun. Ama onlar, devamlı öldürülme tehlikesi yaşıyor biliyor musun? Onlar özgür değillerç rahat değiller. 

Ya YPG, ya PKK onlara yapmadıkları eziyeti bırakmadı. Şimdi sen Suriyelileri istemeyerek, o terör örgütlerine benzemiş olmuyor musun? 

Hani sen misafirperverdin? Hani sen düşmüşe el uzatırdın? Nerede kaldı bunlar? Sadece kimliğinde Müslüman yazmasın artık! Müslüman olduğunun bilincinde ol artık. "Müslümanların dertleriyle dertlenmeyen bizden değildir!" buyuruyor Peygamber Efendimiz (s.a.v). Sen Muhammed (s.a.v) Efendimiz'in ümmetinden değil misin? 

Gelin, düşmüş kardeşlerimize el açalım. Gücümüz yetmese bile en azından onlar için dua edelim. Yasîn okuyalım, Fetih okuyalım. Maddi olarak bir şeyler yapamıyorsak, manevi olarak onların yanında olalım.

Selam ve Dua İle
Bu yazımı beğendiyseniz +1 tuşuna basmayı ve yazılarımdan anında haberdar olmak için blogumu takip etmeyi unutmayın. Bana destek olmak için Google Reklamları'na da tıklarsanız çok sevinirim.

Yeni yazımda görüşmek üzere, hoşçakalın!
Kaan Akalın

8 Mart 2018 Perşembe

O Gün Gelmeden Önce...

O gün gelince anne baba evladından, evlat anne babasından kaçacak! O gün yalvarmanın, pişmanlı-ğın fayda vermeyeceği o gün! Herkesin yaptıklarıyla başbaşa o-lacağı, her yaptığının karşılığını göreceği o gün! O gün, artık insana mal, servet, güç fayda vermez. Orada sadece kişinin imanına ve ameline bakılır. Allah (c.c) buyuruyor: "Kim ne kadar hayır yapmışsa onu görecektir. Kim zerre kadar şer yapmışsa onu da görecektir." (Zilzal; 7-8) Şu gaflete daldığımız ve unuttuğumuz ahiret var ya, işte o gün mutlaka gelecek. Benim bu yazıyı yazmam ne kadar hak ise, ahiretin geleceği de o kadar hak! Bugün okunan selalar, kılınan cenazeler ve ölüm ne kadar hak ise, dünyada yaptıklarımızın hesabını vereceğimiz o gün onkadar hak! 
Bu yazdıklarım, kimsenin ho-şuna gitmeyecek. Birçoğu da saçmaladığımı düşünecek. Ama o gün geldiğinde, bu anlattıklarım ne kadar saçma, ne kadar gerçek anlaşılacak! Ben bir din adamı, bir müftü ve vaiz değilim. Yalnızca, Allah'a kul olmaya çalışan, insanları uyarmakla görevli biriyim. Evliya değilim, veli değilim. Ben de günahkâr biriyim. Bu yazdıklarım nefsimi hesaba çekmeye ve insanları uyarmaya yönelik! Zira o gün gelince yapılan uyarıların, ikazların hiçbir anlamı ve yararı olmayacak! Bunlar sadece bu dünyada işe yarar... 

O Gün Gelmeden Önce...

O gün gelince zikrin, hatırlamanın faydası olmayacak. Zikir, bu dünyada yapmamız gereken bir şeydi! Zira dünya amel yeri, ahiret hesap yeriydi! O gün, ağlamanın, sızlanman-ın fayda vermeyeceği gün. Hâlbuki insan o gün için yaşadığını ve dünyada yapıp ettiklerini birbir göreceği o güne geleceğini bilmeli, hatırlamalıydı! İnsan aldatıcı dünyaya kandı, sürekli var olacağını sandı. Okunan selalardan ve yaşanan ölümlerden hiç ders almadı! O ölümün kendisine hiç gelmeyeceğini sandı! Artık sonunda ölüm ona geldi ve yapıp ettikleriyle başbaşadır artık! O gün bin kere "Ne olur, beni tekrar dünyaya döndürün! Hatalarımı telafi edeyim!" diye bin defa yalvarır ama faydasız. Ona o şans verilmişti oysa. O, ona verilen ömrün bir emanet olduğunu ve bir gün ondan geri alınacağını unutmuştu. Yaşamın amacını ve nasıl yaşaması gerektiğini ona gösteren Kur'an ve Sünnet'i umursamamıştı! Artık o umursamadıkları, onu kuşatıvermiştir. Allah'ın rahmetini ve merhametini değil, gazabını kazanmıştı. Zira Allah, ona bunların olacağını 1400 sene evvel haber vermiş-ti! Ama o ne yapılan uyarıları dinledi, ne de ikazları... Ona verilen bu emanet ömrü günahlarla, maleyani şeylerle doldurdu. Hırs ve öfkenin peşinden gitti, birçok insanın canını yaktı, defteri kul haklarıyla doldu! 

Artık kıyamet kopmuş, herkes Allah'ın huzurundadır. Herkese yapıp ettikleri bir bir sorulur. O gün hiçkimse hesaptan kurtulamaz! O insan, bu günle karşılaşacağını unutmuştu. O, bu günle karşılaşmadan önce Peygamber Efendimiz (s.a.v) ve Kur'an tarafından uyarılmıştı. Ama o, kulak asmadı ki! O, bunların başına geleceğini hiç aklına getirmemişti! O kaçtığı gerçekle başbaşadır artık... Nasıl verecek o yaptıklarının hesabını şimdi! İşlediği onca günah, yaktığı onca can! Nasıl bakacak bu hal ile o Rahman'a?! Hâlbuki o, onu yaratan Allah'a iman etseydi, günahlardan kaçsaydı, Allah'ın gazap ettiği yerleri değil de, Allah'ın razı olduğu mescidlerde, ilim meclislerinde olsaydı, daha iyi değil miydi? Onu ateşe atan Allah değil aslında, insanın kendisi! Dünyadaki ateşe yarım saniye dayanamayan bir insan, şimdi kendisini o 1000 kat daha şiddetli cehennem ateşine atmaktadır. Ne büyük bir akılsızlık ve gaflettir bu!  

Sen şu anda yaşıyorsun ve halen daha vaktin var! Akıllı bir insan, kendini bile bile ateşe atar mı?! İşlediğin bütün günahlara rağmen, seni affetmek için bekleyen bir Rabbin var! Sadece yapman gereken, samimi olarak ve gerçekten işlediğin günahlardan pişmanlık duyarak; "Ya Rabbi! Bütün yapmış olduğum günahlardan, ben pişmanım!" demek. Bu mu zor? Bak ömrün geçiyor, vaktin daralıyor. Hiç mi ibret almıyorsun yaşanan ölümlerden? Bugün başkası için okunan sela, yarın senin için okunacak! O gün gelmeden önce, evladın anne babadan; anne ve babanın evladından kaçacağı o gün gelmeden önce bir şeyler yap! Ne yapman gereken, sana 1400 yıl evvel söylendi! Artık aklını başına al! 

Bu yazdığım yazı hoşunuza gitmeyebilir! Çünkü, gerçek olan şeyleri yazdım. Nefsin hoşlanmayacağı şeyleri yazdım. Nefsin hoşlanmayacağı şeyleri yapmayarak, başımızın ağrımaması için yazdım. Ben sizden farklı bir şey değilim. Hatta hepinizden daha günahkâr biriyim. Ben bu yazıyı, biraz nefsimi hesaba çekmek için yazdım.

Bu yazımı beğendiyseniz +1 tuşuna basmayı ve blogumu takip etmeyi unutmayın. Bana destek olmak için Google reklamlarına da tıklarsanız, çok memnun olurum.

Yeni yazımda görüşmek üzere! Hoşçakalın...
Kaan Akalın