if(window.location.href == 'https://kisiselyazilarimkaan.blogspot.com' || window.location.href == 'https://kisiselyazilarim.blogspot.com' ) { window.location="https://kisiselyazilarimkaan.blogspot.com"; } Kişisel Yazılarım

18 Şubat 2017 Cumartesi

Tevazu ve Alçakgönüllülük

Tevazu ve Alçak Gönüllülük 



Tevazu ve alçak gönüllülük, insanı kibirden ve büyüklenmeden koruyan önemli bir duygudur. Nitekim, kibirli ve bencil insanlar Allah tarafından sevilmediği gibi, insanlar tarafından da sevilmezler. Kimsenin kendini, başkalarından üstün görmeye hakkı yoktur. 

Nitekim, firavunu helak eden de bencillik ve kibirliliktir. Hatayı hep başkalarında arayan, kendisini her zaman hatasız gören insanlar, zaten bu hatalarının pençesinde boğulup kalırlar. Kibirli ve bencil insanlar, sürekli yalnız kalan insanlardır. Kendilerini diğer insanlardan farklı gören, kendini dünyanın merkezi zanneden insanlar, halbuki kendi nefislerine zulmetmekten başka bir yararları dokunmayan insanlardır. 

Biraz düşünsek, kibirlenmemizi ve bencil davranmamızı gerektirecek hiçbir özelliğimizin olmadığını anlarız. İnsan, aciz bir varlıktır. Sürekli başkalarının yardımına ihtiyacı vardır. Bir insan kendini diğer insanlardan üstün gördüğü zaman, başka insanların yardımını da istemiyor demektir. 

Oysa insan, sadece bir topraktan ibarettir. Allah, insanı topraktan yaratmış ve tekrar toprak edecektir. Tarihte yaşamış kibirli ve gururlu insanlar, bu davranışlarının bedelini çok ağır bir şekilde ödemişlerdir. 

İnsanın asıl görevi ise, kendini diğer insanlardan farklı görmemek, hatasını kabullenmek ve hatasının telafisi için, insanların yardımına başvurmaktır. Böyle davranan bir insan, kuşkusuz her zaman yardım ve sevgi görebilmektedir. Ben kendi tecrübelerimden de bahsetmek istiyorum: Ben ne zaman hatamı kabullenmeyip, suçsuz olduğumu iddia etsem, bu suçu gerçekten işlemiş olsam, insanlar bana karşı daha sert davranıyor ve daha ağır cezalarla karşı karşıya kalabiliyorum. Hâlbuki ben, pişman olsam ve hatamı kabul edip af dilesem, bu durum çok daha kolay bir şekilde atlatılacaktır. 

Bize düşen, insanları olduğu gibi kabul etmek, insanları olduğu gibi sevmektir. Bizi de, diğer insanları da Allah yaratmıştır. Bizim, Allah'ın kudret ve azameti karşısında hiçbir gücümüz yok. Allah, kibirlenmeyi ve cimriliği kesin olarak yasaklamış, bunu yapan insanların dünya ve ahirette ağır cezalara maruz kalacağını da bildirmiştir. Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: Şüphesiz ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, onlar için göğün kapıları açılmaz ve halat (ya da deve) iğnenin deliğinden geçinceye kadar cennete girmezler. Biz suçlu-günahkarları işte böyle cezalandırırız. (Araf Suresi, 40)



Biz maalesef, nefsimizin arzularına uyarak, dünyanın geçici süsüne aldanarak, kibirli ve bencil bir hale geliyoruz. Kibir ve bencillik, insanı dünya ve ahirette azaptan başka bir şeye götürmeyecektir. Oysa insan, Allah'a karşı olsun, diğer insanlara karşı olsun kibirlenmekten ve bencillikten kaçınmalıdır. 

Hatta insan, kendini diğer tüm canlılardan aşağı görmelidir. Öyle ki, böylece insan yaptığı hataları insanlara yüklemeden, yaptığı hatayı bilir, pişman olur ve tevbe edip istiğfar eder. Çünkü, insanı ve kainatı yaratan ve bunların hepsini yoktan var eden Allah'a karşı kibirlenmeye hiçbirimizin hakkı yoktur. Tevazu ve alçak gönüllü olmak, kendini insanlardan üstün görmemek, daima kendi kusurlarını onların kusurlarından büyük görmek, kendisini başkasından daha günahkar görmek demektir. Böyle bir tutum, insanı haksız yere kibirlenmekten muhafaza eder. 

Şüphesiz Allah, onların saklı tuttuklarını ve açığa vurduklarını bilir; gerçekten O, müstekbirleri sevmez. (Nahl Suresi, 23)

17 Şubat 2017 Cuma

Allah'ın Gazap Ettiği Şehir: Pompeii


Pompeii, İtalya'nın Napoli şehrinde yer alan antik bir kenttir. Pompeii milattan sonra 79 yılında yaşanan Vezüv yanardağının patlaması sonucu, yok olmuştur. Pompeii, bundan 2000 yıl önce Roma sosyetesinin tatil yeriydi. Roma'nın zengin insanları, buraya tatile gelirlerdi. Pompeii şehri insanları, zamanın şartlarına göre oldukça modern bir yaşam sürmüşlerdir. Düzenli sokaklar, taş döşemeli yollar, binlerce kişiyi ağırlayan tiyatrolar. Pompeii'de Vezüv yanardağı patlamadan önce, binlerce insan yaşamaktaydı. 

Pompeii Halkı, zengindi. Hatta o zamanın en zengin şehrinden biri olan Pompeii, binaların ve evlerin tasarımıyla göz kamaştıran bir bir görünüme sahipti. 

Ancak, bu zenginlik ve lükse düşkünlük, kentin insanlarını gayr-i ahlaki bir hale getirmiştir. Şehrin insanları, eğlenceye, zevk ve sefaya düşkün insanlar haline gelmeye başlamıştır. Daha sonra bu durum zina, eş cinsellik gibi çirkinlikleri de beraberinde getirmiştir. Daha sonra bu daha da artarak, artık insanlar arasında sıradan hale gelmeye başlamıştır. 



Pompeii şehrinde zina ve fuhuş o kadar yaygınlaşmıştır ki, şehri ziyaret ettiğinizde adım başında genel evlerin yer aldığını görebilirsiniz. Hatta tüm bu çirkinlikleri de bina duvarlarına resmetmeye başlamışlardır. Daha sonra, nihayet Vezüv yanardağı patlamış ve Vezüv yanardağından çıkan lavlar, hızla şehre yayılmaya başlamıştır. Vezüv yanardağının lavlarından kaçmaya çalışan insanlar, buna fırsat bulamadan, lavların altında kalıp yok olmuşlardır. Pompeii, 17. yüzyıla kadar saklı kaldı. Daha sonra 17. yüzyılda bu bölgede çalışma yapan arkeologlar, bölgedeki tonlarca kül ve bazaltı kazarak,
taşlaşmış cesetlere ulaştılar.

Bu taşlaşmış cesetler, o an ne yapıyorlarsa o şekilde bulunmuşlardır. Bu taşlaşmış cesetler, halen daha Pompeii şehrinde cam bir muhafazanın içinde durmaktadırlar. Kaçacak vakit dahi bulamayan insanlar, o anda lavların altında kalarak, taşlaşmışlardır. 

Pompeii şehrinde yok olan sadece insanlar değil, hayvanlar da lavların altında kalarak yok olmuşlardır. 

Pompeii şehrinin yok olması, Lut Kavmi'nin yok olması arasında benzerlik vardır. İki kavim de aynı şekilde helak olmuşlardır. Bu paylaştığım taşlaşmış cesetler, insana ibret veriyor! Allah'ın koyduğu sınırları çiğnemenin, Allah'a karşı gelmenin ve Allah'ın gazabına düçhar olmanın nelere sebep olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor. 

Bu taşlaşmış cesetler, insanın Allah'a karşı ne kadar da aciz olduğunu kanıtlıyor. Bu insanlar, Allah'ın sınırlarını çiğnedikleri, zevk ve sefaya dalmaları ve gösterdikleri ahlaksızlıkların bedelini bu şekilde ödemişler. 

Allah gazaba geldiği zaman, nelere sebep olduğunu anlatmaya çalıştım. Bir insan Allah'ı asla hafife almamalıdır! İşte bu resimler, Allah'ın ne kadar güç ve kudret sahibi olduğunu kanıtlamaktadır. Bize düşen de bu helak olan kavimlerden ibret alıp, Allah'ın razı olacağı şekilde yaşamaya gayret etmektir. 
Ya bunu yapacağız, ya da bu resimdeki insanlar gibi Allah'ın gazabına uğrayacağız. Allah razı olacağı amelleri yapmayı nasip eylesin. (Âmin)

16 Şubat 2017 Perşembe

Cemaatle Namaz Kılmak

5 vakit namazın cemaatle kılınması, erkeklere müekked sünnettir. Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem, 5 vakit namazın cemaatle kılınmasını emretmiş ve teşvik etmiştir. Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: “Kişinin bir başka kişi ile birlikte kıldığı namaz, tek başına kıldığı namazdan, iki kişi ile birlikte kıldığı namaz bir kişi ile birlikte kıldığı namazdan daha sevaptır. Cemaat ne kadar çok olursa bu namaz Allah’a o nispette sevimlidir.” (Ebu Dâvûd, Salât, 47

Cemaatle namazın fazileti çok olduğu gibi, aynı zamanda da insanlar arasındaki kardeşlik duygusunun da pekişmesine büyük bir vesiledir. Namazları cemaatle kılmak, müslümanlar arasındaki kaynaşmayı artırır. Özellikle de sabah ve yatsı namazlarını cemaatle kıldığımız zaman, geceyi ibadetle geçirmiş gibi sevap kazanıyoruz. Nitekim Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi vesellem, hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: "Kim yatsı namazını cemaatle kılarsa, gece yarısına kadar namaz kılmış gibi sevab alır. Sabah namazını da cemaatle kılarsa, bütün geceyi namaz kılarak geçirmiş gibi sevap alır."(Buharî, ezan, 34; Müslim, Mesacid, 260)
Ben kendimden biliyorum, gece namazlarına kalkmak hayli zor. İşte biz sabah ve yatsı namazlarını cemaatle kıldığımız zaman, bütün geceyi ihya etmiş gibi sevap kazanıyoruz. Bu Allah-u Zülcelâl'in hoşuna giden bir haldir. 

Ben kendi nefsime de söylüyorum, maalesef cemaatlere gitmekte gevşek davranıyoruz. Camiler büyük olsa da, cemaatler çok az. Halbuki, Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem, bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: "İnsanlar ilk safın sevabını bilselerdi, ön safta durabilmek için kura çekmekten başka yol bulamazlardı. Namazı ilk vaktinde kılmanın sevabını bilselerdi, bunun için yarışırlardı. Yatsı namazı ile sabah namazının faziletini bilselerdi, emekleyerek de olsa bu namazları cemaatle kılmaya gelirlerdi."(Buharî, ezan, 9,32; Müslim, salat, 129)

İşte, yukarıdaki hadis-i şerifte de belirtildiği gibi, cemaatle namazın ne olursa olsun kılınması bize tavsiye edilmiştir. Ancak biz, nefsimize uyup onu tembelleştirdiğimiz için, cemaatle namaza gidemiyoruz. Hâlbuki, Allah-u Zülcelâl'i ve Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi vesellemi nefsimizden daha çok sevseydik, cemaatle namazı asla kaçırmazdık. 

Cemaatle kılınan namazın kabul olmasının oranı, tek başına kılınan namazlardan çok daha fazladır. Mesela cemaatle namaz kılan bir kişi, namazı kabul olmayacak bir hata yapsa bile, Allah-u Zülcelâl Kerem sahibi olduğu için, namazı kabul olan cemaatin hürmetine, o kişinin de namazı kabul oluyor. 

Dediğimiz gibi, cami çok ama cemaat az. Aslında cemaatin de çok olması lazımdır. Cuma namazlarında, bayram namazlarında doluyor ancak, cemaatle namaz sadece Cuma ve Bayram namazları için değildir. Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem, beş vakit namazın beşinin de cemaatle kılınmasını emretmiştir. Öyle ise, bize düşen de elimizden geldiği kadar, namazlarımızı cemaatle kılmaya gayret etmek, cemaati terk etmemektir. Nitekim Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: "Beş vakit namazı cemaatle kılan, Sırat köprüsünü şimşek gibi geçer." (Taberani) 

Tüm bunlardan sonra, cemaatle namaza özen göstermeli, özrümüz olmadıkça namazlarımızı cemaatle kılmalıyız. Cemaatle kılınan namazın, sevabını ve önemini anlamayı, namazları cemaat ile kılabilmeyi, Allah-u Zülcelâl hepimize nasip eylesin. (Âmin) 

Tasavvuf ve Önemi

Tasavvuf'un ne olduğunu şu örnekle açıklayabiliriz: Bir araba motoru düşünün. Araba motorunun bakımı yapılmadığında, temizlenmediğinde, paslanır, çürür ve işe yaramaz hale gelir. 

Tasavvuf da, kalbin kötülüklerden arındırılmasından ibarettir. Bilindiği gibi, nefsimiz her zaman şeytanı dinler ve hep kötülüğü emreder. İşte Tasavvuf da, insanın nefsine karşı mücadelesinde nasıl muzaffer olacağını öğretmektedir. 

Tasavvuf ne yazık ki, günümüzde aşağılanır bir hale gelmiştir. Hâlbuki tasavvuf, İslam dinin bir rüknudur. Şöyle ki, tasavvuf ihsan makamıdır. İhsan ise, Allah-u Zülcelâl'i görür gibi davranmaktır. Böyle davranamasak bile, O'nun bizi her an görüp gözettiğinin farkına varmaktır. 

Düşünün ki, nasıl güvenlik kameraları insanların ne yaptıklarını an an kaydediyorsa, Allah-u Zülcelâl'de insanların ne yaptıklarını, içlerini ve dışlarını, içinden geçirdiklerini dahi bilmektedir. İşte, tasavvuf da insanın ihsan şuurunu kazanmasında önemli bir yardımcıdır. 

Birçoğumuz ibadet ediyoruz ancak, ibadetlerden lezzet alamıyoruz öyle değil mi? Bunun nedeni de, kalbin Allah'ı tanıyamaması, dünya sevgisinin Allah-u Zülcelâl'in sevgi ve muhabbetinden fazla olması gibi sebeplerden kaynaklanır. İki çeşit amel türü vardır. Bunlar, zahiri ve batıni amel olmak üzere ikiye ayrılır. 

  1. Zahiri amel: Allah-u Zülcelâl'in bize emretmiş olduğu farz ibadetleri yapmak (namaz, oruç, zekât gibi), bize yasaklamış olduğu şeylerden (içki, zina, kumar gibi) uzak durmaktır. 
  2. Batini amel: Kalbi ameldir. Yani, nefsimizi hastalıklardan arındırmaktır. Nefsimiz için afet niteliği taşıyan; kibir, riya, gıybet gibi hastalıklardan temizlemeye çalışmaktır. Batini amel, zahiri amelden daha önemlidir. Çünkü, ibadetlerin kabul şartı, Allah-u Zülcelâl'e huşu ile ibadettir. Bu da ancak, kalbimizi Allah ile doldurmak ve nefsimizi hastalıklardan kurtarmaya çalışmaktır. 
Tasavvuf, Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi vesellemden günümüze kadar ulaşan bir rükundur. Buna, bazıları tarikat de demişlerdir. Tarikat, lügatte 'yol' demektir. Tasavvuf da ise, Allah-u Zülcelâl'e ulaşmak için çıkılan yol demektir. Bir insan, tasavvuf ehli insanlara intisap ettiğinde, Allah-u Zülcelâl'e ulaşmakta önemli bir adım atmış olmaktadır. 

Tasavvufa kalp temizliği desek, yanlış olmaz. Kalbin günahlardan arındığı ve nefsini terbiye edildiği bir yoldur. Bu yol, eğer değeri bilinirse insanı çok farklı yerlere götürür. Öyle ki, tasavvuf ehli insanlara baktığımızda, tasavvuf ehli olmayan insanlar arasındaki farkı hemen anlayabiliriz. Tasavvuf ehli insanlar, nefislerini terbiye edebilmiş, kalplerini yalnızca Allah'ın sevgi ve muhabbeti ile doldurmayı başarmışlardır. Bu insanlara da Mürşid-i Kâmil denmektedir. 

Mürşid-i Kâmil'lere İntisap Etmenin Önemi 
Bir hastalığınız var ve bu hastalığınızın tedavisi için, doktora gitmeniz lazım. Doktora gittiğinizde, doktorun size verdiği ilaçları harfiyen kullanmanız lazım. İşte, Mürşid-i Kamiller de kalp doktorlarıdır. Kalbimizde olan kin, riya, ucub, gıybet gibi hastalıkların da tedavisi için, mutlaka bir Mürşid-i Kamil'e intisap etmemiz ve onların verdiği reçeteye harfiyen uymamız lazımdır. Ancak bu şekilde kalbimizdeki bu hastalıklardan kurtulabilir ve Allah-u Zülcelâl'in razı olacağı bir şekilde, bir hayat yaşayabiliriz. Mürşid-i Kamil, ilmi ile amel eden demektir. Mürşid-i Kamiller, peygamber varisleridir. Nitekim Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi vesellem bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: "Ümmetimden bir topluluk (kıyamete kadar) Allah'ın emrini ayakta tutmaya devam ederler.Onları terkedenler ve muhalif davranalara kendilerine bir zarar veremez.Bu, Allah'ın (kıyamet) emri gelinceye kadar devame der.Onlar insanlara devamlı üstün gelirler." 

İşte, bu yukarıda paylaştığımız hadis-i şerifte de beyan edildiği üzere, Mürşid-i Kamiller peygamber varisleridir. Bir insan dinini öğrenmek, kemale erdirmek istiyorsa, Mürşid-i Kamiller'in kapılarından ayrılmamalıdır. 

Mürşid-i Kamil'e intisap olup, onun verdiği reçeteyi harfiyen uygulayabilen bir insan, hiç şüphesiz Allah-u Zülcelâl'in rızasını kazanma yolunda önemli bir adım atmış olacaktır. 

Elimden geldiği kadar, tasavvufu, tasavvufun önemini ve mürşid-i kamile neden intisap edilmesi gerektiğini anlatmaya çalıştım. Umarım, faydanıza dokunur. Tasavvuf hakkındaki kötü tabuların yıkılmasını Allah-u Zülcelâl nasip eylesin. (Âmin)  

13 Şubat 2017 Pazartesi

Tevbe Etmenin Önemi

Selamun Aleyküm. Rabbimizin bize verdiği en büyük nimetlerden birisi, hiç şüphesiz tevbedir. Tevbe, insanın yaptığı günahlardan samimi bir şekilde pişman olarak, Allah-u Zülcelâl'den af ve mağfiret dilemesidir. Allah-u Zülcelâl'in bize olan merhameti, bir annenin ve babanın evladına olan merhametinden daha fazladır. Biz ne kadar günah işlersek işleyelim, Allah-u Zülcelâl hepsini bağışlar. Çünkü o Tevvab ve Gafur'dur. Yani tevbeleri çokça kabul eden ve affı çok olandır. 

Hepimiz, günah işliyoruz. Allah-u Zülcelâl, insanı günah işleyebilecek bir özellikte yaratmıştır. Nitekim Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi vesellem bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:  "Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah Teâlâ hazretleri sizi helak eder ve yerinize, günah işleyecek (fakat tevbeleri sebebiyle) mağfiret edeceği  kimseler yaratırdı." [Müslim, Tevbe, 9, (2748); Tirmizî, Da'avât 105, (3533).] 

Onun için, biz ne kadar günah işlesek de, Allah-u Zülcelâl'den ümidimizi kesmeyelim! Nitekim Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: 

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ 
اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
"De ki; Ey nefislerinde aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah tüm günahları affeder. Çünkü o bağışlayandır, çok merhamet edendir." (Zümer; 53)

Allah-u Zülcelâl'e bize açtığı tevbe ve mağfiret kapısı için sonsuz hamd ve şükürler olsun. Biz günah işlesek de, nefis ve şeytana uyup kendimize zulüm etsek de, Allah-u Zülcelâl'in büyük rahmeti ve merhameti, biz tevbemizde samimi olursak, hepsini alıp götürecektir. 

Özellikle, ahir zamanda tevbeye çok ihtiyacımız vardır. Çünkü, her tarafı günahlar kuşatmış durumda. Biz hiç günah işlemeyi istemesek de, mutlaka şeytan ve nefis bizi pusuya düşürüyor. Ama Rabbimiz o kadar rahmet ve merhamet sahibidir ki, bize onca günahımıza rağmen af ve mağfiret ile yaklaşıyor. Allah'ımıza binlerce şükürler olsun ki, o kadar günahımıza rağmen, bizi bağışlıyor ve affediyor. Yeter ki, biz tevbemizde samimi olalım. Yeter ki, tevbe ederken o günahı bir daha yapmamaya gayret edelim. 

Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: "Allah Teâlâ Hazretleri diyor ki: "Ey âdemoğlu! Sen bana dua edip, (affımı) ümid ettikçe ben senden her ne sâdır olsa, aldırmam, ben seni affederim. Ey âdemoğlu! Senin günahın semanın bulutları kadar bile olsa, sonra bana dönüp istiğfar etsen, çok oluşuna bakmam, seni affederim. Ey âdemoğlu! Bana arz dolusu hata ile gelsen, sonunda hiç bir şirk koşmaksızın bana kavuşursan, seni arz dolusu mağfiretimle karşılarım." [Tirmizî, Da'avât 106, (3534).]

Allah-u Zülcelâl, hepimizi tevbe eden, günahlardan kaçınıp, emirlerine riayet edebilen kullarından olmayı nasip eylesin! (Âmin...) 

12 Şubat 2017 Pazar

İbadetlerde ve Niyetlerde Samimiyetin Önemi

Herkese Selamun Aleyküm. Allah-u Zülcelâl'in rahmeti ve bereketi hepimizin üzerine olsun. Bugün, aslında hepimizin yapması gereken bir şeyden bahsetmek istedim. Aslında bunu yaparken de gerçekten bunu yapabiliyor muyum? Bilemiyorum...

Samimiyet

Önce samimiyetin ne olduğundan bahsetmek istiyorum. Gerçekten, samimiyetin ne olduğu ve ne kadar önemli olduğunu bilemiyoruz. Kendi nefsim için söylüyorum, eğer ben ibadetlerimde ve niyetlerimde samimi olabilseydim, nefsime ve şeytana karşı bu kadar aciz kalmazdım!

Samimiyet, bir şeyi gerçekten istemektir. O istenen şeyi yapmaya gayret edip, çaba göstermektir. Bir insan bir işe kalkıştığı zaman, eğer bu işte samimi oluyorsa mutlaka o işi başarılı olarak yapabiliyor. Hatta yapamasa bile, sadece samimi olduğu için yapmış gibi kabul ediliyor. Allah-u Zülcelâl, insan neyde samimi olursa, o şekilde kişinin niyetini yaratıyor. Bu niyet ister şer olmuş olsun, isterse hayır! Allah-u Zülcelâl, harekete değil niyete bakıyor. Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem, bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: "Ameller, niyetlere göredir." Bir kişi hangi ameli yaparsa yapsın, niyeti ne ise ona göre muamele görüyor. Kötü bir iş için niyetlendiyse, bu işi yapmasa bile günaha giriyor. İyi ve hayırlı bir iş yapmak için de niyetlense bile, yapamadığı takdirde de yine sevabını alıyor. Önemli olan, buradaki samimiyettir.


Dinimizde Samimiyetin Önemi

Şimdi, kendi nefsim için söylüyorum ki, benim gerçekten sadece Allah için yaptığım bir tane samimi amelim yoktur. Bazen bloglarda, emr-i bil mağruf ve neyh-i anil münker yani iyiliği emretmek, kötülükten men etmek için, "Seyda Muhammed Konyevi (k.s) Hazretleri"nin eserlerinden birkaç dini mesele paylaşıyorum. Bazen bana nefsim şöyle diyor: "Bak! Bu konuları paylaşıp, ne güzel iş yapıyorsun? Kesin bu şekilde devam edersen, cennete gireceksin!" Halbuki, ben samimi biri olsam, bunu sadece Allah beğensin diye yaparım. Kendi nefsim beğensin diye değil!

Dinimizde de samimiyetin önemi şudur; bir insan günde 1000 rekat namaz kılar, ama samimi olmaz (sadece millet görsün, beğensin diye); başka birisi sadece 5 vakit namaz kılar, benim o kıldığım 1000 rekattan daha fazla sevap alır. Hani, yapamasa bile, dese ki "Ya Rabbi! Keşke senin için daha çok ibadet edip, daha çok taat yapsaydım." yine onun sevabını alıyor. Ama maalesef biz, bunu yapmakta aciz kalıyoruz. Biz az ibadet yapalım ama samimi olalım. Bir keresinde anlatmışlardı: "Bir adam varmış. Bu kişi sabaha kadar zikreder, taat yapar ve namaz kılarmış. Daha sonra, Allah bu adamın ruhunu kabzetmiş ve buyurmuş ki; 'Seni amelin ile mi yargılayayım, yoksa rahmetim ile mi?' Adam tabi kendine güveniyor, 'Ya Rabbi! Beni amelimle yargıla.' diyor. Daha sonra, bir bakıyor ki Allah'ın iyilikleri yanında, o adamın amelleri hiçbir şey kalıyor. Sonra Allah buyuruyor: 'Atın şunu cehenneme!' Daha sonra adam pişman olup af diledikten sonra, Allah 'Benim senin sevabına da, ameline de ihtiyacım yoktur.' diyerek, adamı affedip cennete koyuyor."

Gördüğümüz gibi, az ama samimi bir amel, çok ama boş amelden çok daha faziletli oluyor. Ben de, bunu yazarken samimi olmayabilirim. Ama bir kardeşim, bu yazıyı okur da, "Allah senden razı olsun! Senin vesilen ile ben çok şey öğrendim!" desin ve Allah'da bunun hürmetine beni affeder belki düşünüyorum.

İbadetlerde Samimiyetin Önemi

Bir ibadetin samimi olması, bu ibadetin gerçekten sadece Allah için yapılmasına bağlıdır. Bu samimiyet, gayretle ve çabayla birleştiği zaman, yapılan ibadetler az olsa bile, yine de Allah'ın daha çok hoşuna gidiyor. Şimdi bir adam sabaha kadar namaz kılsa, zikir yapsa ama içinden dese ki: "Bak! Sürekli böyle yap ki, insanlar sana 'Ne kadar salih bir kimsedir!' desin!" diye yaparsa, bir adam da "Şu yoldaki taşı kaldırayım da, insanlara rahatsızlık vermesin." diye hareket etse, o çok yapılan ibadetten daha fazla kıymetlidir. 

Ben her zaman Allah'tan şunu istiyorum. "Ya Rabbi! Bize az ama, samimi amel yapmayı nasip et." Çünkü, az ama samimi olan bir şeyin, Allah katındaki değeri daha yüksektir. 

Hz. Musa, yolda bir gün yürürken, garip bir çobana rastlar. Çoban kendi kendine Allah'a dua etmektedir. Hz. Musa, çobanın duasını uzaktan işitince, hoşuna gider ve biraz daha yaklaşır. Tam o sırada çoban şöyle dua etmektedir: "Allah'ım! Bilir misin, seni nasıl severim? İste, senin için pilav pişireyim..." 

Hz. Musa, bunu duyunca hiddetlenerek, "Ey cahil adam! Sen ne yaptığını sanıyorsun? Allah pilav mı yer? der."  Daha sonra çoban, üzüntüden kıpkırmızı kesilir ve Hz. Musa, ona nasıl ibadet edildiğini öğretir ve gider. 

Sonra gökten bir nida yükselir. Allah buyurur ki:  "Ey Musa! Sen bugün, ne yaptın? Kulumuzu bizden ayırdın. O, samimi bir şekilde bize dua ediyordu. Sen ayırmaya mı geldin, birleştirmeye mi? Biz, insanların hareketlerine baksaydık, şu anda dünyada hiç kimse sağ kalmazdı. Biz insanların kalbine, niyetine bakarız. Hal ve hareketlerine değil!" 

Daha sonra, Hz. Musa yüzü kıpkırmızı bir halde, çobanın yanına gider. Çobana "Özür dilerim kardeşim. Ben haksızlık ettim. Sen, Allah'ı istediğin gibi an. Nasıl anarsan an, ama yine de Allah'ı an!" 

Az önce sizlerle paylaşmaya çalıştığım bu kıssayı bir internet sitesinde okumuştum. Bizim ibadetimiz az olsa bile, bu ibadetlerimizde samimi olursak ve gayret edersek, Allah'ın o kadar hoşuna gider ve o kadar bizden razı olur. 

Haddim olmayarak, böyle bir yazıyı yazdım. Eğer, bir kusrum bir hatam olduysa, hakkınızı helal edin. Ben sadece, hepimizi samimi amele teşvik etmek istedim. Allah-u Zülcelâl, bize az ama samimi amel yapabilmeyi nasip eylesin. (Âmin!) 




7 Ocak 2017 Cumartesi

Yaşanan Terör Olayları Hakkında

Terör olayları, bu sıralar artış gösterdi.15 Temmuz 2016'da ağır bir terör saldırısı atlattık. Halen daha terör olayları devam ediyor. 2017 yılına, bir terör olayıyla girdik. Bu terörü kim destekliyor, kim yönlendiriyor ona bakalım. 

Terörün amacı halkı yıldırmak, birbirine düşürmek ve bu sayede devleti aciz bırakmaktır. Kısacası, ülkeyi bölmektir. Bunu dış güçlerin desteklediğini anlamak için, çok da zeki olmak gerekmiyor! Bu dış güçler de, tabi ki batılı ülkelerden başkası olamaz! Avrupa ülkelerinin bize olan düşmanlığı, yeni olmuş bir şey değil. Geçmişte, ülkemizi işgal etmek isterlerken aziz milletimizin direnişiyle bozguna uğradılar. Sonunda bunun topla tüfekle değil de, içimize ajanlar yerleştirerek bunu yapmaya çalışıyorlar. Bu ajanlar da, tabi teröristten başkası olamaz. 

Bu terör olaylarının kendi ülkelerinde değil de, İslam coğrafyasında yaşanıyor olması, bu terörü onların desteklediğinin en açık kanıtıdır. Avrupalı devletler, halen daha düşmanlıklarını devam ettiriyorlar. Amaçları da bu sefer terörü kullanarak, bizi yok etmek.İstanbul/Beşiktaş'ta şehit olan polislerimizi ve geçen kaybettiğimi polis Fethi abimizi hepimiz biliyoruz. 

Ancak, yanıldıkları bir nokta var. Bu düzenledikleri terör olayları, Türk halkını yıldırmamakla beraber, daha da güçlendiriyor. Bu terör olayları, birbirimize daha da kenetlenmemizi sağlıyor. 15 Temmuz'da aziz milletimizin gösterdiği direnişi biliyoruz. İşte, bu olayları yapıp da bizi yıldırmaya çalışanlar, büyük hüsrana uğruyorlar. 

Bu yaşanan 15 Temmuz darbe girişiminden sonra, Türkiye'nin dostu düşmanı iyice ortaya çıktı. 2023'e çok az bir süre kaldı. 2023'te petrol çıkarabileceğiz. Dünyada sadece ülkemizde bulunan bor madenlerini çıkarabileceğiz. Bu sayede, ülkemiz daha da güçlenecek ve artık gelişmekte olan ülke değil, gelişmiş bir ülke olacaktır. Bunu hazmedemeyenler, top tüfek kullanmak yerine, ajanlarıyla ülkemizi yıldırmak istiyorlar. Türkiye, mazlum müslümanlara sahip çıkan bir ülke. 

İslam coğrafyasında yaşanan kıyım ve zulümlere karşı sesini çıkartabilen tek ülkeyiz. Zalimlerin kılıcı kırılsın istemiyorlar. Onlar, dünyada tek bir müslüman kalmayana kadar bu zulümleri ve kıyımları yapmaya devam edecekler. İşte, Türkiye'de onları durdurduğu zaman, terörle "Sen aramızdan çekil!" demek istiyorlar.

Ama şunu unutuyorlar! Biz, o zulmettiğiniz, kıyıp geçirdiğiniz o mazlum Müslümanlara benzemeyiz. Siz bizi ne kadar bölmeye çalışsanız, biz o kadar birleşiyoruz. Siz ne kadar bizi yıldırmaya çalışsanız, biz o kadar güçleniyoruz. Siz bir öldürüyorsunuz, biz bin doğuyoruz. 

Avrupalılara mesajım: Ayağınızı denk alın! Kiminle uğraştığınızı öğrenin. Bakarsınız kurduğunuz tuzaklar, başınızda patlar!